Altı yaşındaki torunum Asil, Apple ürünlerindeki bilgisayar yazılımı SİRİ’yi kullanmayı keşfetti. Bilindiği gibi SİRİ akıllı telefon ve bilgisayarlarda bir kişisel asistan ve bilgi gezgini olarak kullanılan yapay zekânın adı. Yalnızca sesinizi kullanarak kolayca arama yapmanızı, mesaj göndermenizi, uygulamaları kullanmanızı ve işlerinizi halletmenizi sağlıyor.
Torunum, Siri ile her konuda konuşmaya ve taleplerde bulunmaya başladı. O kadar çeşitli konularda soruları ve talepleri oldu ki Siri’yi şirazeden çıkardı diyebilirim.
Asil’in zihninde Siri nasıl bir varlık olarak şekillendi bilemiyorum. Ama bir ara “Hey Siri bana gerçek yüzünü gösterir misin?” diye sordu. Bu soru ve Siri’nin “ben görünmezim” cevabı beni hayli düşündürdü.
İnsanlar da çok karmaşık ve gelişmiş birer bilgisayara benzetilebilir. Bir bizim gözümüzle gördüğümüz fiziksel yapı (donanım) ve bir de içinde göremediğimiz zekâ, vicdan, merhamet, sevgi, adalet ve yardımlaşma duygusu gibi doğuştan yüklenmiş yazılımlar söz konusu. Yazılımlar insanın etkileşimde bulunduğu çeşitli etkenler sebebiyle sürekli güncelleniyor. Yapılan güncellemeler donanımın kullanımının etkinliğini veya doğuştan yüklü yazılımların çalışıp çalışmamasını belirliyor.
******************************
Hâkimler De İnsandır
Bir avukat olarak mesleğe başladığımda en çok şaşırdığım konulardan biri özellikle ceza hâkimlerinin en ağır cezaları verirken bile sıradan bir olay gibi soğukkanlı olmalarıydı. Bu doğaldı, çünkü mesela bir gün ağır ceza mahkemesi başkanı dostum “bugün çeşitli sanıklara verdiğim cezaların toplamı 500 senenin üzerinde oldu” demişti.
İster ceza, isterse hukuk davalarında verilen kararların çoğu taraflar için telafisi imkânsız çok ağır sonuçlar doğurabiliyor. Ama kararları veren hkimlerin davanın tarafları gibi etkilenmesi beklenemez. Tıpkı ağır ameliyatlar yapılan hekimlerin hastalarının yaşadıklarını aynen yaşamasının beklenmemesi gibi.
Ancak kendi HATASI ile hastasının ölümüne yol açan doktorun vicdan azabı çekmesi yaratılış kodlarına daha uygun bir davranıştır. O soğukkanlı görünüşün arkasındaki “gerçek yüzünü” görebilseydik bu tür hekimlere daha çok saygı duyardık.
Hakim ve savcıların da kendi hatalarıyla, haksız olarak, canlarından, hürriyetlerinden veya malvarlıklarından ettiği insanları düşününce rahat uyku uyuyamaması gerekir. Yargı sistemimiz hakim ve savcıların hata yapma ihtimalini büyüten bir yapıdadır. Ancak adaletin tecellisi için bir hukukçudan azami dikkat ve özeni göstermesini beklemek hakkımızdır.
Bu konuda duyarsızlık veya mesleki kanıksama içinde olan bir hakim insani vasıflardan soyutlanarak bir makineye dönüşmüş demektir ki bu hakimlik mesleği için kabul edilemez bir durumdur. Artık kalbi taşlaşmış bir hâkimin gerçek yüzünü görmek bizde hiç güzel bir duygu oluşturmayacaktır.
