Herkese Benden Bir Ayna!

116

Türkiye’de yaşayan ve kendini Türk Milletine mensup gören insanlara tuhaf bir şeyler oldu. Adeta bir başkalaşmaya uğradık.

Bu topraklar üzerinde nefes alıp veren insanlarımız tarih boyunca tarif edile gelen klasik Türk tipine benzemez bir hale geldi. Ya da ben öyle zannediyorum.

Dinden anladıklarımız farklılaştı, örf ve adetler geriye atıldı, vicdanlar çarpıldı, ahlak erozyona uğradı, doğrular karşısında suskunlaşarak sadece bireysel menfaatler peşinde koşar hale geldik ve saymakla bitmeyecek kadar,  nice ruh ve karakter değişikliklerine uğradık…

Bunlar münferit olaylar olarak gözükse, önemli değil deyip geçiştireceğim ama örnekler o kadar çoğaldı ki; toplumsal menfaatlerin göz ardı edildiği bir çılgınlık sürecine girdik.

Şahsi menfaatlerimiz ve ikbal söz konusu ise; dini de, ticareti de, eğitimi de, evliliği de, milli kavramları da, siyasi sorunları da başımıza ne gelir diye düşünmeden bunlara uydurur hale geldik.

Bu durum bir güneş tutulması örneği gibi adeta bir toplum tutulmasıdır.

Doğruları yapmaktan kaçınmak ve bundan utanmamak; insani ve imani ölçülerle kabul edilemeyecek hususlardır.

Mesela bir adama hem hırsız demek hem de ne yapalım namaz kılıyor Müslüman bu diyerek onu belediye başkanı seçmek, akıllı ve ruhu sağlıklı insanların yapacağı bir iş  değildir. Bu örnek bu ülkede bir çok yerde yaşanmıştır. İş sadece bir hırsızı namaz kılıyor diye belediye başkanı ya da milletvekili seçmekle kalsa diyeceğimiz bir şey yok. Her türlü rezilliğin ve milli tehlikelerin kılıfının böylece ustaca hazırlanmış olması ve halkın bunu gaflet içinde seyretmesi, bize halkın belirli mihraklarca derin bir uykuya sokulduğunu gösteriyor.

Türk Milleti tarih boyunca bu tür uyku hallerini bir çok kez yaşamıştır.

Tarihte Çinlilerle yaptığımız mücadelelerde, Çinliler; Türklere karşı günümüzde uygulanan uyku ve gaflet içinde bırakma yöntemlerini deneyerek bize çok büyük zararlar vermiş ve Türk Milletini yok olma noktasına getirmiştir.

Yüzlerce yıldır Türk Milletinin yaşadığı ve özellikle de devlet kurduğu topraklarda hepinizin bildiğine inandığım birbirinden değişik bir çok sorun vardır.

Bu sorunların neredeyse tamamının dış kaynaklı olduğu kesindir. O kadar geriye gitmeden sadece Cumhuriyet döneminde yaşadıklarımıza bakarsak sorunlarımızda yabancı etkisini çok rahatlıkla görürüz. Yabancı etkisi yok diyenlerin hepsi, o sorunları yaratan yabancıların parasını ödeyerek satın aldığı kişilerdir.

Peki bu dış kaynakların Türk topraklarında sorun çıkartmak için buldukları uygun zemine ve bu oyunları gaflet içinde seyredenlere ne demeli?

Konumuz ihanet edenler değil onları zaten biliyoruz. Dikkat çekmek istediğimiz nokta her türlü yanlışı görmesine rağmen menfaatleri sebebiyle her türlü hadiseye “bile bile lades” diyen insanların toplumda yarattığı zafiyettir.

Türkiye’de Cumhuriyet döneminde çıkarılan ve son PKK olayının da dahil olduğu bütün isyanların hepsi dış desteklidir.

Son günlerin moda isyanı Dersim’de meydana gelen olaylarda, İngiliz ve Fransız parmağı olduğu delillerle sabittir. Hal böyle olunca Dersim’de isyan edenleri savunmak ve Türkiye Cumhuriyeti devletini katliamla suçlamakta neyin nesi oluyor? Siz bana söylermisiniz ki; yeryüzünde kendisine karşı yapılan dış destekli bir iç isyanı eli kolu bağlı seyreden  bir devlet olacak. Elbette yoktur.

Burada önemli olan nokta, konuyla ilgili yanlışları bilmelerine rağmen susan ve menfaatlerini korumak adına takiyye yapan ve kendini Türk Milletine mensup olarak gören insanlardır. Bunların ne yazık ki etrafımızda olduğunu, hepimiz görüyoruz.

İngiltere, Fransa, İsrail, ABD, Almanya veya Rusya ya da diğerleri kendi amaçlarını tahakkuk ettirmek için önlerinde engel olarak gördükleri Türkiye üzerinde her türlü operasyonu yapabilirler.

