Öncelikle vurgulamak isterim; Âdemoğlu dünyaya yaşamak ve yaşatmak için gelmiştir. İnsanlık tarihine baktığımızda Peygamberden tutun da sıradan vatandaşlara kadar herkesin kendine göre yaşama ve yaşatma mücadelesi vermiş olduğunu görürüz. İnsanlar bu Fani Âleme ölmek ve öldürmek için değil, yaşamak ve yaşatmak için gelmiştir.
Anaerkil bir yapı içeren Türk toplumlarında hakanların boyun eğdiği kadın anadır, kadın liderdir, kadın güçtür ve kadın devlettir İslam öncesi ve sonrası toplum yapısının dinamiklerinde.
*
Yıllarda ülkemizde işlenen kadına yönelik cinayetlerin, cinsel sapıklıkların sıkça işlendiği Anaerkil Türk insanına uygun düşmeyen içler acısı durumları yaşarken; ’İnançta körlüğü’’ nü,’’dini darlığı’’nı aşamayan, özgür düşünemeyen, üretemeyen, adaleti önceleyen Evrensel Hukuk Sisteminden mahrum, durmadan gericiliğin altını besleyen DİN diye bedevi kültürüyle, acem kültürüyle beslenmiş bir kısım dindarların da sapıklıklarını izliyoruz.
Bugün üzülerek belirtmek isterim ki DİN siyasallaşınca dindar geçinenlerin elinde kirlendi. Dindarlığımızın içtenliği azaldı. Dini hayatta bile yüzeysellik ve görsellik yükseldi. Söz düştü, imaj yükseldi. Dil, ırk, mezhep, grup ve siyasal tercihlerle kamplara bölünmek ve çatışmanın derinleştirilmesinin istendiği, vahdetten, birlikten ve beraberlikten bahsetmenin bile anlamını yitirdiği bir dönemi yaşıyoruz
Tekrar vurgulayalım; Kur’an’ın ve sünnetin ön gördüğü hayat ikliminden uzak kalmış, DİN diye Bedevi Kültürüyle, Acem Kültürüyle şuursuzca işlenmiş zihniyetlere özgürlük adı altında Batının Sokak kültürü de eklenince avamlaşan/ körleşen Türk insanı milli değerlerinin şuurundan bihaber olunca içine düştüğü dramlarla cebelleşir oldu.
*
İslam öncesi Türk kadınına verilen önemi okuduğum bir makaleden izleyelim:
Hun ve Göktürk devletlerinde de kadın bağımsız bireyler olarak hayatını yaşamıştı. Bu devrelere ait bilgiler kadının da erkeği ile beraber aynı iş ve hakka sahip olduğunu belirtmektedir. Türk kadını aile hayatında erkekle eşit durumdadır yani ana, baba ve çocuklardan aynı derecede sorumludur. Yönetimdeki Türk kadını örneklerini bu dönemde bolca bulmak mümkündür. Asya Hunları zamanında, Çin İmparatorlarından Kao devrinde, kendisi bir kurtuluş ümidi bulmak ve Mete’nin Hatunu’nun aracılığını elde edebilmek için, gizli olarak çok değerli hediyeler gönderdiğini biliyoruz (Ögel, 1981: 406). Bu rica üzerine Hatun, Mete ile konuşur ve onu ikna eder.
Burada Çin İmparatoru’nun, Mete’nin Hatunu’nu kendisine denk sayarak muhatap aldığını, çare olarak gördüğünü ve yardım dilediğini görüyoruz.
Gene Asya Hunları devrinde, Çinlilerle olan ilişkilerindeki belgelerde, Türk Hakanı yanında hatunun da resmen yer aldığı ve devleti bu ikisinin birden temsil ettiği yer almıştır. Daha sonraki dönemde Avrupa Hunlarına elçi olarak gelen Bizanslı yazar Priskos, Attila’nın huzuruna gittiğini anlatırken, Kraliçe Rekka’nın kendisini karşıladığını yazar (İnan, 1975: 26). Hun ülkesine gelen elçiler kraliçeye de hediyeler getirirdi. Elçileri kabul edip görüşürdü.
