Cumhuriyet ve Demokrasi

104

İçinde “23 Nisan Ulusal Egemenlik Bayramı“nın bulunduğu bir haftayı geride bıraktık. Cumhuriyetimizin 87. Yıldönümünde, TBMM’nin kuruluşunun 90. yılındayız ve TBMM’de Anayasa’da değişiklikler yapacak paketin maddeleri görüşülüyor. İktidar partisi AKP, muhalefetten bir destek alamadığı için, 330 u biraz aşan oylarla (referanduma gidilmesini gerektirecek oy çoğunluğu ile) maddeleri Meclis’ten geçirmeye devam ediyor. İktidar tartışmayı Cumhuriyetçiler ve demokratlar ekseninde sürdürmeyi tercih ediyor. 12 Eylül 1980 darbesini yapanların getirdiği darbe anayasasını savunmakla suçlayarak muhalefeti kamuoyu önünde haksız çıkarmaya çalışıyor.

Bu tartışma ekseninde yer alan temel kavramlara açıklık getirmeye çalıştığım ve on yıl önce (25.10.2000 de) yazdığım bir yazıyı sizlerle yeniden paylaşmak istedim. Arkasından da Anayasa değişikliği tartışmalarını değerlendirelim.

Cumhuriyet eşittir Demokrasi” tanımlaması doğru değildir. Elbette bugün demokratik ülkelerin çoğunluğu cumhuriyettir. Ancak bazı cumhuriyetlerde demokrasinin esamesi okunmazken, bazı monarşilerde demokrasinin yaşandığı da bir vakıadır.

Peki, bu kavramlar kendilerini “cumhuriyetin bekçisi” sayanlarla, “daha fazla demokrasi” isteyenleri karşı kutupta toplayacak kadar birbirine zıt veya en azından birbiriyle uyuşması mümkün olmayan ihtilaf kaynakları mıdır?

Cumhuriyetimizin kurucularının temel ilkeleri vardı ve bunlardan belki de ilki “irade-i milliye’yi hâkim kılmak” idi. Bu düşünce Cumhuriyet nesillerince benimsenmiş olmalı ki, bütün anayasalarımızda da vurgulanan bu ilke, TBMM’nin en görünen yerine yazılan “Hâkimiyet (egemenlik) Kayıtsız Şartsız Milletindir” ibaresi ile somutlaştırılmıştır. Öyleyse milli iradenin hâkim kılınacağı veya hâkimiyetin millette olduğu demokratik bir cumhuriyet ülküsü peşinde koşmak, çatışmaktan daha olumlu bir yaklaşım olmaz mı?

Geliniz böyle bir pozitif yaklaşım denemesinde bulunalım.

Ey Cumhuriyetçiler, ey Demokratlar lütfen hep beraber şu cümleleri seslendirelim:

  • “Devletin, fertlerin özel hayatları da dahil, her yerde hazır ve nazır olduğu devlet merkezci bir yönetimi değil..
  • Devletin hukuku üreten tek güç olduğu, yurttaşları ile kendi yarattığı hukuk nedeniyle devamlı bir sürtüşme içinde olan bir devleti değil..
  • Vatandaşların yaşadığı hayatı düzenleyici kuralları yürütmek yerine, onların hayatlarını ve düşüncelerini tanzim eden, şekillendirmeye çalışan bir devleti değil..
  • Her sıkıştıkça başvurulan, içeriği belirsiz “kamu yararı“, “yönetimin takdir hakkı“, “hikmet-i hükümet” kavramlarıyla fertlerin temel hak ve özgürlüklerine müdahale eden bir devleti değil..
  • Hukukun üstünlüğü” ilkesinin yaşandığı..
  • Toplumun kendi hukukunu ürettiği.. Devleti hukukun yönettiği..
  • Çoğulcu, şeffaf, dışa açık..
  • Fertle devletin toplumun yarattığı bu hukuk karşısında eşit olduğu..
  • Teşebbüs gücünün devlete özgü olmayıp, daha çok fertlerde ve sivil toplum kuruluşlarında olduğu..

Bir toplum istiyoruz.”

Bu cümleleri inanarak söylüyorsanız siz demokratik bir cumhuriyeti istiyorsunuz.

**********************

•1-    Yapılmak istenen 30 civarındaki değişikliklerden, parti kapatmayı zorlaştıran ve yüksek yargı ile HSYK’nun yapısını ve işleyişini düzenleyen maddelerin paketten çıkarılması şartına bağlı olarak, diğerlerini CHP desteklemeye hazır olduğunu açıklamıştı. Fakat AKP’nin asıl hedefi bu üç konudaki değişiklikleri geçekleştirmek olduğu için paketi bölmeye yanaşmadı.

Bu da bir kere daha gösterdi ki AKP, gelecek seçimlerde bir kazaya uğrayıp, iktidardan düşme ihtimaline karşı kendince tedbirler almaya çalışıyor. Partisinin kapatılması ve yöneticilerinin “yüce divan”da yargılanmalarını fiilen imkânsız hale getirme niyetinde.

Bu bakımdan Anayasa değişikliği tartışmalarının “cumhuriyetçilik- demokratlık” ekseninde değerlendirilmesi doğru değildir.

