1-Her şeyden önce zihniyet
değişikliğine ihtiyacımız var.
2-Aklımızı kullanmıyoruz.
Oğuz Çetinoğlu: Milletçe büyük bir
felâket yaşadık. ‘İnşallah son olur’
deniliyorsa da en önemli iş olarak düşünülenler çok farklı. Siz, ‘konu ile yakından ilgilenen bir ilim adamı’
sıfatınızla, öncelikle yapılması gereken ilk 3 (veya 5) tedbir olarak
tavsiyeleriniz nelerdir?
Prof. Dr. Tolga Yarman: Bir defa birçok alanda zihniyetimizi, yani
olaylara, süreçlere bakış tarzımızı dönüştürmemize ihtiyacımız var. Bunların
başında, başımıza gelen felâketlere ‘Allah’tandır’
diye, bir bakış tarzımız, geliyor… Önce şunu belirteyim ki, bu toprakların ve
göreneğimizin çocuğu olarak büyümüş biriyim… Özdeğerlerimize fevkalade
bağlıyımdır.
Kitabımız, her şey bir tarafa, ‘Oku’
buyruğuyla başlıyor… Bunu neredeyse, ‘Anlamadan
okuyabilirsin’, hattâ ‘anlamadan okumalısın’
diye algılamaya, başladık… Bu olmaz… ‘Anlamak’
fiillin üstüne çarpı işâreti koyuyoruz… Deprem, Allah’tan… Deprem sonuçları
Allah’tan… Olup bitene, zihin yormamıza gerek kalmadı bile 😊) … Ee, Kardeşim, hiç bir şeyi anlamayalım… Defteri kitabı,
dersliği, okulu kapatalım. Giderek, emniyeti, savcılığı, kovuşturmayı,
mahkemeleri, tâtil edelim… Bavul gibi duralım, herşeye, ‘Allah’tandır’, deyip geçelim.
Bir şey diyeyim mi? Bir defa hiç
farkına varmadan, Rabbimiz’e, sümme hâşâ, günah ciro ediyor gibi oluyoruz… Oysa
görenekte, hayatımız bir imtihandır, değil mi?
Kendimiz ediyor, kendimiz
buluyoruz, sonra da, olan her ne ise, ‘Allah’tan’
deyip, yolumuza devam ediyoruz… Hadi ‘deprem’
ile ‘deprem sonrasını’, şimdilik
ayırayım… Binaları dünyânın hemen her yerine kurumsallaşmış teknik esaslara göre
dikiyor muyuz, dikmiyor muyuz? Şöyle bir yüz katlı binayı, Japonya’da, dikilebilecek
yere dikse Japon, yıkılmıyor… O zaman, burada, Japon’un becerdiğini
başaramadığımız için, yıkılıyor değil mi? Ortada bir ‘taksir’ var, demek ki!..
Taksir şuurlu mu, değil mi?
Şuurlusu da var, şuursuzu da… İmtihan varsa, Mahkeme-i Kübra da, yani Hesap
Günü de var… Ee, Hesap Günü varsa, verilecek hesap da olacak!.. Kasden ve
taammüden taksir işlemişsen, günahın boynuna… Biz ‘Taksir, kusur, vebal, günah, Allah’tan’, demeye getirmiş, oluyoruz…
Bu ne demektir: Ağızdan yel
alsın, Rabbimiz’e günahımızı ciro ediyoruz!..
İyice yaygınlaştı, bu anlayış:
Bunu bize Allah yaptırdı!..
Ne oldu şimdi, tövbe, ‘biz
günahtan münezzeh olduk’…
Oysa Allah günah yaratmaz… Hâşâ
min huzur, yaratacak olsa, Hesap Günü olmaz…
Görenekle, taban tabana zıt bir
idrak dünyâsındayız… Şimdi yerim yok, oralara girmek üstemiyorum, şu ki, Ilımlı
İslam, Yeni Osmanlıcılık gibi devasa projelerle, iman genlerimizle oynanıyor…
Çıkmış bir ilahiyat hocası, ‘Mars’ta da olsalardı, öleceklerdi’
diyor, kaybettiğimiz yurttaşlarımızın ardından…
Açık söyleyeyim: Bu anlayışla
kavgamız vardır… Sen kimsin ya hu, ‘imar affından’ başlayarak bir çırpıda sayılamayacak
kadar çok evveliyatı îtibâriyle, ortada olan onca olumsuzluğu, ‘tık’ diye, aklıyorsun!..
