Hepimiz mü’miniz. İmanlı ve inançlıyız. Evet, hepimiz mü’min ve müslimiz / islâmız.
Bunda asla şüphemiz yok. Fakat bununla yetinmemeliyiz.
Neye, niçin ve neden inandığımızı araştırmalı ve iyice öğrenmeliyiz.
Çünkü iman, kuru, icmalî bir tasdik ve kabulden ibaret değildir.
Zira taklidî bir iman, sapkınlıklar karşısında sönmeye mahkûmdur.
Öyle ise, taklidî imanımızı tahkikî iman hâline getirmeliyiz.
Bunun için, her şeyden çok imanın esas ve temellerine yönelmek bir zarurettir.
Çünkü insan, muhteşem bir saray gibidir. Temel ve esasları imanın erkân ve rükûnlarıdır.
İman ve inancın en önemli temeli ise Allah’a imandır. Sonra Peygambere itaattir. Ve tabii
Bu kabullerin gereğini yapıp yapmadığımızın hesaba çekileceği gün olan
Haşr’in geleceğini öngörmektir.
İşte bundan dolayıdır ki, iman ilmi en başta sarılacağımız;
Ebediyetimizi sağlayacak olan bir can simidi hükmündedir. Çünkü:
“Umumî harpler, beşere (insanlığa) intibah (uyanıklık) vermiş,
Dünya hayâtının fânîliğini ihtar etmiş (hatırlatmış)tır.
Ve bâkî bir âlemde, ebedî bir saadet içinde yaşamak hissini uyandırmıştır.”
Öyleyse:
Ebedî kurtuluşun tek çaresi, Kurân’a sarılmaktır. Çünkü:
Kur’an-ı Hakîm, hakikî ve asıl ilimleri içeren mukaddes bir kitaptır.
Bütün asırlarca insanların tüm tabakalarına seslenmiş ve hâlen seslenen ezelî bir hutbedir.
Gençlik ve tazeliğini korumakta olup, her asrın ihtiyacını karşılamış ve karşılamaktadır.
Ders verdiği hakikatler; hem aklı, hem kalbi, hem ruhu, hem vicdanı aydınlatıyor.
Kur’an-ı Hakîm’in gerçek, hakikî yolu ise, her yerde suyun bulunup çıkarılması gibidir.
Her bir âyeti, yâni Kurân’ın her bir cümlesi,
Hz. Mûsa’nın mucizeli âsâsı / değneği gibi, nereye vursa âb-ı hayât fışkırtıyor. Tıpkı:
“Her şeyde Allah’ın varlık ve birliğini gösteren bir pencere vardır.” diyen
İbnu’l-Mu’tez’in düstur ve prensibini her şeye okutduğu gibi.
İlim ile gelen imanî mes’eleler dahi,
Akıl midesine girdikten sonra, derecelere göre ruh, kalp ve kalbe konulan bir lâtife olan sır
Ve şehvet, gazap, fazilet gibi şeylerin kaynağı olan ruh ve can hükmünde olan nefis
Ve bunun gibi letaif ve duygular kendine göre birer hisse alır.
Eğer onların hissesi olmazsa noksandır.
Bunu elde etmek için, bizlerin de,
Bütün mükemmelliklerin üstadı olan İslâm hakikatlerini bilmek,
Anlamak ve gerektirdiklerini yerine getirmekle mükellef ve yükümlüyüz.
İmandan gelen bir coşkunlukla, kendimizi hor ve hakir görmeyecek,
Fakat çaresizlere karşı da zorbalık etmemek,
Kibirlenmemek ve büyüklük taslamamakla kendimizi yükümlü bileceğiz.
Ayrıca, Müslümanlığın bizlere verdiği izzet, şeref, yükseliş
Ve ilerlemenin en önemli sebebinin;
İslâmî izzet, yani İslâm’ın gerektirdiği haysiyet ve şerefle donatıldığımızdan kaynaklandığının
Şuur ve bilincinde olmamız icap ettiğini asla unutmamalıyız.
Yine unutmamalıyız ki:
Bu asırda akıl hükmediyor.
Nitekim bütün Şeriat, İslâm ve Kurân’ın esas ve kanunları ve iman hakikatleri aklîdir.
Herkes istidadı, kabiliyet ve yeteneği nispet ve ölçüsünde kendi kendine istifade eder.
Aklımız her bir mes’eleyi tam anlamasa da; ruh, kalp ve vicdanımız hissesini alır.
Ne kadar istifade etsek, büyük bir kazançtır.