Rüzgâr Eken Fırtına Biçer

322

Çocukluğumuzdan beri “Çırpınırdı Karadeniz” Türküsünü hüzünle, gözlerimiz yaşlı, yaşlı dinledik ve mırıldandık hep. Rusya’nın zulmünde inleyen Azerbaycanlı Türk kardeşlerimizin ıstıraplarını, çilelerini en derinden hissettik yıllar boyu. Bu ıstırapta çaresizliğimizin de payı büyüktü elbette.

 Sabır her şeye dermanmış. Köprünün altından çok sular geçti. Can Azerbaycan yıllar sonra bağımsızlığına kavuştu. Fakat Rusya, Türkiye ile Azerbaycan arasına sinsice bir tuzak kurarak Ermenistan’ı bir hançer gibi aramıza yerleştirdi. Bu yüzden Azerbaycan, özgürlüğünü doya doya yaşayamadı. Rus’un zulmünden kurtulduğu halde Ermeni’nin kalleşliğinden kaçamadı.

Dünya, insanlık tarihinin en korkunç katliamlarından birine uyandığında, takvimler 26 Şubat 1992’yi gösteriyordu. Tarihe kara bir leke olarak geçen katliam, Azerbaycan’ın Dağlık Karabağ bölgesindeki Hocalı’da meydana geldi. Ermeniler kadın, erkek, çocuk ayrımı yapmaksızın önüne geleni katletti.  Bu katliamda, 613 kişi can verdi. Şehit olanlarda ağır işkence izleri vardı. Bu hunharca katliam, o dönemde çekilen görüntülerle ve katliamdan sağ kurtulanların anlattıkları ile tarihe kanlı harflerle yazıldı.

Resmi kayıtlarda, şehitlerden 63’ü çocuk, 106’sı kadın, 70’i yaşlıydı. 487 kişi ağır yaralı olarak kurtulmuştu. Esir alınan 68’i kadın, 26’sı çocuk 150 kişiden hiç haber alınamadı. Azerbaycan, Hocalı’da yaşananların “soykırım” olduğunu ilan etti. Bu acı, Türk milletinin kalbinde unutulmadan hep yaşadı. O günleri görüp yaşayan tanıkların anlattıklarında bazı bölümler:

Fransız gazeteci Jean-Yves Junet: “Bu gördüklerim gerçek olamaz, bunlar ya beynimin bana oynadığı bir oyun ya da Azeriler çok iyi mizansen hazırlamışlar” diye düşündü ilk önce. Öyle ya, hangi insanoğlu soğukkanlı bir şekilde elleri bile titremeden diri diri yalnızca kemikleri kalana kadar bir insanın kafa derisini yüzebilirdi? Ya da nasıl bir insan hamile bir kadının karnını kasatura ile yarıp doğmamış çocuğu oradan alıp sonra da çocuğu süngüleyebilirdi? Fakat katliamdan sağ kurtulmayı başaran bir avuç kişinin yeri göğü inleten feryatları bu gördüklerinin ne bir oyun ne de bir mizansen olmadığını tekrar hatırlattı ona. Jean Yves Junet Hocalı’da tanık olduğu vahşetin büyüklüğünü, “Pek çok savaş öyküsü dinledim, faşistlerin zulmünü işittim, ama Hocalı’daki gibi bir vahşete umarım hiç kimse tanık olmaz” diyerek özetlemekte gördüklerini.

Amerikalı gazeteci Thomas Goltz’un Amerika’nın Sesi’ne (VOA): “Gördüklerimiz karşısında Reuters muhabiri Elif Kaban ve eşim Hicran donup kaldılar. Fotoğrafçı arkadaşım öyle etkilenmişti ki fotoğraf çekebilmesi için kendisini objelerin üzerine doğru itmem gerekiyordu. Cesetler, mezarlar, evet hepsi mide gerektiriyordu. Ama olanları anlatmak, dünyaya duyurmak gerekliydi. Hayatta kalanları bularak hemen orada neler dediklerini kaydettik. Bazı cesetleri tanımaya çalıştım ama yüzlerinden vurulanlar, tanınmayacak halde olanlar vardı. Bazılarının kafa derileri yüzülmüştü.”

