Bizzat şahit oluyoruz ki, bütün varlıkların, özellikle canlıların; çok çeşitli ihtiyaçları, pek farklı istek ve arzuları var. O istek, talep ve arzuları, o hacet ve ihtiyaçları; ummadığı, bilmediği ve elleri yetişmediği yerlerden münasip / uygun bir vakitte veriliyor. Muhtaç oldukları yardımlar, onlara tam zamanında yetiştiriliyor.
Çünkü canlılar; kendi kendilerini ortaya koymadıkları gibi, ihtiyaçlarını da, bizzat kendileri hazırlamıyor, yetiştirmiyor ve hazırlamıyorlar. Zaten bunu yapacak ne akılları, ne de güçleri var.
Evet, o sayısız istenilen şeylerin en küçüğünü bile yerine getirmeye, o muhtaçların ne kudreti var, ne de buna yetişecek elleri.
Kendimize düşünerek bakarsak; zâhirde / görünen ve bâtında / görünmeyen hasse, duygu ve duyularımız ve onların levazımatı / ihtiyaç maddeleri gibi, elimizin yetişmediği ne kadar çok şeylere muhtacız!
Bütün hayat sahiplerini, tüm canlıları kendimizle kıyaslar, karşılaştırırsak; bunların hepsi, birer birer;
VÜCÛB-U VÂCİB’e / olmazsa olmaz, zorunlu varlık olan Allah’ın varlığına, şâhitlik ve tanıklıkta bulunuyor. Vahdetine / bir ve tek oluşuna işaret ediyor.
Aynı zamanda hepsi; güneşin ziyası / ışığı, güneşi gösterdiği gibi, o hâl ve bu keyfiyet; gayb / görünmezlik perdesi arkasında bir
VÂCİBÜ’L-VÜCÛD’u / varlığı zarurî ve zatî, kendisinden olan; varlığı, başkasının varlığına bağlı olmayan, kendinden olup, ezelî ve ebedî olan Allah’ı, bir
VÂHİD-İ EHAD’i / bir olan ve birliği, her bir şeyde tecellî eden, ve o şeyde yansıyan Allah’ı,
Hem de gayet / son derece
KERÎM / cömert,
RAHÎM / rahmeti, şefkati ve merhametiyle her şeyi kuşatan,
MÜREBBÎ / terbiye eden, yetiştiren, büyüten ve;
MÜDEBBİR / ilmiyle her şeyin sonunu görüp, ona göre hikmetle iş yapan ALLAH’ı;
İşte bu ünvan, isim ve adlar içinde AKIL’a gösterir.
Bu hikmetli / gayeli icraat ve faaliyetleri, basiretçe yapılan işleri, merhamet ve şefkati ne ile izah edebiliriz? Şüphesiz, bütün bunları sağır tabiat, kör kuvvet, sersem tesadüfle değil. Âciz, cansız sebeplerle hiç değil.
Çünkü varlıklara; şekil ve kimliklerini kazanmalarında, nihayetsiz / sonsuz imkân yolları içinde; kararsız, şaşkın, şekilsiz bir sûrette iken, birden bire gayet / son derece muntazam / düzgün, hakîmane / gayeli; öyle bir kimlik veriliyor ki,
Meselâ her insanın yüzünde göz, kaş, burun, ağız ve kulak gibi benzer uzuv, aza ve organlar var. Fakat her insandaki bu ortak uzuvların birbirine benziyen, fakat aynı zamanda üzerlerinde, birbirinden farklı özel ve hususî ayrıntıları, o küçük yüzde bulunuyor.
Zâhir / görünen ve bâtın / gizli his ve duygularla, tam bir hikmetle donatıldıkları için, o yüz gayet parlak bir
SİKKE-İ EHADİYET’i / Allah’ın birliğinin her bir şeyde bir mühür gibi göründüğünü, ispat eder. Her bir yüz, yüzer cihetle bir
SÂNİ-İ HAKÎM / her şeyi sanat ve hikmetle yaratan Allah’ın vücûduna, varlığına şahadet / şâhit ve tanıklık edip, vahdetine / birliğine işaret ettikleri gibi, bütün yüzlerin tamamında izhar ettikleri / belirttikleri o sikke / mühür ve işaretler; bütün varlıkların
HÂLIK’ına / her şeyi yoktan var eden Allah’ına mahsus bir hatem / bir mühür ve bir damga olduğunu akıl gözümüze gösterir.
Acaba, taklîdi kabil olmayan, canlı cansız varlık sikkeleri / mühür ve işaretleri ve tamamındaki parlak
SİKKE-İ SAMEDİYETİ / hiçbir şeye ihtiyacı olmayan Allah’ın, bütün varlıkların kendisine muhtaç olduğunu gösteren mührünü, hangi tezgâha havale edebiliriz?