KAMBOÇYA POL POT DÖNEMİ SOYKIRIMI: Bir TV kanalının ülkeleri tanıtan bir programında Kamboçya tanıtıldı. Bu ülkede 1975-1979 döneminde yaşanan iki milyona yakın insanın ölümüne yol açan, dünya tarihinin en büyük soykırımlarından biri olan korkunç olaylar anlatıldı.
Olaylar, Pol Pot adıyla tanınan Kızıl Kmerler adlı gerilla teşkilatının kurucusu komünist gerillacının (asıl adı ile Saloth Sar), Kamboçya başbakanı olduğu dönemde gerçekleşmişti. (Pol Pot, 1949 yılında Paris’te radyo mühendisliği bursu kazandı. Öğrenimi sırasında komünist oldu ve Fransız Komünist Partisi’ne üye oldu. 1953 yılında Kamboçya’ya döndü ve Kızıl Kmerler olarak bilinen gerilla teşkilatını kurup organize etti.)
TV programında anlatılanları, insanın aklının alması da, içinin kaldırması da mümkün değil. Çocuk yaştaki insanların eline silah verip, en vahşice cinayetleri işleten rejim, bütün okulları kapatmış, bütün öğretmen ve öğrencileri pirinç tarlalarında çalışmaya sevk etmiş, gözlük ve saat gibi en basit teknolojik aletlerin kullanılmasını bile yasaklamış. “Ölüm ağacı” adı verilen ağaçta yapılanları dinlemek bile tüyler ürperticiydi. Ana babaları öldürülmüş bebek ve küçük çocuklar ayaklarından tutulup, başları ağaca çarptırılarak kafatasları parçalanmış, cesetleri ağacın hemen yanındaki çukura atılmış. Soykırım müzesinde teşhir edilen on binlerce kafatası ve hala aynı acıyla yaşayan Kamboçyalılar…
Yıllarca birlikte yaşayan, komşuluk akrabalık ilişkileri olan insanların bu vahşetin içinde rol almasını anlamak kolay değil. Toplumun yaşadığı faciayı herhalde “toplumsal akıl tutulması” olarak tanımlamak mümkün olabilir.
Peki, demokrasi ve insanlık dersi veren ülkelerin tavırlarını nasıl tarif edeceğiz? “Her diktatör gibi Pol Pot’un da ardında yıllar boyunca batılı emperyalistler yer aldı. Normal şartlarda bu adamın işini bir tek günde bitirebilecek olan İngiltere, Fransa, ABD ve BM, Kamboçya’nın 8 milyonluk nüfusunu dört yılda neredeyse yarıya indirmesine karşın Pol Pot’un katliamlarını inatla görmezden geldiler ve onu ülkesinin “yasal lideri” olarak tanıdılar.”
*********************************************
MCCARTHYİSM: 1940’lı yılların ikinci yarısında ABD-SSCB gerginliği, Doğu Avrupa ve Çin‘deki komünist gelişmelerin korku yarattığı bir ortamda, McCarty adlı senatörün Dışişleri Bakanlığında komünist kadrolar var diye başlattığı soruşturmalar, yayılarak binlerce kişiyi işinden etmiş, birçoğunun da toplum dışına itilmesine sebebiyet vermiştir. İnsanların komünistlik suçlamasıyla baskı ve kovuşturmaya uğraması, yapılan “cadı avı” ile bu uygulamanın ABD’lileri uyumlu(!) yurttaşlar olmaya zorlamasını ifade eden kavram, siyasal literatürde “McCarthycilik” olarak yerleşmiştir.
Bu dönemde ABD’de yaşananlar da bir “toplumsal akıl tutulması” örneğidir.
**********************************************
Tarihteki diğer iç savaş, zulüm ve soykırım olaylarını siz hatırlayın. Hitler’i, Stalin’i, Mussolini’yi, Mao’yu Miloşeviç’i ve diğerlerini.
Bunların hepsinde ortak yön, psikolojik yönden hasta veya basiretsiz liderler tarafından kitlelerin birbirine düşman hale getirilip, devlet gücünün belli kitleleri yok etmek için ölçüsüz bir şekilde kullanılmasıydı. Yaratılan korku ortamında robotlaştırılmış, düşünemeyen, konuşamayan, yazamayan yığınlar yaratanlar tarihte lanetle anılırken, bu yönetimlere maruz kalmış kitleler büyük mazlumlar sıfatını aldılar.
Çok şükür ki, Türk tarihinde böylesine utanç verici soykırım hadisesi yoktur. Tarihimizde böyle deli ve zalim lider de çıkmamıştır.
Tarihte bizimle ilgili farklı iç çatışma örnekleri var: İslam tarihindeki daha sahabeler hayattayken yaşanan iç savaşlar, Hazreti Peygamberin en yakınlarının (bu arada eşi ve damadının) karşı karşıya savaşmaları… Türk tarihindeki fetret devri, iç isyanlar…
*************************************************
Hemen her ülkede toplumsal akıl tutulmasının yaşandığı zaman dilimleri vardır. Türkiye’de de bu tür dönemler yaşanmıştır. İç çatışma olması için çoğu zaman kışkırtmalara maruz kalan Türkiye, 1980 öncesi yaratılan sağ-sol çatışması yüzünden 5000 den fazla vatan evladını kaybetti. Daha sonra sahneye konulan Türk-Kürt, Alevi-Sünni, gibi ayrıştırma projeleri ise halkımızın müthiş basireti sayesinde, çok şükür ki, iç savaş noktasına gelmedi.
Bugün ise din ve etnik kimlik üzerinden kamplaştırma gayretleri, Türk devletinin en temel organları olan Yargı, TSK, TBMM gibi kurumları güçsüz ve güvenilmez kılacak saldırılar tehlikeli bir çizgiye geldi.
“Ayı izinin kurt izine karıştığı”, “Ergenekon” adı verilen “ihtilalcı terör örgütü” davasının, “Ak Parti’yi kapatma davasına” karşı bir rövanş olduğunun tartışıldığı bu ortam tehlikelidir. Her iki davada da süreç iyi yönetilmiyor. Bir davada kendini mağdur görenler, öbür davada zalim görünmeyi göze alabilecek hatalar yapıyorlar.
Tansiyonun düşürülüp, normalleşmenin sağlanması ancak ve ancak sadece “Hukukun üstünlüğü” kavramının yaşatılması, hukuk devletinin usul ve esaslarına harfiyen uyulması ile mümkün olabilecek.
Halkımızın sağduyusuna inancımız var. Ancak devlet erkini kullanan herkesin sorumluluğunun daha fazla farkında olmasını ve gereğini yapmasını bekliyoruz. Yargı mensuplarının, emniyetin, siyasetçilerin ve bunlara ilaveten medyanın hukukun ve demokrasinin temel kurallarına uymamasının sonuçları çok acı olabilir.