Ermeni Zori Balayan, 1996 yılında basılan Ruhumuzun Canlanması adlı kitabında  ise hiçbir pişmanlık belirtisi  göstermeden şunları yazmıştır: “Biz arkadaşımız Haçatur’la ele geçirdiğimiz eve girerken askerlerimiz 13 yaşında bir Türk çocuğunu pencereye çivilemişlerdi. Türk çocuğunun bağırış çağırışları çok duyulmasın diye, Haçatur çocuğun annesinin kesilmiş memesini çocuğun ağzına soktu. Daha sonra bu 13 yaşındaki Türk’e onların atalarının bizim çocuklara yaptıklarını yaptım. Başından, sinesinden ve karnından derisini soydum. Saate baktım, Türk çocuğu yedi dakika sonra kan kaybından öldü. Haçatur daha sonra ölmüş Türk çocuğunun cesedini parça parça doğradı ve bu Türk’le aynı kökten olan köpeklere attı.”

Ermeni gazeteci Daud Kheyriyan “For the Sake of Cross” (Haçın Hatırı İçin) isimli kitabında: “…Gaflan denen ve ölülerin yakılmasıyla görevli Ermeni grup Hocalı’nın 1 kilometre batısında bir yere 2 Mart günü 100 Azeri ölüsünü getirip yığdı. Son kamyonda 10 yaşında bir kız çocuğu gördüm. Başından ve elinden yaralıydı. Yüzü morarmıştı. Soğuğa açlığa ve yaralarına rağmen hâlâ yaşıyordu. Çok az nefes alabiliyordu. Gözlerini ölüm korkusu sarmıştı. O sırada Tigranyan isimli bir asker onu tuttuğu gibi öteki cesetlerin üstüne fırlattı. Sonra tüm cesetleri yaktılar. Yapabileceğim bir şey yoktu. Ben Şuşa’ya döndüm. Onlar Haç’ın hatırı için savaşa devam ettiler.”

“…Bazen ölü bedenlerin üzerinde yürüdüğümüz de oldu. Bir bataklığı geçmek için ölü bedenlerden oluşan bir yol döşedik. Ben cesetler üzerinde yürümeyi reddettim. Albay Olganyan korkmamamı emretti…”

Rus televizyon muhabiri Yuri Romanov  “Ben Savaşı Çekiyorum” adlı kitabında gördüğü vahşeti şöyle anlatmaktadır: “Ben helikopterin camından bakıyordum ve gördüğüm, bu insanlık dışı dehşet verici manzara gerçek anlamda beni hayretler içinde bırakıyordu… Büyük bir alan kadın, yaşlı ve çocukların cesetleri ile doluydu. Cesetler arasında bulunan ninesine sarılmış küçük kız cesedi, insanı yakan bir manzara idi. Beyaz saçlı, başı açık ninenin yanına küçük kız uzanmıştı. Nedense, onların ayaklarını dikenli tellerle bağlamışlardı. Ninenin elleri de bağlıydı. Her ikisinin kafasında kurşun yarası vardı. Yaklaşık 4 yaşındaki kız çocuğu hayatının son anında ellerini, ölmüş anneannesine uzatmıştı. Bu sahneden o kadar etkilendim ki, kamerayı bile unuttum…”

Ne yazık ki tüm dünyanın gözleri önünde böyle bir katliam yaşanmasına, tüm kanıtlarıyla, itiraflarıyla  Ermenistan’ın yaptıklarının ortada olmasına karşın, bizler katliamcı olarak suçlanmaktayız.