Buradan çıkan bir sonuç,
ilahiyatçılara, doğabilimleri öğretmemiz gerektiğidir. Matematik, fizik,
mühendislik, öğrenmemişsek, ‘taassubî bir
metafiziğin’ esiri oluyorsunuz…
İşte Kitabımız: ‘Oku’, demek ki, ‘oku ve anla’, buruğuyla başlıyor… O
halde, önce akıl, sonra nakil… Nakilsiz olmaz… Ancak akılsız nakil, olup
bitenden kopmak demektir. Aklı deneyle terbiye etmezseniz, ya davulcuya ya
zurnacıya kaçar… Giderek, Mars’ta olmayan depremle, aynı saatte, burada
depremden ölen insanı, hangi sebepten meçhul, ölme noktasına taşırsınız… Nakle
tutunacağım derken, akıldan tamamen koparak…
Çetinoğlu: AFAD, deprem
sonrasında kendisinden beklenen hizmetleri gerçekleştirebildi mi?
Prof. Yarman: Cevaptan önce burada da, bir zihniyet dönüşümüne
ihtiyaç olduğunu söylemeliyim.
2017’de değişen rejim,
öncekilerden bin beter böldü bizi… ‘Demokrasi’
veya ‘halk yönetimi’ benim özüne, kavramlarına, kurumlarına çok bağlı olduğum
bir yönetim biçimidir. Ama biz; özellikle ‘göç izdihamı’ gibi toplum bilimsel
sebepleri var, demokrasimizi iyi çalıştıramadık… 1950 – 1960 arası Vatan
Cephesi oluştu… Köy kahvelerine kadar insanlarımız, ayrıştı, düşmanlaştı…
1970’lerde, Milliyetçi Cepheler’le aynı şekide bölündük… Ne acidır: Gençlerimiz
sokakta birbirlerini vurdu!..
Şükür, bugün o noktada değiliz, ancak şimdilerde, müsteşardan
çaycıya kadar bütün atamalar, ‘Bana kim oy verir, kim oy vermez’ ölçüsü üstüne
oturuyor… Bu olmaz…
Anlıyorum, börek küçük, zâten
dışarıdan da fena halde tırpanlanıyoruz… Ancak, herhangi bir iktidar, ‘Böreğin tamamı benim, benim dışımdakilere
bundan zırnık yok’ derse, demokrasimiz tökezliyor… Bir defa değerleri
örselenen demokrasi, ‘zümre tahakkümüne’
kolanlar vuruyor… Perikles zamanında (MÖ 495 – MÖ 429 / Atina), ahali sabah toplanıyor,
bir konuda karar alıyor, çoğunluğun dediği olacak… Demokrasi’nin beşiğindeyiz
ya… Akşam toplanıyor, aynı konuda, karşıt karar alıyor… Perikles; ‘Bu böyle olmaz, değerleri bunca değişken bir
demokrasi kabul edilemez’, demiş… Bunun üzerine, ‘demokrasiyanın’, yerine ‘aksiyakrasiya’
kuruluyor… ‘Aksiyom’, matematikten
biliriz, ‘kabul / değer’ demek… ‘Aksiya’,
aksiyomlar, yâni değerler demek… Aksiyakrasiya, ‘değerler yönetimi’, demek oluyor… Halk Yönetimi’ne karşı, ‘Değerler Yönetimi… Başka bir deyişle,
değerleri olmayan ya da yozlaşan demokrasi, tek başına huzur getirmiyor…
Sandık’tan değerlerinizle beraber çıkmalısınız… Yol boyu değerlerinizi gözünüz
gibi korumalısınız…
AFAD (Afet ve Acil Durum
Yönetimi Başkanlığı) ya da öteki kurumlarımız ne denli kurumsal
değerlerle pişmiş olacak, kişiler tarafından yönetiliyor? Bir şey demeyeceğim…
Ama işte her şey ortada… Yönetim orkestrası, liyakat esalarından önce, çoğu kez
başka ölçütlerle çatılıyor… Türk Hava Kurumu (THK) Orman Yangınları’nı
söndürecek uçaklara sâhip. ‘Türkiye’nin 1 numarasının ağzından’, yangından
neden sonra, öğreniyoruz ki, THK yangınlara yetişememiş, çünkü uçağı yokmuş…
Allah aşkına THK uçaksız mı bırakılırmış!.. Olmuyor… Mâdem uçağı yoktu, neden
almıyorsunuz, Kardeşim?..
