Konudan Konuya  (48)

7

     – Ağaçların her tarafa doğru dalları büyürken, belli uzunlukta simetrik olarak kalmaları; biri kısa biri uzun olmamaları, tepeye doğru her iki yanda büyürken, yine gövdeden aynı uzaklıkta fakat kendilerinden öncekilere nazaran, gittikçe kısalarak bir koni teşkil ederek tepede noktalanmaları; onların başına buyruk olmadıklarının, bir emir tahtında / altında büyüyüp geliştiklerine, asla tesadüf eseri gelişmediklerine ve Yüce Allah’ın varlığına apaçık bir delildir.

     – Duvara raptedilmiş saatın çalışırken çıkardığı seslerle “Ne diyor?” diye, kendi kendimize bir soru soracak olursak; alacağımız cevap, herhalde “İnsan İnsan!” olacaktır. Çünkü onu yapan, onu kuran ve onun nasıl çalışacağını tayin eden İnsan’ın adını zikrediyor.

     – Bir kitabı, sadece okuyanlarını dinleyerek; o kitap hakkında bir fikir edinebilir miyiz? Şüphesiz ki hayır. Çünkü kitabı okuyan, yeterince veya doğru anlamamış olabilir. Öyleyse okunacak kitabı bizzat kendimiz okumalı ve anlamaya çalışmalıyız. Unutmayalım ki, “Elden gelen öğün olmaz. O da vaktinde bulunmaz.” deyişini bir de bu husus için hatırlıyalım.

     – Başkasına itimat etmeyen, nefsiyle teşebbüs etmeli. Yani bizzat kendisi girişimde bulunmalı, harekete geçmeli. Sonra da, kimsenin etkisinde kalmıyarak kabul veya reddetmeli. Fakat bu karar verişini aceleye getirmemeli. Önce biraz kuluçkaya yatırmalı. Okuduğunu içselleştirmeli. Hissî bakış, duyuş ve düşüncelerden uzak kalmalı.

     Okuduklarını akıl süzgecinden geçirmeli. Hattâ kitaba yapılan tenkitleri ve bunlara verilen cevapları da, mütalâa etmeli. Çok zor teslim-i silâh etmeli. Bir de kabul edince, ona sımsıkı sarılmalı. Artık tüm dünya tasvip ve tasdik etmese de, onun kitap hakkındaki kanaati asla sarsılmamalı.

     – Bazıları, “Dünyada görülen çeşitli yanlışlara, hatalara, kötülük, haksızlık ve zulümlere ve bu gibi nahoş / hoş olmayan hâdise ve olaylara; Hz. Allah niçin müdahale etmiyor, niçin fırsat veriyor? Vermese ya!” diyerek taaccüp ve şaşkınlıklarını dile getiriyor.

     Hepimiz talebe ve öğrenci olduk. Öğretmen yazılı imtihan / sınav yaparken, aynı zamanda sıralar arasında dolaşır durur. Bu sırada kimi öğrencilerin sorulara yanlış cevaplar yazdıklarını görür. Fakat onları ikaz edip uyarmaz. Aksi takdirde bu sınav sınavlıktan çıkar. Doğru yazan talebelerin de, çalışmalarını boşa çıkarır. Bir bakıma çalışan talebe cezalandırılmış olur.

     Oysa öğretmen sonucu bildirmekte ihmal etmemiş, sadece imhal etmiş / zamana bırakmış olur. İşte dünya da, aslında bir imtihan salonu hükmünde. Suçlular hemen cezalandırılsa, dünyada kimseye rastlanmaz. Keza öğrenci de, bir kırık not aldı diye sınıfta bırakılsa, okulda öğrenci kalmaz.

     Hz. Allah kulların yaptıklarını hükme bağlamayı; doğru yolu bulsunlar diye, nasıl ki hayatlarının sonuna bırakıyorsa, öğretmen de talebenin sınıfı geçip geçmemesi kararını, sene sonuna bırakıyor ki, aklı başına gelsin. Ders yılı bitmeden toparlansın. İşte Yüce Allah’ın ihmal etmeyip, imhal etmesindeki hikmet; bizlerin düşünmesi, aklımızı başımıza bir an önce devşirmemiz için.

     Çünkü dünyada eşitlik değil, adalet asıldır ve her zaman asıl, esas ve temel adalet olmalıdır. Yani herkese müspet olsun menfî olsun, ancak hak ettiği verilmeli. Aksi takdirde ne doğruluğun ne de çalışmanın bir değeri kalır.

     Nitekim bunun içindir ki: “El-adlü esasü’l-mülk.” / “Adalet mülkün temeli.” denmiştir.

     – İnek, koyun ve keçilerin bakımlarıyla, yaz kış niye uğraşıp duruyoruz?

     Bilhassa sütleri için değil mi? Madem ki, bu hayvanlardan sütü, onlara ot ve saman yedirmekle elde ediyoruz! O halde niye bunların kahrını çekiyoruz?

     Öyle bir âlet yapalım ki, bir taraftan otu koyup, öbür taraftan sütü alalım!

     Ama öyle olmuyor işte! Bunca aklı ve zekâsıyla insan bunu yapamıyor ve öyle bir makine icat edemiyor! Peki öyleyse nasıl oluyor da, o muhteşem nimet olan sütü, aklı fikri olmayan hayvanlardan biliyor, onların yaptığına kaani oluyoruz?

     Halbuki bu, onların işi değil. Onlar sadece birer sebep. Sütü sebeplerin sebebinden, yani Yüce Allah’tan bilip, işi O’na havale edelim ve sen sağ ben selâmet diyelim vesselâm.

Önceki İçerikMuayenelerden Hastaneye – Özel Kocaeli Hastanesi (7)
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.