Atatürk’ün hastalığının ilerlediği yıllarda ve ölümünden sonra Türk milliyetçiliğine karşı olan bazı komünist aydınlar, bazı eğitim, kültür ve sanat kurumları olmak üzere çeşitli devlet kurumlarında kadrolaşmışlardı. Bazı komünist aydınlar da edebiyat, sanat, eğitim ve basın hayatında etkili olmaya başlamışlardır. Bu bürokratlar ve aydınlar, 1940’lı yılların başından itibaren, bir taraftan kendi ideolojilerini ve düşüncelerini yayarlarken, bir taraftan da milliyetçilere karşı büyük bir mücadele başlatmışlardır. Türkçülüğün Cumhuriyet dönemindeki en büyük fikir ve mücadele adamı Hüseyin Nihal Atsız başta olmak üzere bir grup milliyetçi ve Türkçü aydın da bu saldırılara karşı çıkarak millî kimliğimizi, millî ve manevî değerlerimizi savunmuşlardır.
Atatürk’ün ölümünden sonra, cumhurbaşkanı olan İsmet İnönü ve Türk hükümeti, uzun yıllar savaşmış ve henüz kendini toparlayamamış Türkiye’yi II. Dünya Savaşı’na sokmamak için büyük gayret gösterirken, savaşın gelişmesine göre iç politikada da zikzaklar çizmiştir. II. Dünya Savaşı başlarında bütün Avrupa’nın büyük bir bölümünü işgal eden ve tamamını tehdit eden Hitler ve Naziler’i memnun etmek için konuşmalarında milliyetçi söylemler kullanmışlardır. Dönemin başbakanı Şükrü Saraçoğlu 5 Ağustos 1942 tarihinde Meclis kürsüsünden yaptığı kabine programı sunuş konuşmasında; “Biz Türk”üz, Türkçüyüz ve daima Türkçü kalacağız. Bizim için Türkçülük bir kan meselesi olduğu kadar ve lakal o kadar bir vicdan ve kültür meselesidir. Biz azalan veya azaltan Türkçü değil, çoğalan ve çoğaltan Türkçüyüz. Ve her vakit bu istikamette çalışacağız.” Demiştir. Bu konuşmanın yapılmasının bir nedeni de, Türkiye’yi sürekli tehdit eden Sovyet Rusya’ya karşı Almanların desteğini sağlamaktı.
II. Dünya Savaşı sonunda galip devletler safında yer alan Sovyetler Birliği, 1925’te bizimle yaptığı “Dostluk ve Saldırmazlık Antlaşması”nı feshetmiş, Boğazlar’ın kendi kontrolüne geçmesini, Kars, Ardahan ve Artvin’in kendilerine verilmesini istemiştir. Bu isteklerini kabul ettirmek için diplomatik kanallarla Türkiye’ye baskı yapmaya başlamıştır. Bu süreçte komünist bürokrat ve yazarlar da cesaretlenmişler ve milliyetçilere karşı saldırılarını artırmışlardır. Bu gelişmeler üzerine Atsız, çıkarmakta olduğu Orhun dergisinin 15. ve 16. sayılarında Başbakan Şükrü Saraçoğlu’na hitaben “Türkçü Başvekil” diyerek iki “Açık Mektup” yayımladı. Bu mektupların ikincisinde Atsız, özellikle Millî Eğitim alanındaki komünist faaliyetlerini ve faillerini ele alıyor, onları sırasıyla tanıtıyor, o faaliyetleri destekleyen zamanın Maarif Vekili’ni istifaya dâvet ediyor ve bunlara “dur” denilmesini istiyordu. Atsız bir yazısında da, “komünist ve vatan haini” olarak suçladığı ve kısa zamanda yükseltildiğini iddia ettiği Devlet Konservatuarı Öğretmeni Sabahattin Ali’nin komünist faaliyetlerinden söz ediyordu. Atsız’ın bu açık mektupları ve Sabahattin Ali ile ilgili yazısı milliyetçi camiada coşku ile karşılanmıştır.
Sabahattin Ali, kendisi hakkındaki yazısından dolayı Atsız hakkında hakaret davası açmıştır. Bu yüzden bu davanın adı, tarihe “Atsız-Sabahattin Ali Davası” adıyla geçmiştir. Davanın ilk duruşması 26 Nisan 1944 Çarşamba günü, saat 10.00’da başlamış, katılanların yoğunluğundan mahkeme heyeti salon penceresinden girmiştir. Sabahattin Ali de, aşırı taşkınlıktan dolayı o pencereden çıkmıştır. İlk iddia ve savunmaların yapılmasından sonra yargıç Saffet Unan, “hakarete dair kelimeler, ‘vatan haini’ kelimelerinden ibaret olduğuna göre vatan haini olduğunun ispat edilmesini isteyip istemediği sualinin” davacıya sorulmasına karar vererek duruşmayı 3 Mayıs 1944 tarihine ertelemiştir.
