Ermeni diasporası tarafından sözde Ermeni soykırımının sembolü olarak Ağrı Dağı yerine kullanılan Ararat Dağı ifadesinin, MEB 11. sınıf coğrafya ders kitaplarında kullanıldığı ortaya çıkmıştır. Bu büyük yanlışı, gaflet örneğini ortaya çıkaran Türk Eğitim-Sen Genel Başkanı Sayın İsmail Koncuk’a teşekkür ederiz. Ciddiyetsizlik ve sorumsuzluk örneği olan bu yanlışı acaba Ermeni Milli Eğitim Bakanlığı yapar mı? Eğer siz, milli duruşu, milli değerleri ve milliyetçiliği dışlarsanız; dışarıya hoş görünmek peşindeyseniz; bu gibi affedilmez yanlışları bolca yaparsınız. Eğer, dıştan destekli bir takım vakıfların güdümündeki vakıf ve kuruluşların etkisine girerseniz; daha da büyük yanlışlar yaparsınız. Sayın Başbakan bir ara “Türkiye, sadece Türklerin değildir” ifadesini kullanmadı mı?
Bu büyük yanlışlar son senelerde oldukça arttı. Milletlerarası toplantıların Türkçe isimleri yerine sadece İngilizce isimleri kullanılır oldu. Ecevit Hükümeti’nde Sayın Bostancıoğlu’nun Milli Eğitim Bakanlığı döneminde de meslek okulları diplomasının üstünde garip bir ay-yıldız vardı ve sonra değiştirildi.
***
Geçen hafta içinde milli tarihimizin üzücü ve düşündürücü sayfalarından birinin 89. Yıldönümüydü. Milli şehit Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey dış baskılarla 10 Nisan 1919 tarihinde Beyazıt Meydanı’nda idam edilmişti. Bilindiği gibi; bu aziz şehidimiz Atatürk’ün teklifiyle TBMM tarafından milli şehit ilân edilmişti. Ermenilere kötü muamele yapılmasını önleyemediği iddialarıyla daha önce beraat etmiş olmasına rağmen; Divan-ı Harb’e verilmiş, haksız suçlama kılıfına uydurularak idam kararı çıkarılmıştır. Bu asil vatan evlâdının son sözleri “Allah, vatan ve millete zeval vermesin. Üç çocuğumu millet uğruna yetim bırakıyorum. Yaşasın millet” idi. Kabri başında yapılan anma toplantısına vefalı ve kadirşinas vatandaşlarımız katıldı. Kemal Bey, rahmetle, saygıyla ve dualarla anıldı. Vatan için hayatını seve seve veren Kemal Bey’ler unutulmadığı, unutturulmadığı ve bu acı olaylardan ders alınabildiği sürece geleceğimizi kurtarabiliriz.
Zaman tünelinde dünden bugüne bağlantı kurduğumuzda, bugün dünden pek farklı değildir. Yabancılara hoş görünebilmek, onların şerrinden kurtulabilmek uğruna Osmanlı, bir kaymakamını, çeşitli kamu görevlilerini ve askerlerini göz göre göre feda etmiştir. Dışarıdan kumandalı ve destekli, şımartılmış ve imtiyazlı kılınmış bazı ihanet odakları dün de bugün de görev başındadır. Bugün de Brüksel’in memurları sömürge müfettişi gibi aramızda dolaşıyor, her şeyimize karışıyorlar. Bugün hayali bir AB üyeliği uğruna Türkiye ile oynanmakta; gurur ve haysiyet kırıcı beyanlara ülkeyi yönetenler ses bile çıkartamamaktadırlar. Türkiye’nin, milli devlet anlayışından uzaklaştırılarak Sevr şartlarına uydurulması, demokratikleşme ve özgürleşme olarak takdim edilmektedir. Türksüz, milliyetsiz, aşırı liberal, ısmarlama ve tepkici anayasa taslakları gündemdedir. TCK’nun 301. Maddesi bazılarını rahatsız etmektedir. Hakaret serbestisi istemektedirler. Petrol ve vakıflar yasaları çıkarılmış; sıra egemenliğin devrine, zorla birleştirilerek KKTC’nin buharlaşmasına sebep olabilecek bir Kıbrıs modeline gelmiştir. Bunlara ilâve olarak; inanç dünyamız üzerinde Vatikan patentli, İslâm’ı ve Peygamberimizi dışlayan, Müslümanları devşirme amacı taşıyan diyalog tuzakları bulunmaktadır.
Son olarak; Washington, Sulukule’nin istimlâkına bile karışmıştır. Yargımız, dış baskı altına alınmıştır. Aslında, 89 yıl önce gerçekleştirilen idamla Kemal Bey’in değil; Osmanlı’nın ipi çekilmiştir. Bugün ise; sindirilmeye, bastırılmaya ve tepkisizliğe mahkum edilmek istenen, medyanın büyük çoğunluğu tarafından yanlış şartlandırılan “Yol Ayrımındaki Türkiye” gerçeği ile karşı karşıyayız. Dün saltanatın merkezi İstanbul’du ama; yöneten merkezler farklıydı. Bugün de merkez Ankara’dır ama; acaba Türkiye Ankara’dan mı yönetilmektedir?
Dün nasıl ki Ermeni sorunu Ermenilerin değil; Ermeni terör örgütlerini kullananların sorunu ise; bugün de ırkçı Kürtçülük sorunu Kürtlerin değil; onları kullanmak isteyenlerin sorunudur. Anadolu’da hilâle karşı haçın mücadelesi iyice ortaya çıkmıştır. Yeter ki bu farkedilebilsin. Biz bu şartlar altında “Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı”nın 88. Yıldönümünü idrak edeceğiz.