Menfî Batı Medeniyeti’nin esaslarına dikkat edip, eserlerine bakacak olursak;
Temelleri bozuk ve menfî / olumsuz olup, her şeyi bu çarka göre kurup işletmektedirler.
Nitekim dayanak noktası hakka bedel kuvvettir.
Kuvvet ise, bunun gereği ve özelliği; tecavüz ve çatışmadır. Bundan ise çıkar hıyanet.
Kasdettiği hedefi, fazilet bedeline hasis bir menfaattir.
Menfaat ve çıkarın gertirdiği ise, zahmet ve sıkıntıdır.
Husumet ve düşmanlık etmektir. Bunlardan da, cinayet çıkar.
Hayattaki kanunu, yardımlaşma yerine, cidal / mücadele ve kavga düstur ve prensibidir.
Cidalin gereği ise, çekişme, kavga, itişme ve kakışmadır. Bundan ise sefalet çıkar.
Kavimlerin arasında temel bağı:
Başkaların zararına uyandırılan unsuriyet / ırkçılıktır ki,
Başkaları yutmakla beslenir ve bundan kuvvet alır.
Menfî milliyet yani zararlı / menfî milliyetçilik / unsuriyet / ırkçılık ki,
Dehşet verici çarpışma ve vuruşmaların çıkmasına sebep olur.
Bunlar ise, helâket, yıkım ve felâketlerin doğmasına yol açar.
Cazibedar / çekici hizmeti; heva ve hevesi cesaretlendirmek ve kolaylaştırmak;
Heves ve arzuları tatmin etmektir.
Bunlar da sefahet / haram zevk ve eğlencelere aşırı derecede düşkünlüğü doğurur.
O heva ve hevesin daimî sonuçları ise, insanın iğrenç hâllere girmesi;
Kısaca insanın sîret / ahlâk ve karakterinin değişmesi.
İnsanın mânen çirkinleşmiş olarak, insaniyetten çıkmasıdır.
Şu medenî geçinenlerden çoğunun eğer içi dışına çevrilse, görürüz ki:
Başta maymun olmak üzere tilki, yılan, ayı ve domuzların suret ve şekillerini alırlar.
İşte İslâm Âlemi’nin Menfî Batı’ya soğuk bakmasının, onu içine sindirememesinin temelinde,
Sıralamaya çalıştığımız gayri insanî husus, tavır ve görünüşlerinin payı büyüktür.
Bütün bunlardan ötürü Müslümanlar;
Menfî yönleri olan bu medeniyete, kendi istekleriyle girmemişler.
Çünkü bu menfî haliyle, Müslümanlar onlardan bir hayır görmemişlerdir.
Üstelik Batı, onları esaret zincirine vurmaktan,
Onları köleliğe mahkûm etmekten, geri kalmamışdır.
İşte bu yüzden, bu medeniyet; insanlığa tiryak / ilaç olması gerekirken zehir olmuş.
Yüzde seksenini meşakkat ve sıkıntılara uğratmış.
Sadece yüzde onunu, sahte bir saadet ve mutluluğa çıkarmış.
Diğer yüzde onunu ise, iki arada bir derede bırakmış.
Ticaretten gelen kâr; zalim olan azınlığın olmuştur.
Oysa saadet odur ki, ancak umuma gele.
En azından çoğunluğu gelirse saadet;
İşte ancak bunu kabul ediyor Kur’an; eğer denecekse ona medeniyet.
Elbette Müslümanlar olarak: “Huz mâ safâ, da’ mâ keder.” / “Safâ olanı al, keder vereni bırak.” /
“İyisini al, kötüsünü bırak.” düstur ve prensibiyle hareket etmeliydik.
Kaldı ki ilim ve fen, insanlığın ortak malıdır. Nerede ve kimde görülse alınmalıydı.
Nitekim Batılılar, İslâm âlimlerinden ve bilhassa Endülüs’ten aldıkları ilimle yetinmemişler,
Kaldığı yerden ilim ve fenleri yükselttikçe yükseltmişlerdir.
Bu gelişmeleri gerçekleştirenler de, bizim gibi insan olmaları hasebiyle,
İnsan olarak onlarla iftihar etmeli ve ilmi ve fenni bu noktaya getirdiklerinden dolayı
Onlara teşekkür etmekten kaçınmamalıyız.
Nitekim bir İslâm âlimi bu noktaları göz önüne alarak
“Nev’imle (insanım, hangi milletten olursa olsun, ilim ve fende icat ve buluş yapmış olan
Diğer insan kardeşlerimle) iftihar ediyorum.” demekten kendini alamamıştır.