İnsan, Âlemin  Anahtarı!

76

     İnsan bir an sorsa, gözleri yüzünün başka neresine konsaydı, daha güzel görünürdü?

     Kulakları, başının başka neresine konsaydı, daha güzel olurdu?

     Burnu, ağzı; başka nereye yerleştirilseydi, daha yakışıklı sayılırdı?

     Diğer uzuv ve organları için de, böyle bir sorgulama yapsa; en iyisinin bu hâl üzere kalmaları gerektiğini, kesinkes anlar.

     Bu durum, insan vücudunun kendi kendine, rastgele bu durumu almadığını. Bu uygunluk, bu tenasüp ve bu güzelliklerin arkasında; bir tertip edenin, bir düzenleyenin ve bir plân program dâhilinde hareket eden bir Fâil’in / bir Yapan’ın yani bir Yaratıcı’nın olduğunu açık seçik ortaya koymakta.

     Demek ki, bu düzenleyişin arkasında tertip eden bir Mürettip,

     Bu güzelliği verenin arkasında bir Sâhib-i Cemal,

     Bu mükemmelliğin arkasında bir Sahib-i Kemal,

     Bu azametli işlerin arkasında bir Sahib-i Celal’in varlığı, açıkça kendini gösteriyor.

     Hak Sübhanehu emanet olarak insana; âlemin bütün kapılarını açabileceği bir anahtar vermiş.

     Evet, Hallak-ı Kevn / Kâinatın Yaratıcısı, insanı; hazinelerinin tılsımını çözebileceği ene / benlik denen bir anahtar bahşederek; kâinatta olan maddî-mânevî her şeyi; bir örneğinin kendisinde olması hasebiyle idrak edebileceği bir anahtara sahip kılmıştır.

     Hakikaten, âlemin anahtarı insanın elinde ve nefsindedir. Büyük bir kitap hükmünde olan kâinat kapıları / sayfaları; aslında açık olmakla beraber zâhiren / görünüşte kapalıdır. Çünkü okumasını bilmeyen insan için, önündeki kitabın açık olan sayfaları bir şey ifade etmez.

     Kaldı ki, tefekkür etmenin de bir okuma şekli olduğu bilinmeli. Okuması olmayan, sadece kâinatın zemini üzerindeki varlık denen harfleri görür.

     Halbuki insan; hilâfetle mümtaz olup, emanetin hâmili / taşıyıcısıdır. Çünkü Allah; bilinmesini   -özellikle- insandan istiyor, umuyor ve bekliyor. Bu lütuf, bu seçiş ve bu muhataplık tepilir mi hiç?

     Üstelik insan, mânen istenen kıvama erdiği takdirde; kendi kelâmını anladığı gibi, tespih eden bütün canlıların, hatta cansızların da sözlerini iman kulağıyla anlar. Yani aynı anda zahmetsiz bir şekilde mevcudatın; Esma-yı Hüsna’ya / Allah’ın Güzel İsimleri’ne lisan-ı hâlle delâlet eden konuşmalarını da, işitebilir.

     Demek ki, diğer mevcudatın her birinin kıymeti kendisi kadar, mü’min insanın kıymeti ise, hepsi kadardır. Öyleyse insanın her bir ferdi bir nev’ / cins, hatta nev’ler hükmündedir.

     Bütün bunlara rağmen insanın ihtiyarı / seçme ve tercihi kıl kadar.

     İktidarı bir zerre gibi.

     Hayattan nasîbi, ancak çabuk sönecek bir şule.

     Ömrü hemen bitecek bir dakika gibi. 

     Bir dakika öncesi ise, yok oldu.

     Bir dakika sonrası ise, meçhul!

     Şuuru, zail / zeval bulucu, yok olucu bir lem’a / parıltı.

     Zamanı, akıp giden bir ân.

     Mekânı, ancak bir kabir kadar.

     Oysa aczi hadsiz.

     İhtiyaçları nihayetsiz.

     Fakrı ise, sonsuz.

     Emelleri hudutsuz.

     Ne hazindir ki, herkesin düşünmesini isteyen insan;

     Evvelemirde kendisinin, kendisini düşünmesi gerektiğini -ne hikmetse- akıl etmiyor!

     Aynı insan, dünyanın Kıyameti’ni düşünmeden edemezken, kendi Kıyameti’ni hiç düşünmez!

     Ebedî oluşunun yansımasının, bu dünyada olacağını zanneder!

     Oysa her ân Kıyamet’i kopabilir, ecel şerbetini içebilir.

Önceki İçerikAtatürk Döneminde Türkiye – ABD İlişkileri (1923-1938) – (4)
Sonraki İçerikSosyolog Prof. Dr. SÜLEYMAN DOĞAN ile Ahlâkî Çöküş Problemini Konuştuk.
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.