 Türklerin katliam yaptığını iddia eden Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy, Hocalı katliamı sırasında daha annesinin karnında olan ve kurtulmayı başaran Zarife Guliyeva’nın mektubunda sorduğu, “1915’te, 100 yıl önce yaşanan olaya soykırım diyorsunuz ama 20 yıl önce Hocalı’da yaşanan soykırımı neden görmüyorsunuz?” sorusuna bir türlü cevap vermemekte, verememektedir.

Bu zulmü Fanatik Ermeniler az görmüş olacak ki yine sabredemeyerek, 14 Temmuz 2020‘de Azerbaycan ordusundan biri tümgeneral olmak üzere 7 askeri şehit ettiler.  Bu kalleşlik, Dağlık Karabağ’ın işgalden kurtarılmasına giden savaşın fitilini ateşledi. Azerbaycan ordusu, işgal altındaki topraklarını bir bir kurtardı. Yeni bir anlaşma yapıldı.

 Bu gelişmelere rağmen fanatik Ermeniler hiçbir zaman sözlerinde durmamıştır. İşgal ettikleri Azerbaycan topraklarını tamamen terk etmemiş, uygun bir zamanda kalleşliklerine devam edebilmek için  önemli yerlere ve Azerbaycan’da kalmak isteyen kendi vatandaşlarının arasına kümelenmişlerdir.

İşte son günlerde bu çeteler yine hortlamaya başlayarak saldırılarına, katliamlarına  devam etmek istemişlerdir. Fakat Azerbaycan eskisi gibi güçsüz değildir artık. Bu çapulculara hak ettikleri cevabı anında vermiştir. Canını kurtarmak isteyenler silahlarını teslim etmek zorunda kalmıştır. Bu gelişmeler üzerine Ermenistan’a büyük bir Ermeni göçü başlamıştır.

Göç edenlerin bir kısmı mecburiyetten, bir kısmı da Türklere yaptıkları zulümden “belki de bir nebze utanarak” yollara düşmüştür. Fakat bir farkla, yıllar önce kendi yurdunu terk etmek zorunda kalan yaralı, yaya, aç susuz çıplak Türkler gibi değil, karnı tok, yardım alan, can ve mal emniyeti sağlanmış, istekli ve özel arabalarında Ermeni vatandaşları olarak göç etmektedirler.

Öyle sanıyorum ki Türk’e kin ve öfkesi dinmeyen bir takım Fanatik Ermeniler, bu göçe katılmayarak yine Azerbaycan topraklarında gizlenmiştir. Zamanı geldiğinde kalleşliklerine, kan dökmeye devam edebilmeyi planlamaktadırlar. Türk’e duydukları kin ve öfke hala devam etmektedir.

Geçen gün haberlerde Ermenistan’ın ünlü bir bayan mankeninin,  silahlanarak çetelere katıldığını izledik. Yurt dışındaki görevlilerimizi tehdit ettiklerini, zorbalık yaptıklarını gördük. Bu hareketler, Fanatik Ermenilerin hala Türk’e kin ve nefret beslediğinin bariz kanıtıdır.

Türkiye devleti,  Ermenistan’a ne kadar çok zeytin dalı uzatsa da, bir kısım fanatik Ermenilerin Türk’e  duyduğu kin ve nefret şimdilerde hala sıcaklığını korumaktadır.

Umarız bu nefret duygularının yerinde, tez zamanda barış çiçekleri açar. Biz Yunusların, Mevlanaların, Hacı Bektaş’ı Velilerin torunlarıyız. Yalanını itiraf edene, kötülük yapmaktan pişman olup vaz geçene ve özür dileyene her zaman bağrımızı sonuna kadar açarız. Yeter ki bu duygular samimi ve gerçek olsun.

Yıllarca hüzünle terennüm ettiğimiz “Çırpınırdı Karadeniz” türküsünü artık sevinçle söylemek istiyoruz. Umarım Ermenistan uzatılan yeni zeytin dalına tutunmayı bilir. Bu fırsatı iyi değerlendirir.

Rüzgâr ekenin fırtına biçeceğini her kes iyi bilmektedir.

Sevgiyle kalın…