Bunun için kendilerine yardım için yandaş olarak hainleri bulabilirler ve tarih boyunca da bulmuşlardır.

Ancak bu olayları gaflet içinde seyredenleri  aptallık derecesinde bir hümanizma ile olaylara bakanları, aslı astarı olmayan bir şekilde demokrasi havarisi kesilenleri ve tarihten bir türlü ders çıkaramayanları anlamak mümkün olamamaktadır.

Gerçi satılık medyayı, ücreti ödenmiş aydınların ihanetini ve kendini satmış cemaat ile tarikat şeyhlerini anlıyorum da kimseye müdanası olmayan sıradan vatandaşın, haksızlıklar ve yanlışlıklar karşısında bu kadar suskun kalmasına bir mana veremiyorum.

Eğer bu tepkisizlik ya da tavırsızlık, her hangi sebeple bir korku nedeni ile oluyorsa, unutmayalım  korkunun ecele hiçbir faydası yoktur. Korkmak, tavırsız, ilkesiz, duyarsız ve adam sendeci davranmak neticeyi değiştirmeyecek, başımıza gelecek olanları engellemeyecektir.

Dış güçler ülkemiz de bir olayı tezgahlarken toplumun sesini kısmak için yan faktörleri de dizayn etmektedir. Tıpkı günümüzde bilinmeyen bir açılıma toplumun ikna edilmesi için medyanın, bürokrasinin, siyasetin, satılmış aydınların, cemaatlerin ve tarikatların, sanatçıların, STK’ların top yekün çaba göstermesi gibi.

Açılım denen meçhul proje sadece siyasetin sunumu ile vatandaşı önüne gelse belki tekme yiyecek ama yukarıda saydığımız yardımcı unsurlar, tam mesai, halkı uyutarak ikna etme peşinde olunca, halk yine tereddüt etmeye başlıyor. İşte bu dış güçler ile yerli işbirlikçilerin değişmez ve vazgeçilmez bir yöntemidir.

Bu gün Türkiye’nin üzerinde amacı belli ancak uygulama planları çeşitli, tek bir oyun vardır. O da vatan bildiğimiz bu mübarek toprakların emperyalist haçlı zihniyetince teslim alınmasıdır.

Bunun hayata geçirilmesi için; açılım, pkk, medya, bilim dünyası, cemaat ve tarikat, siyaset gibi akla hayale gelmedik bir çok araç kullanılmaktadır.

İşaret ettiğimiz dış güçler; pkk eli ile terör yaratırken diğer yandan cemaat ve tarikatlar eliyle milli kimlikten arındırma projesini yürütmekte, medya eliyle zihinler karıştırılmakta, suni olarak çıkartılan ekonomik krizler sebebi ile midesinden başka bir şeyi düşünemez hale getirilen insanlarımız aydınların ihaneti ile de bir meçhule sürüklenmek istenmektedir.

Bütün bunlara karşı vatandaşlarımız ne yapmaktadır?  Bu sorunu cevabı bana göre bir muammadır.

Türk Milleti üzerine oynanan oyunun farkına varmıştır. Ancak buna rağmen, sosyal yapının Kürtleştirilmesi ve Araplaştırılması sebebiyle, nasıl bir ruhsal  işgale uğradığının farkında olmadan, adeta afyon yutmuş  bir halde, başına gelecek olanları uyuşuk bir vaziyette izlemektedir.

Türk Milletini karşılaştığı yaşamsal sorunlardan uzak ve uyku halinde tutmak için kullanılan en önemli arguman tarihimizde pek çok örneğini gördüğümüz gibi yine dinimizdir. Mustafa Kemal Atatürk “Bizi yanlış yola yönelten kimseler bilirsiniz ki, çok kere din perdesine bürünmüşler, saf ve temiz halkımızı hep şeriat sözleriyle aldata gelmişlerdir. Tarihimizi okuyup, dinleyiniz… Görürsünüz ki milleti mahveden, esir eden, harap eden fenalıklar hep din niteliği altındaki küfür ve kötülükten gelmiştir. Onlar her türlü hareketi dinle karıştırırlar. Halbuki Allah’a şükürler olsun hepimiz Müslümanız, hepimiz dindarız; artık bizim, dinin gereklerini öğrenmek için şundan bundan derse ve akıl hocalığına gereksinmemiz yoktur.” Demesine rağmen günümüzde bu yoldan sapıldığını ve Atatürk’ün işaret ettiği olumsuzlukların yaşanmaya başladığını görüyoruz.

Peki hiç mi bunun farkında olanımız yok?

Günümüzde binlerce cemaat ve tarikat yuvasında Türk insanı İslam dini ile ilgili olmayan kurallarla derin bir uyku içine sokulmuştur.

