Küresel Sömürü

102

Küresel sömürünün aracı kuruluşları vardır; bunların ana hedefi ve amacı, kendi kontrollerinde geliştirip uyguladıkları programlar kapsamında, geri kalmış ve kalkınmakta olan ülkelere “para satmak” ve böylece bu ülkeleri modern yöntemlerle sömürmeyi sürdürmek… Bu kurumların başında IMF ve Dünya Bankası gelir. Sadece “para satmak” yeterli olmaz; bunun devamını da isterler; bunun için de borçlandırdıkları ülkelerin ekonomisinin büyüdüğünü, geliştiğini basın ve sanal ortamda, bordrolu “eksantrik aydınlar” aracıyla, halkı yönlendirirler; psikolojik baskı altına alırlar; halk, müthiş bir oyalamacı ve aldatıcı propagandaya maruz kalır… Türkiye gibi kalkınmakta olan ülkelerde bu strateji çok ustaca uygulanır. Ekonomideki büyümeyi göklere çıkarmanın bir amacı vardır; borç verdikleri iktidarı halkın gözünde “başarılı” göstermek, dolayısıyla iktidarda kalmalarına destek olmak… Doğal olarak ekonomide bir büyümenin olması zaten kaçınılmaz; ancak büyüyen ekonomi halk kesimlerine, orta sınıf denilen büyük kitlelere yansımaz; örneğin memura, işçiye, küçük esnafa, öğretmene…

Peki, kime yansır?

Sınırlı sayıdaki ailelerin servetleri katlanarak arttığı için ekonomi “büyümüş” gösterilir; zaten para babalarının işine yarayanlar da bu sayılı zengin aileler ve iktidar mensuplarıdır…

**

Süper zenginler…

Son kaynaklardan öğrendiğimize göre (Ekonomi Dergisi) Türkiye’de süper zengin sınırlı sayıda aile varmış; ekonomik krizle birlikte bu ailelerin servetleri en az ikiye katlanmış! Bu ailelerden biri de iktidarın çok popüler bir zatın ailesiymiş!!! Bu zenginler listesini ve yaşam biçimlerini merak edenler, bu kaynaktan bilgi edinebilirler. Özetle para parayı kazanmış; fukara da sefalete sürüklenmiş…

Ekonomi dergisi bir bilgi daha veriyor; Türkiye’nin en zengin ailelerin sadece bunlardan ibaret olmadığını, mensup oldukları hane sayısı sınırlı olmakla birlikte zengin nüfusun toplam olarak dokuz bin civarında olduğu tahmin ediliyormuş. Bu zengin aileler ve mensuplarının egemenliğinde olan ekonomik güç, Türkiye ekonomisinin %35 ne karşılık geliyormuş!…

Küresel sömürüyü yürüten kuruluşlar, Türkiye gibi ekonomisi dinamik bir ülkede sömürme işine devam edebilmesi için, bu çok zengin tabakayı esas alarak, “ekonomisi büyüyen ülke” pompanın ucuna bağlamaktan asla beis görmez; sayılı zengin aile aracılığıyla Türk halkını basın ve sanal ortamla kontrol etmeye devam eder…

**

İbretlik araştırma…

Öğretmenler günü dolayısıyla basına yansıyan ve hayli yankılar uyandıran bir araştırmadan söz etmemek olmaz; araştırmayı yapan Türk Eğitim-Sen; eğitimcilerin üyesi olduğu bir sendika.

Bu araştırma anketine göre öğretmenlerin ekonomik durumu şöyle özetlenebilir; ankete yaklaşık 5 bin öğretmen katılmış.

Öğretmenlerin; %68.8 son bir yılda banka kredisi almış; % 79.7 bankaya kredi borçlu; %93’ü kredi kartı kullanıyor ve bunların %79.9‘unun kredi kartı borcu bulunuyor.

Borç altında yaşamaya çalışan öğretmenler, kurtuluş çaresini şans oyunlarında aramayı bir “çaresizlik” çıkışı olarak görmüşler; ankete katılanların %42.1’i çeşitli şans oyunlarına katılıyor…

**

Bu ankette öğretmenlere sorulan çok dikkat çeken bir başka soru var; “Maddi olarak hayatınızdaki en büyük lüksünüz nedir?”  Bu soruya verilen yanıtlar son derece iç sızlatıcı; %39.4’ü “hiçbir lüksüm yok”, %21.7’si “tatile gitmek”, %12.9’u “işe arabayla gitmek”, %11.7’si “dışarıda akşam yemeği yemek”, % 9.9’u “alışveriş yapmak”, %1.7’si ise “ayda birkaç kez sinemaya gitmek.”  Bu cevapların her biri ayrı olarak analize, irdelenmeye değerlendirilmeye değer önemdedir.

