Sinan Ateş Cinayeti ve Yönetilemeyen Türkiye

300

Eski Ülkü Ocakları Genel Başkanı Sinan Ateş’in ölümünün üzerinden(30 12 2022) tam bir yıl geçti. 22 kişinin tutuklandığı olayın derin ve çok boyutlu olması, insanı hayretten hayrete düşürüyor.

                Bilirkişiden çıkan telefon kayıtlarına göre rahmetli Sinan Ateş öldürülmesinden 9 ay önce takibe alınmış. Olaya kimler karışmamış ki?

                Adi bir torbacıya öldürttürülen Sinan Ateş olayı ile ilgili T24’ten alınan bilgilere göre eski MİT mensubundan tutun da emniyet mensupları, hukukçular ve siyasilere kadar birçok kişinin olayda adı geçiyor. Eski MHP Milletvekili Olcay Kılavuz’un Ankara’da kullandığı evde yakalandığı ortaya çıkan Tolgahan Demirbaş’ın telefonundan çıkan kayıtlara göre; Emniyet Komiserinden Sinan Ateş’in adres bilgileri isteniyor ve aylar öncesinden rahmetlinin “ipinin çekildiği”nin ses kayıtları çıkıyor.

                Gazi bir baba’nın evladı merhum Sinan Ateş’in Hanımı ve Annesi göğüslerini döve döve Geciken adaletin adalet olmayacağını, cinayetin faillerinin hepsini tanıdıklarını, ama bunların halâ ellerini kollarını sallayarak ortalıkta dolaştıklarını haykırıyorlar. Adres olarak ta MHP’yi gösteriyorlar.

                Ülkü Ocaklarının kuruluşundan günümüze kadar içinde bulunmuş bir Ülkücü olarak iç hesaplaşmadan dolayı adam öldürülmesine bu yaşıma kadar ne duydum ne de şahit oldum. Ancak 1970’li yıllarda TİKKO, Marksist-Leninistler ve Mao’cular arasında iç hesaplaşmalar nedeniyle öldürülenlerin bulunduğunu ve bunlardan birisinin de Mustafa Kuseyri olduğunu biliyorum. 1984 yılından sonra ortaya çıkan PKK’lılarında kendi aralarında anlaşmazlıkları yüzünden bazı infazları gerçekleştirdiklerini biliyoruz.

                O halde neler oluyor bize:

                Bugün yaşadığımız olayların, bizi 300 yıl gerilere götüreceğine asla inanmazdım ama görülüyor ki tarih, Sinan Ateş olayıyla bir defa daha tekerrür ediyor. 1789 Fransız devriminden önce ortaya çıkan Yakobenizm’e göre: “Meşruiyetin birincil kaynağı hukuk değil, ideoloji ve ilkeleridir. Rakip (yani “karşı devrimci”) görüşler ise, yok edilmesi gereken ihanet ve sapmalardır.” Görüşlerini benimseyen, Fransa Kralının idamına kadar birçok kişinin de kellesini alan Maximilien Robespier: “Söz konusu devrimse eğer, babamı dahi öldürürüm” sözleriyle tarihe geçmiştir.

                Yine meşhur Rus yazar Fiyodor Dostoyevski’nin yazdığı “Ecinniler” kitabında: 21 Kasım 1869’da, bir nihilist anarşist terör grubunun lideri Sergey Neçayev, gruptan ayrılmak isteyen üniversite öğrencisi Ivanov’u Moskova’da bir pusuda tuzağa düşürerek öldürmüş olduğunu anlatıyor.  Dostoyevski’nin Rusya’daki devrimci-terörist sosyalizmle bağlarını koparması işte bu vahşi olaydan sonra gerçekleşiyor.

                Yukarıda paylaştığım ve bizi 300 yıl gerilere götüren olaylar, ihtilaller ve devrimlerin habercileriydiler. Peki, ama 100 yıllık cumhuriyet, yaklaşık 200 yıla varan Türk Demokrasi tarihinde yaşanılan bu tür vakıalar kabul edilebilir cinsten olaylar mıdır? Her şey ortada, deliller ortada, failler belli ama neden adalet yerine getirilmez? Çünkü yönetilemiyoruz da ondan.

Açıklayayım:

  • Yargıtay Onursal Başkanı Prof. Dr. Sami Selçuk: “Ana Yasa Mahkemesi Kararı Madde 153’e göre: “Anayasa Mahkemesi’nin kararları yanlış ta olsa tartışmasız kesin uygulanır” diyor. Buna rağmen Can Atalay davasında ne alt kademe mahkemesi ne de Yargıtay AYM kararlarına uymadıkları gibi, bir de Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunuyorlar. Açık-seçik 158/3. Maddesine göre de: “Diğer mahkemelerle Anayasa Mahkemesi arasındaki görev uyuşmazlıklarında, Anayasa Mahkemesi kararları esas alınır.” Denilmesine rağmen.
  • İşin enteresan olan tarafı ise, partili cumhurbaşkanının mahkemeler arasında hakemliğe talip olması.
  • Türkiye tam bir uyuşturucu ve kara para aklama cennetine dönüşmüş. Alman, Rus, Sırp uyuşturucu tacirleri Türkiye’yi mesken tutmuşlar.  İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya temizleye temizleye bitiremiyor.
  • Türkiye’nin alt ve üst gelir gurupları arasında ekonomik manada büyük uçurumlar olmasına, halkın büyük çoğunluğunun Pazar artıklarıyla geçinmesine rağmen hala ihracatta şu kadar rekor kırdık diye her akşam algı yaratılması, diğer taraftan bunca hayat pahalılığına rağmen TUİK rakamlarının gerçeklerden uzak, hayat pahalılığını oldukça düşük göstermesi,
  • Mersinli üreticilere bir taraftan tarlalarınızı ekiyorsunuz diye üretime teşvik primi verilirken, diğer yandan “sen bu araziyi neden ektin” diye hapis cezası veriliyor ve tapulu arazisini eken köylülerin her biri 1,5’ yıl hapis cezasına çarptırılıyor. İki Bakanlık(Tarım ve Çevre ve Şehircilik Bakanlıkları) arasındaki trajı-komik duruma bakar mısınız?
  • Cumhuriyet kurulduğundan buyana 20 senede Suriye de Süleymanşah arazisini ve Ege Denizinde 20 Ada 2 kayalığımızı Yunan işgaline terk etmemize rağmen, Boğaz Köprüsünde İsrail’i kınama bahanesiyle Hilafet Sancaklı mitingler düzenleniyor.

               Bu liste çok daha uzayıp gider. Böyle bir ülkede Adaletten, refahtan, insan hak ve hürriyetlerinden söz edilebilir mi? 07/01/2024