Birbirimizle uğraşacak ve kısır tartışmaların sürdürüleceği bir
dönemde değiliz. Duygusallık, şahsi çekişmeler ve kendine oynama
hastalığını bir tarafa atıp gerekirse her türlü fedakarlığa katlanıp
ancak birlikte güç olunabileceğini kavramalıyız. Türkiye’nin
kuşatılmasına ve açık ihanetlere karşı yasalar içinde kalarak milli
tepki koymak, tavır almak vatandaşlık görevidir. Milli tepkiyi
yoğunlaştırmak ve gerekli tavrı koymak yerine; suya sabuna dokunmamak,
küçük hesaplar peşinde koşmak, her şeye seyirci olma zihniyeti ve
yenilgi psikolojisi bize çok şeyler kaybettirebilir. Daha işin
başındayız. İtibar ve güveni kaybettikten ve ümit olmaktan çıktıktan
sonra her hangi bir siyasi hareketin başarılı olması mümkün müdür?
Korkularla siyaset yapılabilir mi? Bu soruların cevaplarını vermemiz ve
uzlaşmamız gereken noktadayız. Eğer Türkiye sevdalısı isek… İspanya’da
terör örgütünün cinayetlerine karşı yüz binler yürüyor. Türkiye’de ise;
tepki ve hassasiyet öldürülmeye, bastırılmaya çalışılıyor.
Geçenlerde H. Dink davası ile ilgili tutukluların Adliye’ye
getirilmesinde Adliye aracının önünde “ya sev, ya terk et” yazısının
bulunması, bazılarını fazla rahatsız etmişe benzemektedir. Bunun
yadırganacak bir tarafı yoktur. Öğrendiğimize göre; bunun patenti de
bize ait değildir. ABD’de parklara kadar yayılmış olan bu ifade, ABD’ye
uyum sağlayamayanların, ABD vatandaşlığını içine sindiremeyenlerin
dışlanması anlamına gelmektedir. Sevilemeyen, benimsenemeyen bir yer ve
ülke terk edilir. Bir taraftan anayasal hakları kullanacaksınız, temel
hak ve hürriyetlerden, siyasi ve ekonomik hürriyetlerden istifade
edeceksiniz; ama diğer taraftan Türkiye Cumhuriyeti, milli kimlik ve
Türkiye’nin temel değerleri ile açıkça çatışacaksınız. “Bu ülke bizim
de ülkemiz” diyeceksiniz; ama diğer taraftan “yıllardır Türküz dedik de
Türk mü olduk” deme samimiyetsizliğini göstereceksiniz. Buna hangi
demokratik ülke müsaade ediyor? İnsanın kendisine sunulan bütün
imkanlara rağmen, bir türlü sevemediği, benimseyemediği, kendi kendini
ötekileştirdiği bir ülkede durması, bu ülkenin vatandaşlığında kalma
ısrarı, her şeyden evvel kendi kendisine saygısızlığı ve
samimiyetsizliğidir. Türkiye, nüfusunu arttırmak için her türlü talebi
kabul eden ne bir Belçika’dır, ne de bir yol geçen hanı…
* * *
Her geçen ay ihanetten odaklanan bölücü teröre verdiğimiz şehitler
artmaktadır. Ancak siyasetçi yanlışını bir türlü görmek istememektedir.
PKK katil bir terör örgütüdür. Ama o terör örgütüne dolaylı da olsa
ortam hazırlayanlar, mükafat gibi aflar çıkaranlar, hayali barış
projeleri üretenler, Irak’ın Kuzeyi’ndeki gelişmelere karşı tedbir
almayanlar, tedbirlerden biri olan sıcak takip ve askeri müdahaleyi
pehlivan tefrikasına çevirip tedbir olmaktan çıkaranlar, Terörle
Mücadele Yasasının içini boşaltanlar, güvenlik güçlerinin elini kolunu
bağlayanlar, yetkilerini sınırlayanlar, Brüksel sevdası uğruna olmadık
hoşgörü örneklerini verenler, hukuk devletini işletemeyip üç-beş
belediye başkanını görevden alamayanlar, askeri rakip gibi görenler,
terör örgütünün siyasallaşmasına merdiven olanlar, tepki göstermeleri
gereken yerde susanlar, günü gün etmeye çalışanlar, siyasi irade zaafı
gösterenler acaba PKK terör örgütü kadar suçlu değiller midir? Terör
örgütünün eylemleri durup dururken mi artmıştır? Örgütün taleplerini
demokratik yoldan gerçekleştirmeye çalışmak terörü beslememiş midir?
Her konunun olduğu gibi terörün önlenmesinin ve siyasetçinin tekrar
itibar kazanmasının, demokrasinin yıpranmamasının yolu; devlet
ciddiyetindedir, devlet adamlığı gerektirir, anayasaya saygıdadır ve
hukuk devletini işletebilmektedir. Milli kimlikle oynamak, yapay
kimlikler icat etmek, onunla bununla egemenliği paylaşmak, milli
bağımsızlık yerine karşılıklı bağımlılık adı altındaki teslimiyetçilik,
milli devlet anlayışından uzaklaşıcı tavırlar ortaya koymak, ülkeyi
etnik sorunlu hale sokmak ülkeyi yönetenlerin görevi değildir.
Daha aydınlık bayramlarda buluşmak ümidi ile Ramazan Bayramınızı kutlarım.