Kader Planı…
Bu laf nerende çıktı inanın
bilmiyorum… ‘Planın’ (tasarı) arapça karşılığı nedir, bir defa?
Arkasından öğreniyoruz ki, yanan
ormanlarımızın toprakları iskâna açılıyor…
Ne bu şimdi:
Kader Planı!..
Olmuyor…
Şanlı Kızılayımız’a,
bakıyorsunuz, yaptırımların vidalarıyla cıvatalarıyla oynanıyor, bir derneğe
milyonlarca dolar bağış yapıyor… Yaşadığımız âfetler sürecinde o dernek veya
benzerleri nerede? Bilemiyorum…
Çetinoğlu: Anladığım kadarıyla ‘Hayır’
diyorsunuz. Peki, ‘neden?’
Prof. Yarman: AFAD bu son âfette, başarılı mı, değil mi? Ben
söylememeliyim! Ancak, yukarıda dikkate taşığım açıklamalar ışığında, her
halde, çok daha başarılı olabilirdi… Âfet, evet çok çok büyük, ama biz, bütün
samâmi gayretlere dönük saygıyla ifâde ediyorum, çok çok başarılı değiliz…
Çetinoğlu: EMASYA
(Emniyet-Asayiş-Yardımlaşma) protokolü hakkındaki görüşünüzü lütfeder misiniz?
Prof. Yarman: Bu kanayan bir
yaradır… Kurum, bir çırpıda telaffuz edilemeyecek kadar yoğun çabaya ve nakış
üstüne nakış, en ince teferruatına kadar hesap kitap edilmiş olarak çatılmıştır
(1997)… Sonra ise maateessüf dağıtılmıştır (2010)… 17
Ağustos’ta 1999 depremi sabaha karşı 00.03’de vukua geldi. 00.05’te Birinci
Ordu, tam kadro, çadırlar, aş çadırları, sahra hastaneleri, tuvalet birimleri,
aklınıza hangi ayrıntı gelirse, deprem sahasındaydı…
Bu sefer böyle bir şey olmadı… Niye olmadı?.. 3. Ordu
Malatya’dadır… Yüz yirmi bin askerimiz vardır, orada… 3. Taktik Hava Kuvvet
Komutanlığı Diyabakır’dadır…
Askerimiz’den yardım istenmesi, günler aldı… O da çok
sınırlı sayıda asker sahaya çıkartıldı… Çok yadırgatıcı ve acı…
Çetinoğlu: 1997 yılında yürürlüğü
giren EMASYA protokolünün 2010 yılında iptal edilmesini ve AKUT’un
etkisizleştirilmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Prof. Yarman: Bu sorulara, iktidarı ve muhalefet partilerinin cevap
vermesi gerekir… Ama düşüncemi saklamayacağım.
