Yazının başlığı çoğunuza Peyami Safa’nın Fatih- Harbiye romanının ismini çağrıştırdığını sanıyorum. Bu romanda Fatih, doğuyu, gelişmemişliği ve eskiyi temsil ediyordu, Harbiye ise gelişmişliği ve batı tarzı bir hayatı simgeliyordu. Günümüzde Sultanahmet ve Ortaköy, iki farklı hayat tarzının sembolü olarak algılanan İstanbul’un iki canlı semti. Bu hafta sonu (Ramazan ayı içinde) Sultanahmet’te bir gece ve Ortaköy’de bir gündüz geçirdim. Duygu ve izlenimlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.
BİR RAMAZAN GECESİ SULTANAHMET: İstanbul Ramazan gecelerinde, Sultanahmet Camisi ve çevresinin özel bir yeri var. Birkaç seneden beri Ramazan ayı içerisinde Sultanahmet’te bulunma imkânı bulamamıştım. Hafta sonunda iftar sonrası Sultanahmet’e gitmek nasip oldu.
Öncelikle, arabayla Sultanahmet semtine girmek, girdikten sonra park yeri bulmak son derece zor oldu. İki saat kadar trafik çilesi çektikten sonra park ederek saat 23.00-01.30 arası binlerce vatandaşımızın coşkulu kalabalığı ile ortak atmosferi paylaşabildik.
Kalabalığın büyük kısmı iftarını Sultanahmet Camisi çevresinde yapmış, teravihten sonra da bir bayram yerini andıran meydanın çeşitli köşelerine yerleştirilmiş sahnelerde gerçekleşen konser ve gösterileri izlemişti. Gece 01’den sonra bile meydanın canlılığı aynen devam ediyordu. Çünkü çoğunluk sahuru da burada yapmak ve sabah namazından sonra evlerine dönmek niyetindeydi.
Sultanahmet Camisi avlusunda yapılan kitap fuarı bu sene avlunun bir kısmında değil, tamamında ve avlu dışında yapılan standlarda hizmet veriyordu. Daha geniş bir alana yayıldığı için daha ferah bir atmosfer ve muhtemelen daha fazla yayınevinin katılımı sağlanmış. Muhafazakâr kesimin kitap okuma alışkanlığının geliştiğine dair ümit verici bir canlılık gözledim.
Kalabalığın hepsinin “cami cemaati” olmadığı da kılık kıyafetlerinden ve tavırlarından belli oluyordu. Başı kapalı hanımların yanında sadece başı açık değil, biraz da dekolte sayılabilecek kıyafetli hanımların olması dikkat çekiciydi. Bayram yeri havasındaki bu atmosferde ailecek güzel bir gece geçirmek isteyen, ancak namaz kılmak için camiye girmeyen çok ciddi miktarda insanımız da bu meydanda idi.
Dikilitaş’ın bulunduğu alanın her iki tarafına yapılan minik dükkânlarda döner, köfte, gözleme gibi yiyecek büfeleri ile macuncular, mısırcılar, közde kahve ve nargileciler gibi eski Ramazanları günümüze taşıyan mekânlar oluşturulmuştu. Çok canlı bir alışverişin olduğu bu sabit mekânların yanında, çimenler üzerine yayılmış vatandaşlarımızın bir kısmı da evlerinden getirdikleri yiyecekleri tüketip, termoslarından koydukları çayları yudumlamaktaydı. Hatta bazıları yanlarında getirdikleri battaniyeye sarılıp kestirmeye başlamıştı.
Bu görüntünün İstanbul gibi yüzlerce yıl medeniyetin beşiği olmuş bir şehre yakışmadığı düşünülebilir. İstanbul’un biraz daha köylü hale geldiğinin bir işareti olduğu da söylenebilir. Fakat burada gördüğüm insanlarımız Türkiye’nin orta tabakasını teşkil eden, aile hayatına önem veren, küçük bütçelerine katık ettikleri sevgileriyle büyük mutlulukları yaşamayı becerebilen bir asalet içindeydiler. Biz bu insanları hep üzgün, karamsar, kederli ve öfkeli görmeye alışmışken, onları ortak bir bayram coşkusunu yaşarken görmek beni çok mutlu etti.