3 Mayıs 1944 Çarşamba günü Ankara’nın milliyetçi gençliği ve büyük halk kitlesi, komünizm aleyhtarı büyük gösteriler yapmıştır. Bu ikinci duruşmada Atsız’ın avukatlarının, “soruşturmanın genişletilmesi” isteği reddedilmiş ve savcının son iddianamesini sunmasından sonra, duruşma 9 Mayıs 1944 tarihine bırakılmıştır. 9 Mayıs 1944 Pazartesi günü yapılan son duruşmada, avukatlarının savunmalarını okumalarından sonra, Atsız savunmasını yapmış ve “Başvekile yazdığım açık mektupta rejimi komünistleştirmek istediği için Sabahattin Ali hakkında vatan haini sıfatını kullandım” dedi. Mahkeme, “mücerret olarak söylenen “vatan haini” tabirini “ hakaret” saymamış, “sövme” olarak kabul etmiş, ona göre ceza vermiş, o cezada indirim yapmış ve ertelemiştir.
Mevcut iktidar, Sovyetler’in yayılmacı politikasının somut bir örneği olan bu emperyalist tavra karşı, bir taraftan ABD ve İngiltere ile yakınlaşırken, bir taraftan da Sovyetler Birliği’ni memnun etmek için, “Irkçı-Turancı” damgası vurduğu komünizme karşı mücadele eden milliyetçi ve Türkçü aydınlara karşı harekete geçmiştir. İşte “3 Mayıs 1944 Milliyetçilik Olayları”, bu siyasi ortamda meydana gelmiştir. “Sabahattin Ali-Nihal Atsız Davası” sırasında meydana gelmiştir. “3 Mayıs 1944 Milliyetçilik Olayları”, Türk milliyetçilerinin Cumhuriyet döneminde gayrı millî düşünce ve ideolojilere ve bunların yerli temsilcilerine karşı ilk başkaldırı hareketidir.
Cumhurbaşkanı İsmet İnönü 19 Mayıs 1944 Nutku’nda milliyetçiler hakkında şunları söylemiştir: “Turancılar, Türk milletini bütün komşuları ile onarılmaz bir surette derhal düşman yapmak için bire bir tılsım bulmuşlardır. Bu kadar şuursuz ve vicdansız fesatçıların tezvirlerine, Türk milletinin mukadderatını teslim etmemek için elbette Cumhuriyetin bütün tedbirlerini kullanacağız. Fesatçılar genç çocukları ve saf vatandaşları aldatan fikirlerini millet karşısında açıktan açığa münakaşa edemeyeceğimizi sanmışlardır. Aldanmışlardır ve daha çok aldanacaklardır”.
“Sabahattin Ali-Nihal Atsız Davası”nın ve İnönü’nün 19 Mayıs Nutku’ndan sonra açılan “Irkçılık ve Turancılık Davası” sırasında yurt çapında milliyetçi avı yapılmıştır. Bu süreçte milliyetçi ilim, fikir, edebiyat adamları ve bürokratlar, “Tabutluk” adı verilen işkence odalarına ve hapislere atılmış, sürgün edilmiş, görevlerinden alınmış, işlerinden uzaklaştırılmışlardır. İktidarın bu düşmanca tavrı, Türk milliyetçiliği fikrinin, ülkemizde yeniden yükselişe geçmesine sebep olmuştur.
“3 Mayıs”, 1950’li yıllardan itibaren Türk milliyetçileri tarafından “Türkçüler Bayramı” olarak kutlanmaktadır. Cumhuriyet döneminin en büyük Türkçüsü Atatürk’ten sonra Hüseyin Nihal Atsız’dır. Atsız, çıkardığı mecmualar, kurduğu dernekler, yazdığı makaleler, şiirler ve romanlarla döneminin gençlerinde Türklük sevgisinin ve şuurunun uyanmasına büyük katkı sağlamıştır. İnandığı fikirler ve ülküler uğrunda her dönemde çektiği ıstıraplar ve mağduriyetlere rağmen dik durmayı başarmış kişiliğiyle bir dava adamının nasıl olması gerektiğini ortaya koyarak, Türk milliyetçilerine rol model olmuştur.
“3 Mayıs 1944 Milliyetçilik Olayları”nın bütün kahramanları bugün sonsuzluğa yürümüşlerdir. Başta Atsız olmak üzere hepsini rahmet, minnet ve şükranla yâd ediyorum. Türklük yaşadıkça onların bu yiğit mücadelesi asla unutulmayacaktır.
TÜRKÇÜLER GÜNÜMÜZ KUTLU OLSUN. NE MUTLU TÜRK’ÜM DİYENE!