Birinci
Sayı İçndekiler:
*Medeniyetin Aynası Kutlu Şehirler: Ersin
Nazif Gürdoğan. *Bu Dünyâdan İstanbul Âşığı Bir Nusret Geçti: M. Semih İrteş.
*Yunus’u Şehirlerde Aramak: Mustafa Özçelik. *Milletlerarası Kazanlı Yenilikçi
Âlimler Sempozyumu: Timuçin Mercanoğlu. *Kültürümüzün İzinde Kazan: Mehmet
Kâmil Berse. *Ankara Çeşitlemeleri: Hüseyin Akın. *Harput Kaç Dağ Üstünde:
Metin Önal Mengüşoğlu. *El Medinetü’l Fâzıla: Muhsin İlyas Subaşı. *Anadolu’nun
Medinesi Urfa. *Bir Yazarın Beş Şehri: Rahşan Gürel. *Segâh Vakti: Kâmil
Uğurlu. *Mahallenin Adı: Köksal Alver. *Külliyeli Şehrin Ahîleri: Cihat Meriç.
*Hak Nâmına Can İçin Değil, Cânan İçin Yaşamak: Yunus Emre Altuntaş. *Matrakçı
Nasuh’un Görkemli Dünyâsı. *Turgut Cansever: Yavuz Gencer. *Sana Bir Türkü
Bırakıyorum: Mustafa Uçurum. *İç Odalar ve Bahçeler: Kalender Yıldız. *Nurullah
Genç: Mahmut Bıyıklı. *Edebiyatta İz Sürme: Recep Garip. *Teknolojinin Varlık
Sebebi: Atilla Mülâyim. *Târih Dokunulmak İster: Ercan Yılmaz. *İsmâil Bey
Gaspıralı: Samet Sururi. *Artık Farketmez: Nustafa Nejat Sefercioğlu.
*Şehirlerin Anası Mekke: Mustafa Oğuz. *İnsânat Bahçesi: Yusuf Özkan Özburun.
*Dersaadet’de Umut ve Heyecan Işıkları. Toplantı Notları.
Biz’den…
Her Sabah Tâze Bir Başlangıç…
Dost kapısın ister isen doğruluk
Dosta inayeti elden bırakma
Doğru olmıyanın sonu uğruluk
Olur ferâseti elden bırakma
Seyrânı
Güller nihâyet açtı kelime, kelime… Dal
topraktan çıkınca heyecana müjde idi. Umutlar, Karanlıklardan aydınlığa uzanan
el oldu. Doğunun ışığı,
Batıya uçan güvercindi.
Kök sağlam olunca; Dallar birbirine destek verdi, sardı kucakladı. Bilgi;
Paylaşmak içindi, kalem emre uydu yazdı. Hedef; Güzel olanı ortaya çıkarmak,
estetik duyarlılığı gözler önüne sermekti. Gaye; Kâinat’ın tek güzelinden sadır
özünde olan güzellikleri paylaşmaktı. Mârifet, muhabbet getirir el-hak
doğrudur. Hakîkatle güzellik terâzinin ölçüleri idi!
Sevgi harcıyla bilgi beceri düşünce ve akıl, medeniyeti oluştururdu,
şehirler bu medeniyet hâfızasının salt göstergeleriydi…
‘Şâkirdleri taş yonarlar, yonup üstâda
sunarlar, Çalabın ismin ararlar ol taşın her pâresinde.’ Bu sözü ârifler anlar, câhiller bilmeyip tanlar Hacı Bayram kendi banlar ol
şârın minâresinde.’ Şehirleri kuran medeniyetler bizim
inancımızda bu duygularla kurulmuştu. Yunuslar, Mevlânâlar, Sinanlar, Nâbiler,
Itrîler ve Hacı Bayramlar bu aşkın merkezinde idiler. Aranan o idi ki Medeniyetin
merkezleri şehirlerden şehir kuran medeniyetlere bir sarmal içinde sevgiyi
yakalamaktı…
Sevgiyi, tutsak tutan düşüncelerden arındırıp, özgürce ifâde edebilmekti düşümüz.
Düşünceyi, korkulardan kaçırıp açıkça söyleyebilmekti niyetimiz. Yaşamayı sevgisiyle, düşüncesi ile inancı ile ömrünce tadabilmekti ölçümüz. Sanatı estetik çerçevede, uyuyan bir kedi saflığında gösterebilmekti
fotoğrafımız.
Mîmârî göz hizâsında görünmeli idi
şehirlerde, Metalden ahşap’a taştan suya birlikteliği sâdeleştirmekti algımız.