Yukarıda açıkladım. Bizimki gibi
demokrasilerde, icraat, başarı ve bunlardan hâsıl olacak, sevgi ve onur
paylaşılmak istenmiyor… Çünkü bunlar seçim sonucunu etkliliyor… Askere duyulan
sevgi de; başkasının olacak başarı ve onur da, hak sâhibine teslim edilmek
istenmiyor… Seçimle iş başına gelmiş bir belediye, bizzat hazırladığı yardım
aracının alnına, adını yazmış, sevkin
akabinde, araç durduruluyor, alnındaki yazı sökülüyor, onun yerine, söz konusu
belediyenin bağlı olduğu valiliğin adı yazılıyor…
Bu konuda diyeceklerim buraya
sığmaz… İçinde olduğumuz yaklaşımla özlediğimiz demokrasiyi çalıştıramıyoruz…
Millî irâde dediğimiz, berâberinde bölünmüşlüğü getiren bir irâde elbette olmamalı…
Çetinoğlu: Kahramanmaraş ve Hatay
depreminde Kızılay’ın, yaraların sarılması ve ihtiyaçların karşılanması
hususundaki katkıları sizce yeterli oldu mu?
Prof. Yarman: Demin açıkladım… Yıllar boyunca, şefkatli ve üstün
başarılarıyla hepimize parmak ısırtan Sevgili Kızılay, bugün aynı Kızılay mı?
Korkarım hayır…
Çetinoğlu: 2 Mart 1933 târihinde
Japonya’da vuku bulan 8,4 şiddetindeki depremde 2900 kişi, 17 Ocak 1999
târihinde yine Japonya’da yaşanan 7,4
şiddetindeki depremde 6400 kişi öldü.
Aynı yılın 17 Ağustosunda 7,6 şiddetindeki Marmara depreminde 20.562 kişi can
verdi. Bu mukayesenin sizde oluşturduğu düşünceler nelerdir?
Prof. Yarman: Bu rakamlar demin bir parça açtım, çok net olarak, bizim
durumumuzu sergiliyor… Ne öğrenmeyi istiyoruz, ne öğrenmeyi kabul ediyoruz… ‘Allah’tan’ deyip geçiyoruz… Feci olan
nokta şurası ki, Rabbimiz’e, durmaksızın günah ciro ettiğimizin farkında
değiliz…
Bizde olumlu bir şeyler
geliştikçe, yok Büyük Orta Doğu Projesi, yok ılımlı İslam, yok Arap Bahar’ı,
yok Yeni Osmanlıcılık, derken, şimdilerde bir de mezhep savaşlarının içinde
çekildiğimizden mâdâ, tarikatlar birbirlerinin gözünü çıkaratacak hâle
geldiler, neredeyse…
Toplum olarak, un ufak
olmaktayız…
Biz bizi tahlil edemiyoruz…
Burada bir defa, marksist teori
çalışmıyor, çünkü ‘sanayileşme, kentleşmenin yegâne motoru’ değil…
İkinci bir diyeceğim şu: Büyük
kentlere kırsaldan gelen göç izdihamını iyi tahlil edemedik…
Üstüne üstlük, Şam’da Emeviyye
Camii’nde Cuma namazı kılacağız havasına kapılınca, kendimizi bir mezhep
savaşının içinde buluverdik… Milyonlarca Suriyeli’yi ise, kucağımızda… Şam
rejimi, Nusayrî, yani Arap Alevisi’dir, mâlum… Dışarıdan manipüle edilmeye,
istenilen yöne sevkedilmeye maalesef çok müsaitiz…
Dehşetli bir eğitim
seferberliğine ihtiyacımız var…
Çetinoğlu: Binalara oturma
ruhsatı verilirken ‘depreme dayanıklılık
incelemesi’ yapılması fayda sağlar mı? Bu incelemede ne tür testler
yapılabilir? (Duvarın veya kolonun röntgeni çekilerek betonun dozajını, konulan
demirin yeterli olup olmadığını tespit eden bir cihaz var mı, yoksa üretilemez
mi?
Prof. Yarman: Bütün bunlar, depreme dayanıklılığın alfabesini
oluşturur… Atla deve de değil… Eloğlu yapıyor… Biz ne yapıyoruz? İmar affı
çıkartıyoruz!..
Çetinoğlu: Deprem hâdisesini felâkete dönüştüren olgular nelerdir?