•2-    Yüksek yargı üyelerinin atanmasında TBMM’nin ve Cumhurbaşkanı’nın daha ağırlıklı hale gelmesi (bırakın kuvvetler ayrılığına aykırılığını) “milli iradenin yargıya yansıması” olarak değerlendirilemez. Cumhurbaşkanı ile İktidarın TBMM’de sayısal ağırlığına dayanarak seçeceği kişiler, 12 yıl görev yapacaktır. İktidar partisi bir sonraki seçimde azınlığa düşse ve hatta barajın altında kalıp Meclis’te temsil edilemezse bu seçilen üyelerin bu defa milli iradeyi temsil etmediğini mi söyleyeceğiz?

•3-    Yüksek yargı üyeleri “Türk Milleti adına” yargılama yapan, yürütme ve yasamayı denetleyen kişiler olduğuna göre zaten milli iradeyi temsil etmiş sayılırlar.

•4-    Ancak mevcut sistemde Yüksek Yargı üyeliği bir kast oluşturma noktasına gelmiştir. Mesela Anayasa Mahkemesinde üyelerin siyasi görüşüne göre (hangi Cumhurbaşkanı tarafından atandığına göre) önceden kararlar tahmin edilebilir haldedir. Önemli olan Yüksek yargı üyeliği için de liyakati öne alan bir seçim modelini geliştirebilmektir. Bu konuda maalesef ne bir teklif ve ne de bir mutabakat arayışı bulunmaktadır.

•5-    Her oylama demokratik değildir. Öyle olsaydı “Ermeni soykırımı” konusunda kanunlar çıkaran ülkelerin, kendi parlamentolarında yaptıkları oylamalarla, tarihi olayları hakkında hiç bilgisi olmayan vekillerin oylarıyla değerlendirilmesine saygı göstermemiz gerekirdi.

•6-    Hâkimiyetin millette olması” çoğunluğun oylarıyla azlıkta olanların haklarının verilmemesi demek olamaz. Mesela insan hak ve özgürlükleri halkoyuna sunulamaz. (Sunulursa İsviçre’de minare yasağı getiren referandum gibi sonuçlar çıkabilir.)

•7-    Halkoyuna sunulacak 30 ayrı konuya birden “evet mi, hayır mı” şeklinde sorulursa da millet iradesinin ne olduğu anlaşılamaz.

 •8-    Demokratik bir Cumhuriyet rejimi isteyenlerin öncelikle değiştirilemez tek adam yönetimini sağlayan Siyasi Partiler Kanunu‘nu ve vekilleri milletin değil genel başkanın seçtirdiği garabet Seçim Kanunu‘nu değiştirmekle işe başlamaları gerekirdi. Oysaki partilerimiz “darbe anayasasında” var olan, milletvekili adaylarını delegelerin belirlediği ön seçim sistemini bile uygulamamaktadır.

Keşke, maksat demokratik bir cumhuriyet olsaydı da bu konuyu daha çok tartışsaydık.

Önceki İçerikİtiraf
Sonraki İçerikNe Düşündüm, Ne Yazdım?
Avatar photo
Doğum 20.07.1956 BUCAK-BURDUR Eğitim Cumhuriyet İlk Okulu, Bucak Lisesi (Mezuniyet 1973) İstanbul Üniversitesi Kimya Fakültesi - Kimya Yüksek Mühendisliği (Mezuniyet 1978) İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi (Mezuniyet 1995) Çok sayıda şirket içi ve şirket dışı eğitim programlarına iştirak. (ISO 9000, Toplam Kalite Yönetimi, Verimlilik, İş İdaresi, Pazarlama, İstatistiksel Proses Kontrol, Kişisel Gelişim, Kişisel İmaj ve diğer konularda onlarca eğitim programı) 1978-1980 Akyazı/Sakarya Yonca Süt Fabrikası İşletme ve Laboratuar Şefi 1980-1995 Petkim A.Ş. Yarımca Kompleksi (İşletme Mühendisi, İşletme Şefi, Başmühendis.) 1995-2001 Satış Müdür Muavini 2001-2004 Tüpraş Körfez Petrokimya ve Rafinerisi Ticaret Müdür Yrd. 2004 - 01.02.2007 Tüpraş Körfez Petrokimya ve Rafinerisi Ticaret Müdürü. 01.02.2007 - 30.09.2007 Tüpraş Körfez Petrokimya ve Rafinerisi İnsan Kaynakları Müdürü. 01.01.2008 - 30.10.2008 Yantaş Yavuzlar Plastik A.Ş. Genel Müdür Yardımcısı. 8. Beş Yıllık Kalkınma Planı Kauçuk Ürünleri Sanayii Özel İhtisas Komisyonu Başkanlığı yaptı. (2001) 03.03.2010- Serbest Avukat Medeni Hal :Evli ve İki Çocuklu Lisan : İngilizce (İntermedite level) Sosyal Faaliyetler :İstanbul Üniversitesi Korosu, Kubbealtı Musiki Cemiyeti ve halen Tüpraş Türk Sanat Müziği Grubunda korist. 250 mühendis üyesi bulunan Petkim Mühendisler Derneği'nde 4 yıl başkanlık yaptı. Kocaeli Aydınlar Ocağı'nda Başkan Yardımcısı, Yönetim Kurulu Üyesi olarak görev yaptı. Halen Yönetim Kurulu Başkanı. 2001-2002 yıllarında Kocaeli TV' de, "Geniş Açı" adlı siyasi, sosyal, kültürel tartışmaların yapıldığı programın yapımcılığı ve sunuculuğunu yaptı. Halen Kocaeli Gazetesinde haftada bir köşe yazısı yayınlanmaktadır. Bu yazıların tamamı kocaeliaydinlarocagi.org.tr sitesinde yer almaktadır.