Müzikte kopuzdan gitara, yürekler için hareket eden parmaklardan ruh
dinginliğine çâre içindi sesimiz. Dil’de yazının güzelliği, elin dili düşüncenin
zerâfeti olarak satırlara dökmekti cümlelerimiz. Resmi, Nasuh’tan gelen
minyatürlerden, Nusret’le çağıldayan eserlerden gözümüze serdedilen gösteriydi
renklerimiz. Aşk-ı umman bilen şâirlerden, hicranı muhabbeti vuslatı, ilmek
ilmek dokumaktı şiirimiz.
Dünyâ ömürleri altmış üç’lerde biten veya daha az, daha çok bu dünyâda
misâfir kaldıklarında aksiyonları irşadları elçilikleri ve fikirleri ile efendimiz,
büyüklerimiz, üstatlarımız, önderlerimiz, şâirlerimiz, yazarlarımız,
sanatkârlarımızdı yol göstericilerimiz.
Aziz ve mukaddes üç şey vardır, Din, dil ve ilim. Birlik ve berâberlik
içerisinde sâhip olmamız gereken hassasiyetlerimiz.
Doğruyu, yalnızca doğru hisleri, duyguları ve güzeli anlatmak için duru bir
akıl, estetik kaygı ile kâğıtlar kalemler mürekkepler klavyeler telefonlar
belgeçerler e-postalar fotoğraflar ile gülen yüzler ve heyecanlardı, kâğıttan ruh
kaleleri oldu dergimiz. Davâsı bir, hedefi bir, duyarlılığı bir olan tecrübeli
ekibimizle yılların birikimlerini bu sayfalarda paylaşacağız. Her kelimesini,
her fotoğrafını itina ile yerleştirdiğimiz, nur topu gibi bir Şehir, Kültür,
Edebiyat dergimiz doğdu. Her ay yeni bir heyecan ile üzerimizi düzeltip
saçımızı tarayarak sîzlerin karşınızda sizlerle beraber olacağız.
Hz. Mevlâra’nın deyişiyle , ‘Bizi
bilen bilir, Bilmeyen de kendi gibi bilir…’ Hoş bulduk efendim… Hoşça
bakın zâtınıza…
Mehmet Kâmil Berse
Genel Yayın Yönetmeni
YUNUS’U ŞEHİRLERDE ARAMAK
MUSTAFA ÖZÇELİK
Çok yerde mezar/makam sâhibi olan
isimlerin başında Yunus Emre gelmektedir. Bunun sebeplerini biraz sonraya
bırakarak bu makamların nerede olduklarına bakalım önce. Konuyla ilgili
araştırma yapanlardan Mehmet Fuat Köprülü’ye göre bu sayı beş iken sonradan on
beşi geçtiği görülüyor. Köprülü; Eskişehir Sarıköy, Bursa, Manisa Kula Emre
köyü, Erzurum, İsparta Keçiborlu adlarını verirken bunlara sonradan Ordu Ünye,
Sivas, İzmir Tire gibi yerler eklenmiştir.
Yunus Emre’yi sâhiplenen her yer, kendini
haklı çıkaracak bilgi ve belgelerle karşımıza çıkmaktadır. Bu belgelerin
hepsinde de adı ‘Yunus’ yahut ‘Emre’ olan birinden söz edilmektedir. Yine her
bölgeye özgü Yunus’la ilgili gelenekler,
merâsimler mevcuttur. Yılın belli
bir gününde Yunus Emre haftaları, günleri, festivaller, şenlikler
yapılmaktadır. Bilgi şöleni gibi faaliyetler düzenlenmektedir. Dolayısıyla bir şâirimizin
de dediği gibi Yunus her yerdedir: ‘Ne Eskişehir’dir, ne Konya ne Bolu / Onun
vatanıdır tüm Anadolu / İşte ona sâhip hep sağı solu / Sâdece bir köyü, ili yok
onun’ (Halil Karabulut)
Anadolu dışından bu listeye ekleyeceğimiz
yer ise Azerbaycan’ın ‘Gâh’ bölgesidir. Toprak üzerinde bir makamı olmasa bile
Yunus’un Balkan coğrafyasında Kırım bölgesinde kısacası Türkçe’nin
konuşulduğu/bilindiği her yerde gönüllerde makam kurduğunu biliyoruz. Bosna-
Hersek, Makedonya, Kosova, Kırım, Gagauzya bu tür yerlerdir. Dolayısıyla bu
yerler de Yunus’un coğrafyası içinde onun izinin aranacağı yerlerdir.
Yunus’u nerde nasıl arayacağız?
Bu
sorunun cevabını vermeden önce Nezihe Arazın Yunus
Emre’yi anlattığı ‘Dertli Dolap’ romanının son bölümünden söz edelim önce.
