Atatürk ve Din

120

Atatürk’ü doğru anlamak ve istismar etmemek için O’nu bilinip de söylenilmeyen yönleriyle ele almak gerekir düşüncesiyle bu yazıyı yazıyorum.


Atatürk Osmanlı Devletinde Osmanlı vatandaşı olarak dünyaya gözlerini açtı. Osmanlı okullarında eğitim-öğretimini tamamladı. Osmanlı kültürüyle yoğruldu. Nihayet orduda görev aldığında her subay gibi oda dinini diyanetini bilen, vatanını, milletini seven bir Osmanlı subaydı. Çünkü Osmanlı eğitimi dinden bağımsız değildi.


Atatürk dini bilmekle beraber dinin toplum üzerindeki etkisini, vatan savunmasındaki rolünü de en iyi bilenlerden birisi idi.


Balkanlarda, Trablusgarp ta, Yemen’de, Çanakkale de, Anafartalar’da, Sakarya’da ve nihayet İstiklal Savaşı’nda dinin toplum üzerinde etkisini bizzat yaşayarak görmüş bir Osmanlı komutanıydı.


Bu vesile ile şunu da belirtmek gerekir ki Osmanlı hakikaten hatalarıyla beraber muazzam bir devletti. Çöküş döneminde Mustafa Kemal’i Fevzi Çakmak’ı, Kazım Karabekir’i, Rauf Orbay ve Ali Fuat Cebesoy gibi dünya çapında asker ve devlet adamlarıyla beraber Mehmet Akif Ersoy, Elmalılı Hamdi Yazır gibi şair ve din âlimleri yetiştirmiştir.


Dikkat edecek olursak bugün övündüğümüz bu değerleri biz yetiştirmedik. Onlar Osmanlı’nın yetiştirmiş olduğu dünya çapında insanlardır. Bizim de iftihar kaynağımızdır. Onlar Osmanlı’nın bize armağanıdır.


Onlar çöken imparatorluk enkazından yeni bir devlet; Türkiye Cumhuriyetini kurmuşlardır ama biz onlarla övünmek ve onları,  istismar etmekten başka bir iş yapamamışız.  T.C’nin kuruluşundan bu yana M. Kemal, Fevzi Çakmak vb. ayarında bir komutan, M. Akif Ersoy seviyesinde bir şair, Elmalılı Hamdi Yazır düzeyinde bir din âlimi yetiştirebildik mi? Ben bilmiyorum, yanılmayı da çok isterim.


T.C kurulduktan sonra Atatürk’ün girişimiyle 3 Mart 1924’te Diyanet işleri başkanlığı kurulmuştur. Atatürk dinin birey ve toplum açısından önemini iyi bilen bir devlet adamıydı. Bu sebeple diyanet işleri başkanlığını kurdurdu. Dini hizmetleri D.İ başkanlığı vasıtasıyla tek elden yürütülecek illerde ilçelerde müftülükler aracılığı ile teşkilatlanacak vaizler ve imamlar aracılığı ile halk dinini doğru olarak öğrenme ve yaşama imkânına sahip olacaktır.


Atatürk D.İ Başkanlığı görevine ilk olarak Ankara müftüsü Rıfat Börekçiyi atamıştır. Anayasanın 136. maddesinde belirtildiği gibi D.İ Başkanlığı İslam dininin inanç, ibadet ve ahlak esasları ile ilgili işleri yürütmek toplumu din konusunda aydınlatmakla görevlendirilmiştir.


Atatürk dine önem veren bir liderdi. Halkında dinini öğrenmesini istiyordu. Bunun için dini eserlerin halka ulaşmasında büyük önem vermiştir.


Bunlardan ilki Kuran-ı Kerim’in Türkçe meal ve Tefsirinin yapılmasıdır. Atatürk halkımızın Kuran’ı yeterince tanımadığı görüşünde idi. Bir sözünde Türkler dinin ne olduğunu bilmiyor bunun için Kuran Türkçeye tercüme edilmelidir. Atatürk bu konuda ki görüşlerini 21 Şubat 1925 tarihinde TBMM de D.İ Başkanlığı bütçesi görüşülürken dile getirmiş. O’nun girişimleri sonucu bu oturumda Tefsir-Meal çalışmaları ile hadis kitaplarının dilimize kazandırılması için D.İ başkanlığı bütçesine 20.000 lira ek ödenek konulması kararlaştırılmıştır.


