“Muhakkak ki Allah, insanı Rahman ismini (Bazı kaynaklarda: ‘Kendisini’) tamamiyle gösterir bir surette yaratmıştır.”
Bu hadisi, bir kısım tarikat mensubu, iman esaslarına münasip / uygun düşmeyen acip bir tarzda tefsir etmiş / açıklamışlardır.
Hatta onlardan bir kısım aşk ehli, insanın manevî simasına Rahman’ın sureti nazarıyla bakmışlar!
Tarikat mensuplarının çoğunda sekir / mest olup kendinden geçiş vardır. Aşk ehlinin kalpleri ise Allah sevgisiyle doludur. Vakitlerini Allah’ı zikir ve tefekkürle geçiren insanların çoğu istiğrak / Allah aşkıyla dünyayı unutup, bütün bütün kendilerinden geçerler. Ve hatta iltibasta bulunarak / şaşırıp kaldıklarından, mes’eleleri birbirine karıştırmaları söz konusudur.
İşte tüm bu hususlardan ötürü, bu kimseler hakikate muhalif / aykırı telâkki ve anlayışlarında, belki mazur / özür ve mazeret sahibidirler.
Fakat, aklı başında olanlar; fikren, onların iman hakikatlerinin ruhuna ve imana ait esaslara ters ve aykırı düşen mânâlarını kabul edemez; etse hata ederler!
Dikkat edersek bütün kâinat; bir saray, bir ev gibi muntazam / düzgün bir şekilde idare edilmekte.
Yıldızlar, zerreler / atomlar gibi hikmetli ve kolay bir şekilde döndürülüp gezdirilmekte.
Zerrat / atomlar muntazam memurlar gibi çalıştırılıp hizmet ettirilmekte.
İşte bütün bunları yapan her türlü noksanlardan uzak, en kutsî İlahî bir Zât olan Allah’ın şeriki / ortağı, naziri / benzeri, zıddı / karşıtı, niddi / dengi yoktur.
“Onun hiçbir benzeri yoktur. O her şeyi hakkıyla işiten, her şeyi hakkıyla görendir.” (Şura: 11) âyetinin sırrıyla, o Zât’ın yani Yüce Allah’ın sureti, misli / aynısı, misali / örneği, şebihi / tıpkısı da olamaz.
Yine: “Göklerde ve yerde tecelli eden en yüce sıfatlar O’nundur. O’nun kudreti her şeye galiptir. O her şeyi hikmetle yapar.” (Rum: 27) âyetinin sırrıyla, ancak mesel ve temsil ile Yüce Allah’ın şuunat / faaliyet ve işlerine bakılır. Sıfat ve niteliklerine, vasıf ve isimlerine nazar edilir. Demek, mesel ve temsillere; -hâşâ- bizzat Allah’ın Zât’ıdır diye değil; şuunat, faaliyet ve işlerini göstermesi açısından bakmak gerekir. Evet mesel ve temsillere, bu noktalardan eğilmek lâzım.
Nasıl ki, Allah’ın zâtına yol yok. Çünkü her şey O’ndan. Ama O değil. Kâinatta tecellî eden / kendini gösteren İlahî işler, durum ve tecellîlerin hepsi O’ndandır. Ama hiçbiri O değildirler. Tıpkı aynada görülenlerin zatları asılları aynada olmadıkları halde aynada göründükleri gibi. Allah’ın isim ve sıfatları kâinatta tecellî ediyor. Onun zatı değiller fakat onun zatındandırlar.
Zikri geçen hadisin çok maksatlarından biri de şudur: İnsan, Rahman’ın ismini tamamiyle gösterir şeklindedir. Aynen kâinat simasında, binbir ismin şua ve ışınlarından ortaya çıkan ism-i Rahman göründüğü gibi.
Yine zemin yüzünün simasında Mutlak İlahî Rububiyetin / her şeyin İlahı ve Mabudu olan Allah’ın terbiye ediciliğinin; hadsiz parıltı, yansıma ve tezahürleriyle ism-i Rahman’ı gösterdiği gibi.
Üstelik insanın suret-i camiasında / çok şeylerle alâkalı ve çok mânâ özelliklerini içine alan görünüşünde; küçük bir mikyasta, zeminin siması ve kâinatın siması gibi yine o ism-i Rahman’ın tam bir yansımasını gösterir demektir.
Hem işarettir ki, Rahman ve Rahîm olan Zât’ın delilleri ve aynaları olan canlılar ve insan gibi mazharlar; o kadar o Zât-ı Vâcibü’l- Vücud’u / Allah’ı göstermeleri kesin ve açık bir şekilde meydandadır ki; güneşin timsal ve nümunesini ve aksini tutan parlak bir ayna parlaklığına delalet ve göstergesinin apaçıklığına işareten “O ayna güneştir.” denildiği gibi “İnsanda Rahman’ın sureti var.” açık delaletine ve tam bir münasebetine işareten denilmiş ve denilir. Nitekim Vahdet-i Vücud ehlinin mutedil / ılımlı kısmı “Ondan başka hiçbir şey mevcut değildir.” sözüyle bu sırra binaen, bu delaletin / işaretin netliğine, bu münasebetin kemaline bir unvan olarak böyle dedikleri gibi.