Yunus, yakınlarıyla helalleştikten sonra vefat eder. Aradan bir hayli zaman
geçer. Sekiz yolcu, karlı bir kış günüde bir hana sığınırlar. Bunların her biri
Anadolu’nun farklı bir yerindendir. Sohbet esnasında konu, konuyu açar. Derken
hancının şöyle dediği duyulur: ‘Hava izin
vereydi, sizinle Larende’ye (Karaman) iner, Yunus Emre’nin kutlu türbesini ziyâret
ederdik.’
Bu söz üzerine önce bir şaşkınlık yaşanır.
Sonra her biri yolcu ‘Yunus Emre’nin
kutlu türbesi mi? Onun türbesi benim köyümdedir’ diyerek köylerinin adlarını
saymaya ve orada bulunan Yunus türbesini anlatmaya başlarlar. Birisi Sarıköy’de
olduğunu söyler. Diğeri Bursa der. Öteki Kula, bir diğeri Sandıklı derken tam
sekiz yerin hancınınkiyle birlikte dokuz yerin adı söylenir.
Hattâ bu esnada gerekçelerini de
sıralamaktan geri kalmazlar. Sandıklılı olan ‘İşte şu gözlerimle Yunus Emre’nin Sandıklı’daki türbesini görmüştüm.
Ninem, bebekken elimden tutar götürür, ne hastalığım varsa ondan şifa diler, toprağını yüzüme, gözüme sürerdi.’
Aksaraylı olan ‘Bilir misiniz, zaman
zaman Aksaray’daki Yunus türbesinde top sesleri duyulur. Gümbür gümbür. Biz
buna ‘Tunus’un bâtın topu’ deriz, ne zaman bu top sesi duyulsa memlekette
önemli şeyler olur”. Keçiborlu’lu olan ‘Keçiborlu’nun
birkaç menzil öteden Yunus türbesinin gül kokulanın duyarsınız. Gelinler orada
baş bağlar, kızlar orada kısmet keser. Bizim bütün şenliğimiz, bütün hacetimiz
o kapıda görülür.’ Sarıköy’lü olan ‘Dünya
bilir ki o, Sarıköylü çiftçi Yunus’tur o. Kendi dergâhının bahçesinde yatar.
Mezarın üzerinde bir çardak vardır. Üzerini yediveren gülleri sarmıştır. Derler
ki, o güller Emre dergâhından getirilmiş, kökünü Taptuk Sultanın kızı Gülmisal
Hanım’ın ürettiği güllermiş.’ der. Diğerleri de benzer şeyler söylerler.
Yani her birinin Yunus’un kendi topraklarında olduğunu kanıtlayacak örnekleri
vardır.
İkinci sayıdaki yazılardan bâzılarının başlıkları:
*Darülfünun’un Kuruluşu: Prof.
Dr. Ali Arslan. *Dersaadet’in Şehirleri: Mehmet Kâmil Berse. *Fâtih Sultan
Mehmed’in Hocaları: Prof. Dr. Arzu Tozduman Terzi. *Sarıköylü Yunus Emre:
Mustafa Özçelik. *Kâzım Zâim’le Röportaj: Savaş Uğur. *Yedinci Güzel Adam Nazif
Gürdoğan: Recep Garip. *‘Hayatın Hâmi-î
Hakîkisi Millettir, Ben Yalnız Onun
Tercümanıyım’ Diyen İsmail Bey Gaspıralı’nın Torunu Gülnara Seitvanieva ile
Röportaj: Mustafa Mercanoğlu. Osmanlı Devleti Şehirlerinde Gayri Müslim Teb’a:
Dr. Önder Bayır. *Bir İstanbul Efendisi’nden Medeniyet Tasavvuruna Dâir
Sadettin Ökten’den Serzenişler / ‘Fincanımda
Kola Var’: Yavuz Gencer. *Tanpınar’dan Calvino’ya şehri Okumak: Mehmet
Kurtoğlu. *Ankara’nın Özelleri ve Özel Hikâyeleri: Hüseyin Akın. *Mevlânâ’dan
Evliya Çelebi’ye Tokat Şehri: Mustafa Uçurum. *İstanbul’da Sinan’ın İzinde
Büyük Ustanın Üç Eserine Güzelleme: Muhsin İlyas Subaşı. *Yirminci Yüzyıldaki
Hattatların Pîri / Hattat Hâmid Aytaç: Doç. Dr. Mehmet Refii Kileci. ‘Üç Şehrim
Oldu, Bir de İstanbul: Mehtap Altan’ın Sâdık Yalsızuçanlarla Röportajı. *Şehre
Dibâçe: Yrd. Doç. Dr. Erhan Çav.