Eğer şöyle bir soru da sorulmuş olsaydı; “yılda kaç kitap alıp okuyorsunuz; en son hangi kitabı okudunuz?” verilecek cevabın çok parlak olacağını çok güçlü olarak tahmin edebilirsiniz… Sinemaya gidemeyen bir öğretmen kitap, aylık dergi alabilir mi?

**

Bu yetmez…

Ankete katılan öğretmenlere bir başka soru daha soruluyor; “öğretmenlik mesleğini seçtiğiniz için pişman mısınız?” Verilen cevap son derece çarpıcı; öğretmenlerin %49.7’si “pişmanım!” cevabını veriyor.

Bunun anlamı şudur; Türk milli eğitiminde halen görevli milyon düzeyindeki öğretmenlerin en az yarısı öğretmen olmaktan pişman... Mesleğinden pişmanlık duyan bir insan görevini nasıl ve ne ölçüde başarılı olarak ifa edebilir? Varın siz düşünün…

 **

Utanç duymalıyız..

Sinemaya gitmeyi, dışarıda sıradan bir aş evinde karın doyurmayı, alış veriş yapmayı hayatının lüksü olarak özleyen öğretmenlerin bu haline bakıp utanmalıyız.

Devlet utanmalı, hükümet utanmalı, millet olarak utanmalıyız…

Yeni neslin onların eseri olacağı direktifini unutarak, öğretmeni tek kelime ile “sefil” bir yaşama mecbur-mahkûm etmenin ayıbını paylaşmalıyız ve bundan utanç duymalıyız…

Bu durum sadece öğretmenler için de geçerli değil; Türkiye’nin orta sınıfı bitmiş durumda… Dokuz bin kişinin egemenliğindeki %35 ekonomiye karşın hayatında sinemaya gidemeyen öğretmen kitlesi… Bir de milletin karşısına çıkıp,  geometrik terimlerle ekonominin ne kadar “güçlü” ve iyi yolda olduğunu söyleme cesareti… Bu kadar gerçekten uzak olan kişilerin itibar gördüğü bir sistemde yaşamak ne kadar acı verici…

Ekonomi dergisinin tespitleri ile Türk Eğitim-Sen anketi, Türkiye’nin gerçek ekonomik yüzünü ortaya koyuyor. Hamaset dolu nutuklar hiç kimseyi aldatmasın.  Küresel sömürünün istediği de zaten budur. Bu gidişe dur diyecek ancak ve ancak yine halkın kendisidir; öğretmendir, memurdur, esnaftır, işçidir, köylüdür… Milletin kendi kaderine sahip çıkması gerekiyor; başkasından medet ummak yanlıştır…

**

Ambalaj süsü…

Milleti sömürmeye yeminli küresel emperyalizmin yerli işbirlikçileri halkın hassasiyetlerini silah olarak kullanmayı marifet sayarlar. Küresel sömürünün ortakları olarak görevlendirilenler, sonuç almaları için halkın hassasiyetlerini ambalaj süsü olarak kullanmada son derece mahirdirler.

Din istismarından mezhep ayrıştırmasına; etnik kimlik kaşıyıcılığından tesettür ticaretine; kronikleşen “türban” tartışmasından ordu düşmanlığına kadar her argümanı kullanırlar…

Milletin karşısına sahte maskelerini takarak geçerler; gerçek yüzlerini saklarlar… Ve halkı aldatmaya, kandırmaya devam ederler… Ama yine de Ekonomi dergisinin, Türk Eğitim-Sen’in ortaya koyduğu gerçeği örtbas edemezler; çünkü ambalaj süsleri bunu örtmeye yetmez…

**

Hatırlatma…

Millet eğer; devam eden “maneviyat ticaretine”, “din istismarına”, “cami avlularındaki mitinglere”, helalliği ve kaynağı tartışmalı sınırsız servete, hile-hurda kokan iftar çadırlarına kanmaya; riya dolu nutuklara inanmaya devam ederse; ibadethanelere politikayı sokanları hoş karşılarsa; milleti uyutma aracı olarak kullanılan “türban” tartışmalarının ardındaki ticari holdinglerin kazancının farkına varmazsa; masum Anadolu halkı üzerinden siyasi ikbal sağlama amaçlarını sezmezse; renkli ekranlarda anlatılan “uyutma” masallarına kanmaya devam ederse; sadaka paketlerine muhtaç kalmayı “onuruna” yedirmeye devam ederse bu küresel sömürü devam edecektir…

