“Deliorman Türklüğü deli, Adı için düşen şehitleri, Göçmenleri perişan deli, acı özlem doluydu günleri…” diyerek kendisini Deliorman’ın Delisi olarak tanımlayan Şumnu Türk Kültür Evi’nin başkanı şair yazar Nurten Remzi’nin daveti üzerine kalkıp dünyaca meşhur pehlivanımız Koca Yusuf’un memleketi Bulgaristan’ın Şumnu şehrine gittik.
İyi ki de gitmişiz, neler gördük neler!
Türkiye’de, Türk Milletine kahpelik ederek Balkan Türklerinin Türklüğünü sorgulamaya kalkanlara inat, Bulgaristan Türklüğü’nün kahramanca bir mücadeleyle var olduğunu gördük.
Dünyanın neresinde olursa olsun her türlü baskıya, zülme, katliama, soykırıma rağmen “ben Türküm” demeye devam eden bütün kardeşlerim benim için Türk Milletinin varlığı için can vermiş şehitlerimiz ve gazilerimiz kadar kahramandır ve değerlidir. Bu iddialı sözleri niçin söylüyorum, isterseniz durup bir tefekkür edin ya da bir an önce “biz de sizin yanınızdayız” demek için onların yanına koşun. Çünkü onların her biri Türklüğe üstün hizmet madalyasını fazlasıyla hak ediyor.
Henüz 1,5 yaşında iken, anasının kucağında Şumnu’dan ayrılmak zorunda kalan ressam Remziye Ülker’in, babasının imamlık yaptığı Tombul Camiinde, dedesinin işlettiği hamamın yıkıntılarında, anasının yollarını aşındırdığı Türk mahallesi Pınarbaşı’nda gözlerinden akan yaşı gördüğünüzde her madde anlamsızlaşıyor ve her mutluluğun sebebinde yatan şeyin mana olduğu ortaya çıkıveriyor.
Romanya’daki köyünün yüzde yüz bir Türk köyü olduğunu her cümlesinde tekrarlayan Başpınarlı İrfan Mehmet’i tanıyınca hemen gönlünüz Balkanların başka bir toprağına kayıyor.
Ya Akkadınlar kasabasının adı gibi olan “Akkadınları”na ne demeli? Gerçekten bu “Akkadınlar”ı Türk televizyonları yoluyla Türk milleti ile buluşturmalı ve Türk kadını ne anlama geliyormuş diye bizlere bir defa daha göstermeli. Akkadınların reisi İsmigül Yaşar Ali ablamın şahsında Akkadınlara söz verdim, onları Türkiye’ye tanıtacağız.
1958 yılında köyünde Türkçe konuşulması yasaklanan, isim değiştirmelerin ilk örneğinin aynı köyde 1972’de yapıldığı Kırcaali’li Emel Balıkçı hem eşi ile Alev Dergisi’ni çıkartıyor, hem de Türklük varolsun diye kendisini gözyaşları ile ortaya koyuyor.
Halk ozanı olma geleneğini Deliorman’da başarıyla sürdüren Emrullah Topçu, 75 yaşına rağmen herkese inad içindeki böceğin ölmediğini ısrarla vurguluyor, gerçek bir saz virtüözü olduğunu gördüğüm Hasancık’ta; Sivas’ın yolları türküsü ile Şumnu’ya bir hat kuruyordu. Onların arkasından gelen Erkin Ahmet’te yeni bir Emrullah Topçu olmaya aday.
Şumnu 4. Genç Kalemler Şiir Yarışması’nın Jüri Başkanı, Bulgaristan Türk Şairlerinin yaşayan çınarı Ali Bayram’ı es geçmek mümkün mü? Türkçe öğretmeni kızının okulunda, Türkçe sınıfının kapanmasından dolayı yüzüne yansıyan hüznü artık ebediyen unutamam.
Neredeyse herkese öğretmenlik yapmış olan 83 yaşındaki Osman İsmailov’un Şumnu’nun sert havasına rağmen bayrama gider gibi çok şık bir takım elbise ile şölene gelmesi ve misafirlerin hocanın elini öpmek için yarışması ise güzelliklerin sadece küçük bir parçasıydı. Osman İsmailov artık ömrünün son günlerini yaşadığını ama bundan sonra benim içinde dualar edeceğini ısrarla bana söylemesi, beni de gözyaşlarına boğdu.
Türk çocukları kızı ve erkeği ile şiirler söyledi, sazlar çaldı, davulları gümbürdetti ve sanki bu günü beklermiş gibi dört bir yandan gelenler hünerlerini gösterdi.
Bunları seyrederken yanımda Türkiye Cumhuriyeti’nin Burgaz Başkonsolosu Sibel Erkan’da vardı. O da bu heyecana samimi birşekilde katıldı. Hepimiz izlediğimiz güzellikler karşısında şaşkın ama bir o kadar da mutluyduk.
Bütün bunlara vesile olan Deliorman Delisi Nurten Remzi’dir. Onca imkansızlığa rağmen bize milyonlarca güzellik yaşattı. Hele elimize tutuşturduğu Türkçe çıkan çocuk ve gençler için kültür, sanat eğitim ağırlıklı “Mozaik” dergisi yok mu! Sırada bizi davet etme sözü veren Kemaller(İsperik) Belediye Başkanı Adil Residov’un Mayıs ayında yapılacak şenliğine gitmek var.
Gördüklerimizin kısaca özeti şudur; Bulgaristan’da Türk olarak doğmak ve Türk olarak kalmak zordur ve aklınıza gelmeyecek kahramanlıkları gerektirir.
Eğer Türkiye’ye sahip çıkmazsanız, Bulgaristan’daki Türklerin akibetine düşmeniz kaçınılmazdır.
Bir Kırım Türkünün, Balkan felaketinin sosyal açıdan röntgenini çektiği ve Balkan savaşları esnasında yazılmış “İstanbul Mektupları” adlı eserinde, İstanbul’daki Türklerin tembellik ve miskinliği hakkındaki tespitleri çok dikkat çekicidir. Bir vesile ile Eğitimci Oğuzhan Saygılı’nın yazdığı yazı sebebiyle haberdar olduğum Fatih Kerimi’nin “İstanbul Mektupları” Çağrı Yayınları tarafından yayınlanmış.
Yazar eserinde Türk – İslam aleminin üzerine serpilmiş ölü toprağından, yaşadığı atalet ve tembellikten oldukça huzursuz olur. Bu huzursuzluğu yer yer üzülerek zaman zamanda umutsuzluğa kapılarak şöyle tasvir eder “İstanbul’un beş yüz kahvesinde vasati olarak ellişer kişiden yirmibeş bin kişinin ve bunlar cümlesinden sarıklı, cüppeli hoca efendilerin sabahtan akşama kadar kağıt, dama, tavla oynayıp tembel, tembel oturmaları…” işte bu durum az kaldı Türk milletinin mahfına sebep oluyordu. Şimdi yine benzer aymazlıklar görüyoruz. Onun için bu eser okununca Balkanlar nasıl elden gitmiş ve Türkiye nasıl elden gitmek üzere çok net anlıyorsunuz. Bizde size Bulgaristan Türklerinin var olma mücadelesini anlattık. Gerisini anlamak size kaldı. Yoksa her zaman bir “Deliorman Delisi” bulamayız.