******************************
Prof. Dr. Sami Selçuk’tan Bir Hatıra
Eski Yargıtay Birinci Başkanı Prof. Dr. Sami SELÇUK Türkiye’nin yetiştirdiği en değerli hukukçulardan biridir. Mesleğinin ilk yıllarında bir ilçede görev yaparken ilçe kaymakamının kayınbabası olan ve ağır ceza mahkemesi başkanlığından bir emekli hâkimin kendisini ziyaretinde anlattıklarını hiç unutmamıştır:
“Görevini yaparken tasarlayarak insan öldürme suçundan birini, mahkeme olarak oybirliğiyle ölüm cezasına çarptırdıklarını, Yargıtay’ın onamasından, TBMM’den geçtikten ve cezanın yerine getirilmesinden sonra bir gün, yolda birinin ellerine sarılarak kendisine “hayatımı size borçluyum” diyerek teşekkür ettiğini, nedenini sorunca da “O adamı, sizin astığınız adam değil, ben öldürmüştüm” dediğini, o günden sonra da kendisinin doğru dürüst hiç uyuyamadığını anlatmaya ve ağlamaya başlamıştı.”
“Ve o başkan, birkaç ay sonra da ölmüştü. Ben ise, ömrüm boyunca ne bu anıyı ne de elbette o merhum başkanı hiç, ama hiç unutamamış, belleğimden hiç silememişimdir.”
******************************
Hata ile Değil Kasten Yanlış Karar Verenler
Hâkim ve savcıların içindeki çürük elmaların oranı, toplumun diğer kesimlerindeki oran ne kadarsa yaklaşık o kadardır. Ancak yargı sistemi bu çürük elmaları ayıklamak yerine ödüllendirir ve kritik yerlerde yetkilendirirse durum vahim olur.
Çürük elmadan kastım hukuki ve adil olmadığını bilerek -rüşvet, iltimas veya baskı altında kalmak gibi sebeplerle-yanlış kararlara imza atanlardır.
“FETÖ yargısının” hakim olduğu dönemde TSK’nın seçkin subaylarını hapislere atarak tasfiye eden hakim ve savcılar verdikleri kararların adil ve hukuki olmadığını biliyorlardı. Fakat yaratılıştan gelen vicdan ve ahlak gibi programlarını formatlayıp silip atan bir cemaat etkisi altındaydılar.
Fetö yargısının tasfiyesinden sonra getirilen belli bir kadronun da “hükümete uyumlu karar vermek” üzere formatlanmış olduğu anlaşılıyor. Siyasi içerikli davalarda “söz dinlemeyen” vicdanlı hâkimler yerine “söz dinleyen” formatlanmış hakimlerin tayin edilmesini nasıl açıklayabiliriz.
“Fetö borsası” iddiaları, İstanbul Anadolu C. Başsavcısının HSK’ya gönderdiği dilekçede anlattığı yargının içindeki rüşvet skandalları ahlaki bozulmanın yargıya yansımış örneklerindendir. “İş takibi ve aracılık yapan, rüşvete tevessül eden yargı mensuplarıyla” ilgili ne yapıldı bilmiyorum.
Uyuşturucu kaçakçılarının, yasadışı bahisçilerin, milyonlarca lira gasp edenlerin rüşvetle tahliye edildiğine dair anlatılanlar adalete güven duygusunu yok etmektedir.
Bir organize suç çetesi lideri ile eski İçişleri Bakanı eski Ankara Cumhuriyet Başsavcısı, bir Yargıtay üyesi ve daha başka bazı yargı mensuplarıyla bağının olduğuna dair iddialar utanç vericidir. Hukuk Fakültesinde Anayasa hukuku hocam olan merhum bir bilim adamı/ politikacının uyuşturucu baronlarıyla ilişkisine dair okuduklarım içimi acıtmıştır.
Kötü örnekler yüzünden, “Yargı vasıtası ile hakkını alabileceğini kesin olarak düşünenlerin oranı, yüzde 80 civarında olması gerekirken, yüzde 20 civarında.” Yargıya güvenin bu kadar azalmasından özellikle “siyasi davalarda” hâkimlerin tarafsız davranacağına inananların sıfıra yakın olduğu kanaatine varıyoruz.
Yargının tarafsız ve bağımsız olduğuna olan inancı katleden iddia ve olaylar devletin temeli olan adalete güveni yok ediyor. Keşke bütün iddiaların muhataplarının “gerçek yüzünü” görebileceğimiz bir teknik imkânımız olsa.