Hükümdarın eşi olan hatundan başka kadınların da devlet teşkilatında yeri vardı. Attila’nın kardeşi Bleda’nın ölümünden sonra, eşi bulundukları köyün yöneticisi olmuştur (Ahmetbeyoğlu, 2001: 151).
Ayrıca Hunlarda hatunlar, sarayda devlet adamları gibi eğitilip yetiştirilir, komşu devletler ve devlet idaresi hakkında geniş bilgilere sahip olurlardı (Ögel, 1981: 408).
Göktürkler devrinde kağanın karısı Hatun devlet işlerinde kocasıyla birlikte söz sahibidir. Emirnamelerin yalnız kağanın adına değil, kağan ve hatun adına ortak imza edilmesi, resmi yazışmalarda kağanın hatundan ayrılmaması buna bir örnektir (Gültepe, 2013: 181).
Gene Göktürkler devrinde, 623 senesinin Ekim ayında İl Kağan, Çin’e elçi göndererek İmparator’dan kardeşinin bir Çinli prensesle evlenmesini rica etmiştir. İmparator buna karşılık, Ma-i şehrini kuşatmaktan vazgeçerse bu işin olacağını söyler. Bunun üzerine İl Kağan kuşatmadan vazgeçmek ister. Fakat karısı İçeng Hatun buna karşı çıkar, baskınlara devam edilmesi yönünde buyruk verir ve İçeng Hatun’un dediği olur.
Bu konuda sayısız örneğe sahibiz. Saydığımız örnekler bize gösteriyor ki, Hun ve Göktürk devirlerinde kadın yönetimde erkek ile beraber bulunmakla kalmıyor, devletin çıkarlarının zedeleneceği durumlarda karar mercii olarak görülüp emirleri uygulanıyor ve yetkisi kağanın önüne geçiyor.
Yine Attila’nın Hatununun sarayda kendisine ait süslü ve gösterişli bir köşkte oturduğunu, kendi hizmetine bakan özel erkânı olduğunu ve Bleda’nın eşinin yönettiği köyün sahibesi olması (Ahmetbeyoğlu, 2011: 151) mülkiyet hakkına işaret eder. Asya Hunlarında olduğu gibi (Kafesoğlu, 2007: 229),
Avrupa Hunlarında da kadın, erkeği ile beraber ordu birlikleri içinde hareket halindeki birliklerin bir ferdi olarak askeri alanda boy göstermiştir (İnan, 1975:26).
Yeri gelmişken at binip, silah kullanan Göktürk kadını adına Çinli bir şair tarafından yazılmış şiiri de paylaşmak gerekmektedir; ” Genç kızlar at üstünde gülümsüyorlar, Yüzleri yeşim taşından tepsi gibi kıpkırmızı, Kuşları ve hayvanları avlamak için süratle geliyorlar, Çiçekler arasındaki ay, eğer üstündeki gençleri mest etmiş. ” (Talaslıoğlu, Uykucu ve Salman: 158);
Evlenme konusunda ise önceki bölümdeki bilgilere ek olarak şunları söyleyebiliriz; Hunlarda ve Göktürklerde levirat usulünün yaygın olduğunu görüyoruz. Hunlarda, aile içi ilişki kurulmasına önlem olarak, dışarıdan hatta dokuz göbekten bağlı olmayan evlenmeye de dikkat edilirdi (Baykara, 2001: 154).
Göktürklerde, yüksek bir mevkide olan bir kadın kendisinden aşağı durumda olan bir erkekle evlenemezdi. Kadın ve erkek eşit durumda olunca töre, isteyen erkeğe kızı vermeyi babaya emrederdi (Üçok, Mumcu ve Bozkurt: 33).
Yine Göktürklerde, evlenme çağına gelen genç kız, kılıçla dövüşüp yendiği erkekle değil, yenildiği erkekle evlenirdi (İnan, 1975: 27). Bu adet de aynı zamanda Göktürk kadınının silah kullanma alıştırmaları yaptığını – silah kullanmayı bildiğini de göstermektedir.