Onların arasında Türk-Kürt ayrımı, Sünni-Alevi farkı ve açılım arama gayretkeşliği yoktu. Zaten herkes kimliğini nasıl tarif ederse etsin, kılık kıyafeti ne olursa olsun diğerinin onu sorguladığı yoktu. Camide beraber, eğlencede, işyerinde beraber olan insanlarımızı farklı kimliklerle yabancılaştırmaya çalışanlar bu manzaradan biraz olsa utanmaları gerekir.
BİR RAMAZAN GÜNÜNDE ORTAKÖY: Ortaköy, Boğaziçi’nde Beşiktaş ilçesine bağlı bir semt. Boğaziçi Köprüsünün Avrupa yakasındaki ayağı bu semtte. Kıyıda Sultan Abdülmecit tarafından Mimar Nikoğos Balyan’a 1853 yılında yaptırılmış, oldukça zarif bir yapı olan Ortaköy Camisi (Büyük Mecidiye Camii) dikkat çekicidir.
Barok üslubunda yapılan ve adeta deniz üstünde imiş hissi veren bu aydınlık ve ferah cami etrafında çeşitli lokantalar, hanımların kendi el emeklerini sergilediği çok sayıda tezgâhta, incik boncuk (bijuteri) vb malzemeler satılıyor. Lokantaların haricinde çok sayıda tezgâh ve büfede gözlemeciler, kumpirciler, midye tavacılar vb satış yerleri var. Bu işyerlerindeki canlılık, buraya gelen halkın içinde oruçlu olmayanların oranının yüksekçe olduğunu düşündürtmekteydi.
Bayanların kıyafeti daha belirleyici olduğu için söylemek durumundayım, burada da başörtülü hanımlar vardı, ancak çoğunluk bayanların başı açıktı. Hatta dekolte kıyafetler hayli fazlaydı.
30 Ağustos Zafer Bayramı dolayısıyla Boğaziçi’nden (Karadeniz tarafından Güneye doğru) çeşitli savaş gemilerimiz, denizaltılarımız, uçaklar ve helikopterlerimizin yaptığı gösterileri izlemek Ortaköy gezimizin ayrı bir tadı oldu. Ortaköy sahilindeki bu canlı kalabalık içindeki her yaştan insanımızın çoğunun, hangi kıyafeti, hangi kimliği taşırsa taşısın bu gösteriyi alkışlarla, sevgiyle, coşkuyla izlediğine şahit oldum. Sıradan resmi törenlerin zoraki alkışı değil, içten, gönülden gelen sevgi ve gurur alkışlarıydı bunlar. Bu manzarayı izlemekte beni çok mutlu etti.
İskeleden kalkan teknelerle yapılan bir saatlik Boğaziçi gezisinde, dünyanın en güzel yerinde yaşamanın gururunu ve düşmanların bizi neden bölüp küçültmeye çalıştıklarını anlama şuurunu idrak edebiliyoruz.
Ortaköy’deki insanlarımız da, aynı Sultanahmet’tekiler gibi, vatanını ve milletini seviyor ve birbirlerine karşı bir ayrım gözetmeksizin bir arada güzelliklerimizi paylaşabiliyordu. Ülkemize karşı kötü niyeti olanlara karşı her iki kesim de gerekirse şehit olmayı göze alabilecek bir sevdanın pırıltılarını taşıyorlardı.
Ülkem adına son zamanlarda koyulaşan endişelerim azaldı, ümitlerim çoğaldı.
ABD’den ithal projelere uygun açılım arayanlar, asil Türk Milletinin bazı kardeşlerine ayrım yaptığı iftirasında bulunanlar utanmalı. Unutulmasın ki, ortak milli kimliğimizin adı olarak ifade ettiğimiz, Türk Milleti içine nifak sokup ayrışmalara sebep olmanın her iki cihanda da bedeli ağır olacaktır.