Hayatı boyunca öğrenmek ve bilgi ile kendini tazelemek zorunda olan insanoğlu; bu eylemden uzak olunca, korku dozu artırılmış sloganlardan ibaret propagandaların etkisinde kolayca kalabilmektedir.

Müslüman Türkler bu gün dinimizin şekli kurallarını harfiyen yerine getirmekte ama her nedense tefekkürden büyük bir nispetle kaçınmaktadır. Nurettin Topçu bu hali “Dinden bütün ruh sıyrılarak kendisiyle hiç alakası olmayan bir iskelete iman adı verildi.” diye tanımlıyor.

Eğer yazdıklarımızın aksi sabit olsaydı mücahitler müteahhit olmaz, “zinhar” diye söze başlayan çember sakallılar yoldan çıkmaz, Deniz Feneri ayağı altında fakirin ekmeğine göz dikilmez, Ali Dibolar sahne almaz, cemaat iktisadi teşebbüsleri kurulmaz, din kisvesi altında bölücülük bu kadar başını alıp gitmezdi…

Halkımızda bütün bu olanlara karşı sessizlik niye? Ne oldu bize? Oysa her şeyi görüyor ve hissediyoruz…

Topluma hakim olan anlayışlara şöyle bir bakın: “doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar” aman ha doğru söylemeyin sonra yaşayacak köy bulamazsınız. “Sana dokunmayan yılan bin yaşasın” kimse çıkıpta bu yılan gün gelir sana da dokunur demiyor. Bunları “dostlar alışverişte görsün”, “hem nalına hem mıhına” vb. gibi çoğaltmak mümkün. 

Yalnız herkes bilmelidir ki; doğru düşüncelerin ve bunların yaşama geçirilemediği bir toplum yaşamının felaketlerle karşılaşmaması imkansızdır.

Bir ferdin topluma zarar vermek pahasına kendi çıkarına yaptığı davranışlar gün gelir kendisi içinde bir sonuç vermez. Bu konuda düşünür Samuel Jackson “Adamlığın gerçek ölçütü insanın kendisine hayrı dokunmayanlara nasıl davrandığıdır.” demektedir. Bu sebeple ülkeye inanılmaz derecede kötülük yapanlara karşı halen onlara adam muamelesi yapmak adamlık değildir.

Sıradan bir Türk insanı, yıkıcı bir ortamın yaşandığı bu günlerde, ülkenin jeo-politik yapısına yönelik, iç ve dış odaklı olayların tehdit edici boyutlarına karşı, çeşitli savunma mekanizmalarını kullanarak ayakta kalmayı başarmalıdır.

Bunun için yapması gereken şey çok basittir. Öncelikle özümüze dönmeliyiz. İman ve inancımızı her türlü yanlıştan arındırmalıyız. Bireysel menfaatler yerine toplumsal menfaatleri göz önüne almalıyız. Genel ahlak kurallarını yaşamımızda taviz vermeden uygulamalıyız. Doğruluk bizi yaksa bile hiçbir zaman doğruluktan ayrılmamalıyız.

Unutulmamalıdır ki; gök kubbe çöktüğünde altında sadece hainler değil, gafiller ve haksızlıklar karşısında susan dilsiz şeytanlarda kalacaktır.

Amerika’nın kurucusu Thomas Jefferson “bizler faziletli kaldığımız sürece bizi kimse asla aldatamaz” diyor. İşte işin sırrı burada yani faziletli olmakta yatıyor.

Türk Milleti; ruhunda ve genetiğinde çok önemli özellikler taşıyan asil bir millettir. Bu sebeple Sevgili Peygamberimiz hadisi şerif yolu ile “Türkler size ilişmedikçe sizde onlara ilişmeyin” diyerek ashabını uyarmıştır. Hazreti Peygamberin bile böyle önem atfederek işaret ettiği Türk Milleti; bu gün kendinden bir haber  halde ve ne yapacağını bilmez bir vaziyettedir.

Türk Milletinin ağır sorunlarla karşı karşıya olduğu muhakkaktır. Ancak bu sorunların hiç biri çözümsüz değildir. Yeter ki karamsarlığa düşmeden yanlışlardan arınıp  silkinmek, yeniden tarih yazacak bir şahlanışa sebep olacaktır.

Bunu yapabilmek için kendi kendimizle bir yüzleşmeye ihtiyaç vardır. Bu yüzleşmeyi yapamazsak ödeyeceğimiz bedeller her geçen gün katlanarak artacaktır.

Gelin henüz vakit varken hepimiz bir aynanın önüne geçerek kendimizle bir yüzleşelim… Bu yüzleşme bize doğruları bir kez daha görme fırsatını verecektir. Ben de bunu kaçırmayalım diyorum. Üstelik aynalar da benden !