İkinci sayıdaki makalelerden bölümler…
İSLÂM SANATI GÜZELE
ADANMIŞTIR
Prof. Dr. HAMİT ER
İslâm dikkatleri tabii güzelliklere
çevirmekte ve insanları onlardan faydalanmaya çağırmaktadır. İslâm sanatı
tamamen güzele adamıştır. Her şeyde, varlığın her alanında güzeli arar. Çünkü
Müslüman’ın zihninde güzellik, doğruluk, faydalı olmak ve iyilik özdeştir.
İslâm sanatı beşerin ruhundaki genişlik ve
mükemmellik gerçeği üzerine özel bir itina ile durur. İnsanın maddî yönünü
manevî yönden ayrı olarak ele alır. Üzülerek belirtmek gerekir ki, günümüzde
bazı Müslümanlar, İslâm kültürünü öğrenirken genellikle teoriye ağırlık
vermekte; duygu ve mânevî yönünün, kültür ve sanat tarafının öğretilmesine
gereken önemi vermemektedir. Bu sebeple İslâm’ın öğretilmesinde ve
öğrenilmesinde sanatın fonksiyonu takdir edilmemekte, dolayısıyla sanat
faaliyetleri, neredeyse boş ve lüzumsuz olarak değerlendirilmektedir.
Allah’ın cemal sıfatının bir eseri olarak
var olan her türlü güzellik, sanatkârın faaliyeti sâyesinde dokunulabilir,
görülebilir ve duyulabilir hâle gelmektedir. İman sâhibi sanatkâr var olan her
şeyin Allah ile bağlantısı olduğuna inanır. Müslüman sanatkâr, sanatını icra
ederken ana kaynaklardan habersiz değildir. Yarattığını güzel yaratan;
Yaratanların en güzeli olan Allah, ‘Yakın
semayı yıldızlarla süsledik’; ‘Câmiye
giderken güzel elbiselerinizi giyerek gidin.’ Diyor ‘Allah güzeldir güzelliği sever.’ ‘Allah her şeye güzel muamele edilmesini emir buyurmuştur.’
Nitekim İslâm sanatının ilkeleri ve
özellikle İslâm mîmârîsiyle İslâm şehirciliği, biri doğrudan diğeri de dolaylı
yoldan olmak üzere iki bakımdan vahiyle alâkalıdır. Kur’ân-ı Kerîm sanatın,
hiçbir kitapta bulunamayacak derecede üstün, eşsiz ve güzel yönlerini
belirtmektedir.
Kur’ân’ın ibâdet esnasındaki okunuşu,
mûsikîyi, metninin yazılması ve muhafaza edilmesi, hüsnü hattı yâni güzel
yazıyı, tezhibi ve ciltçiliği geliştirdi, câmi mîmârîyi ve tezyini sanatları
oluşturdu.
İslâm sanatının merkezi mimarlıktır. Çünkü
mimarlık fonksiyonel bir sanat olarak, sosyal hayatın merkezi olan iaşe ve
ibâdet yerlerini inşa etmekle yakından alakalıdır. Diğer bütün sanatlar ona
bağlıdır. Bütün İslâm mîmârîsinde ve özellikle
câmide görülen süslemelerde, İslâm’ın başlangıç dönemlerini hatırlatan
bir çeşit sâdelikle, karışık ve zengin süsleme arasında dalgalanma vardır. Câmi
tipleri coğrafî ve beşerî çevreye göre değişir. Fakat hemen hemen ana unsurlar
bakımından İslâm’ın ilk döneminde yapılan Medine mescidini esas alır. İslâm
mîmârîsine özgü esas öğeler, geleneklere ve özellikle de kullanılan malzemeye
bağlı olarak geniş ölçüde değişmiştir. Aynca elemeği-göz nuru sanatlarının
bütün kolları, câmiye katkıda bulunur.
İslâm sanatında mîmârîden sonra en mühim
yeri hat sanatı almaktadır. Bunun en büyük sebebi Kurân’ın devamlılığını ve
yayılmasını sağlamasından dolayıdır.
Hat sanatında istikrar içinde değişme
anlayışı ön planda tutulmuştur. Bu sanatta dökülme, dağılma, kendi başına
buyruk olma hissini verecek hiçbir unsura yer verilmez. Orada bağımlılıkla
bağımsızlık arasındaki gerilim yok edilmiştir. Her harf hem müstakildir hem de
genel içerisinde birliğe ve bütünlüğe bağlıdır. Sanatkâr yazıda hem harfleri
hem de harfler arasındaki sonsuz birleşmeyi dengelemek ve gözetmek
durumundadır. Buradaki durum ve ahenk nasıl ise İslâm eğitim sistemindeki genel
prensiplerde aynıdır. Burada sanatkâr eserleriyle inananlar yönlendirmek,
eğitmek ve onlara bu surette katkıda bulunmaktır.
BOSNA’NIN MÜSLÜMANLAŞMASI VE AYVAZ DEDE ŞENLİKLERİ
MUSTAFA ATALAR