Emperyalistlerin yerli ortakları da krizi “fırsat” bilip halkı sömürmeye devam edecekler ve servetlerini katlayacaklar… Sinemaya gitmeye, aş evinde kebap yemeye hasret kitleler oluşmaya devam edecek, her gün sayıları çoğalacaktır…

**

Sonuç…
Türkiye Cumhuriyetinin temelleri saldırı altındadır; milli değerlerimiz aşındırılmaktadır; milli kimlikle hesaplaşmak isteyen çevrelerin iştahları kabarmıştır; buna ses çıkarmayan yetkililerin en az saldırganlar kadar “suçlu” olacağı unutulmamalıdır.

Türk Milletine ve Devletine ihanet marifet sayılmakta; millete hakaret etmek, milleti aşağılamak masumlaştırılmaktadır. Kin yüklü beyinler ve sineler, salyalarıyla birlikte renkli ekran ve sayfalarda ağularını kusmaktadırlar.

Demokrasi ve insan hakların kutsallık noktasında devlet ve millet düşmanlığı yapanlara pirim verilmektedir. Türk Milletinin kutsal tecelligahı olan TBMM çatısı altında birileri çıkıp Türk Milletine açıktan hakaret etmektedir. Dünün hain ajanlarının temsilcileri ya kriptovari ya da doğrudan ihanet eylemlerine ortak olabilmektedirler.

Seksen beş yıldan beri Cumhuriyeti yıkmaya yeminli kadrolar ve devletimizi parçalamaya ant içmiş emperyalizmin yerli uşakları devletin her kademesinde söz sahibi olmaya başlamışlardır; saklandıkları inlerinden başını çıkartmış Türk Milletine saldırmaktalar.

Türk Milletinin ebedi düşmanı çevreler, siyasi iradeden aldığı tavizlerle kudurmuşlar. Vatanın bazı parçaları; “ibadethane” kamuflajıyla kutsallaştırılarak gayrı milli çevrelere ibadet alanı olarak açılmakta, gelecekte bu vatan toprağının ipotekleştirilmesine zemin hazırlanmaktadır…

Türk Milletini “etnik” varlık düzeyine indirmek için her gün yeni uydurmalar piyasaya sürülmekte ve milletin birlik ve bütünlüğünü paramparça etmek için yeni stratejiler ve plânlar uygulanmaktadır.

Tüm bunlara rağmen sorumlular; siyaset adına milleti kandırmak, aldatmak için her türlü aracı kullanmaktan geri durmamakta ve maalesef yalan ve kandırmacıda son derece de başarılı olmaktadır. Türk Milleti muazzam bir yalan bilgi kirliliği saldırısı altındadır.

Gayrı milli güçlere olan teslimiyetini “başarı”; açlık sınırında yaşamaya çalışan milyonları görmeyip ekonomik krizi “fırsat”; emperyalizmin Türkiye’yi mahvedecek plânlarına verilen tavizi “zafer;” vatanın bütünlüğü, milletin birliği, bayrağın ve dilin tekliği tartıştırarak bölücülüğü “hak” saymaktadırlar…

Mezhepsel kutuplaşmayı ve ayrışmayı “millet iradesi” olarak; kokuşmuşluğu, ahlaksızlığı, yolsuzluğu, soygunu “gelişme” ve “değişim” olarak sunabilme yetisini gösterme marifeti, dünyada emsali görülmemiş ikiyüzlülüğün örnekleridir…

Bu kara tabloyu herhangi bir gününü kutlamak için göz önüne sermedim; uyandırmak için, halkın kendi geleceğine sahip çıkmasını hatırlatmak için, yalancı ve kandırıkçılara “dur” demenin zamanının geldiğini anlatmak için hatırlatmada bulundum.

Bunları görelim, algılayalım, düşünelim ve kendimize gelelim…

Sonuç olarak, tüm bu anormalliklere rağmen Türk milleti hâlâ ayakta kalabiliyorsa, bu milletin tarihi ve kültürel köklerinin ne kadar güçlü olduğuna atfetmek gerekir. Ancak, unutmayalım ki en sağlam yapı bile, sahipsizlikten ve ihmalden dolayı yok olabiliyor… En sağlam temelli binanın, en zayıf bölgesi kadar sağlam olduğunu da hatırdan çıkarmayalım…