Prof. Yarman: Önce, demin anlattım, bizim zihniyetimiz… Bu kafayla,
keşke yanılsam, daha çook feveran ederiz…
Deprem şiddeti kestirilir… Bizde
7.5’i aşabiliyor, bu rakkam… Sonra zemin etütleri yapılır… Kaç kata müsaade
edilecektir, buna bakılır… Sonra, inşaat usulüne göre yapılmış mı, buna
bakılır, ilahir… Fay hattı üstüne otuz kat çıkıyorsanız, bunun savunulacak yanı
yoktur… Dere yatağına on kat dikiyorsunuz… Dere coşar coşmaz, alabora
oluyorsunuz… Ne diyeceğiz şimdi!.. ‘Allah’tandır’, derseniz, günaha
girersiniz!.. Betonarmenin demirinden çalıyorsanız, bunun da savunulacak yanı
yoktur… Lütfen akıllı olalım… İnsanımıza, Rabbimiz’in bize en büyük bir
hediyesi olan aklımızı kullanmayı öğretelim…
Çetinoğlu: DASK (Doğal Âfet
Sigortalar Kurumu) deprem yaralarını sarmakta yeterli olabiliyor mu? Olamıyorsa
konu ile alâkalı tavsiyeleriniz nelerdir?
Prof. Yarman: Bu hacimdeki her felâket karşısında, şahsen gördüğüm,
DASK, yetersiz kalacaktır… Üzgünüm… Esasen DASK köklendirilemez değildir… Ana
fikir bizi oraya taşıyan yolları mümkün mertebe tıkamaktır…
Acımız büyük… Rabbimiz cümle
sevdiği kullarına, iz’an bahşetsin… Acılarımıza dönük sabır nasip etsin…
Prof. Dr. TOLGA YARMAN:
1963’de Galatasaray
Lisesi’ni bitirdi. Üniversite öğrenimini Fransa’da gördü; Institut National des
Sciences Appliquées de Lyon Mühendislik Okulu’ndan, 1967’de mezun oldu. Doktora
çalışmasını ABD’de yaptı; Massachusetts Institute of Technology’den, 1972’de
‘Bilim Doktoru’ ünvanını aldı.
İTÜ’de, 1982’de
Profesör oldu. İTÜ, ODTÜ, Boğaziçi Üniversitesi, Anadolu Üniversitesi,
California Institute of Technology, İ.Ü. Mühendislik Fakültesi ve Siyâsî
Bilgiler Fakültesi, Brüksel Özgür Üniversitesi, Feyziye Mektepleri Vakfı Işık
Ünivertsitesi ve Galatasaray Üniversitesi’nde öğretim görevlerinde bulundu.
Halen, İstanbul Okan Üniversitesi öğretim üyesi.
1983’te SODEP MKYK
Üyesi olarak çalıştı. 1989-91 arası, Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP)
İstanbul İl Yöneticisi olarak göreve seçildi. Aynı zaman diliminde, SHP
İstanbul İl Kültür ve Eğitim Komisyonu Başkanı olarak pek çok etkinliğin
öncülüğünü yaptı. Bu dönemde ‘Çağdaş Toplumcu Demokrat Düşünceyi’ başlattı. Bu
çerçevede, ülkemizdeki siyâsî oluşumlara, özellikle de, SHP ve CHP içindeki,
genelde ülkemizdeki siyâsî hareketlere ve bölünmüşlüğe dönük, pek çok makale
yazdı, araştırmalar geliştirdi, siyâsî çözümler teklifinde bulundu. O arada
‘CHP Açılırken Solda İnsan Hareketleri’ başlıklı bir kitap (1992) yayınladı.
Prof. Dr. Tolga Yarman’ın ‘Doğabilim’
birikimleri uzantısında, bir bakıma, ‘toplumcu demokrasi’ kuramı ve ‘toplumcu
bir ahlak öğretisi’ olarak hazırladığı, ‘Un Système de Croyance Cosmique’
başlıklı kitabı, Belçika’da basıldı. (1997)
2006’dan itibaren,
dört yıl boyunca her hafta, ‘Enerji Savaşları’ adını verdiği, Bölgemiz ve
Türkiye üzerinde gelişen askerî ve siyâsî girdapları, teknik girdiler
itibariyle, derinlemesine tahlil eden ve çıkış yolları dokuyan, bir televizyon
programı gerçekleştirdi.