Mecliste alınan karar gereğince Kuran-ı Kerim’in tercüme(meal) görevi Mehmet Akif Ersoy’a, Tefsir görevi de Elmalılı Hamdi Yazır’a verilmiştir. M. Akif Ersoy mazeret belirterek bu görevden çekilince Meal ve Tefsir görevi Hamdi Yazır’a verilmiştir. O yoğun ve titiz bir çalışma sonucunda Hak dini Kuran Dili isimli Meal ve Tefsiri yazmıştır.


Günümüzde, ülkemizde ve İslam âleminde en gözde tefsirlerinden bir tanesidir. Atatürk Halk dinini öğrensin ve yaşasın diye Kuran tefsiri yazdırıyor. Günümüzde Atatürkçü olduğunu iddia eden insanlar ne ile uğraşıyorlar?


Atatürk’ü seven ve Atatürkçü olduğunu iddia eden her insan Atatürk’ün hatırına bu tefsiri ( Hak dini Kuran dili ) evlerine almalı ve okumalı gereğince de amel etmelidirler. Çünkü bu tefsiri Atatürk bunun için yazdırmıştır.


Aynı şekilde hadislerinde Türkçeye kazandırılmasına büyük önem vermiş Kütübü sitte ( Altı meşhur hadis kitabı )’nın birinci kitabı olan sahihi Buhari’yi Türkçeye kazandırma görevini Babanzade Ahmet Naim Bey’e vermiştir.


O’nun ömrü bu iş için yetmeyince Profesör Kamil Miras Bey bu görevi tamamlamıştır. Atatürk’ün girişimleri sonucu dilimize kazandırılan bu hadis kitabını Atatürk’ü seven ve O’nun izinde olduğunu iddia eden bütün insanlara tavsiye ederim. O’nun hatırına O’nu sevenlerin kütüphanelerinde bu hadis kitabı olmalı ve okunmalıdır.


Halkın dinini öğrenmesinde ve çeşitli konular hakkında bilgilenmesinde önemli bir rol oynayan hutbelerinde nasihat bölümlerinin Türkçe okutulmasına da öncülük etmiştir.


1 Mart 1922 de meclisin üçüncü toplantısının açılışında bu konuyu dile getirmiştir.  7 Şubat 1923 günü Balıkesir Zağanos Paşa Camii’nde bir hutbe okumuştur.  O’nun hutbesinden 1–2 paragraf ile yazımı bitirmek istiyorum.


“Ey millet! Allah birdir, şanı büyüktür. Allah’ın selameti sevgi ve iyiliği üzerinize olsun. Peygamber efendimiz Hazretleri Cenab-ı Hak tarafından insanlara dini hakikatleri tebliğe memur edilmiş ve resul olmuştur. Temel nizamı hepimizin bildiği gibi Kuran-ı Azımüşşandaki açık ve kesin hükümlerdir.


İnsanlara manevi mutluluk vermiş olan dinimiz, son dindir. Mükemmel dindir. Çünkü dinimiz: Akla, mantığa ve gerçeklere tamamen uymakta ve uygun gelmektedir. Eğer akla, mantığa ve gerçeklere uymasa idi bununla diğer tabiat kanunları arasında zıtlık olması gerekirdi. Çünkü bütün tabiat kanunlarını yapan Cenab_ı Hak’tır.”


Bu ve benzeri ifadeleri sıralamak mümkün ama ben bunların bile Atatürk’ün dine ve dindarlara bakış açısını göstermesi açısından yeterince aydınlatıcı olduğu kanaatindeyim.


Atatürk’ü, Fevzi Çakmak’ı, Kazım Karabekir vb. komutanları M. Akif Ersoy gibi bir şair, Hamdi Yazır gibi din âlimleri yetiştiren Osmanlıyı saygı ve hürmetle anıyorum. Hepsinin ruhları şad makamları cennet olsun.


Cenab-ı Hak ülkemizi, İslam âlemini ve tüm insanlığı her türlü sıkıntı ve musibetlerden muhafaza eylesin.


Huzur, mutlu ve aydınlık yarınlarda buluşmak dileğiyle.