‘’İnsanlık
tarihinin hiçbir döneminde böyle bir vahşet yaşanmadı! Rum’lar kendileri için kutsal
saydıkları Noel gecesi; yüzlerce Kıbrıs Türk’ünü acımasızca katlettiler. O insanlarımız
sanki Noel uğruna adanmış kurbanları idi…’’ (21 Aralık 1963)
Bu gün bu satırları kaleme
alırken, insan olarak kalabilmenin ne kadar büyük bir erdem olduğunu daha iyi
anladım.
Ancak tarihin sesiyle, belgeleriyle aşağıda yazmaya
çalışacağım aşağıdaki olaylar; canavarlaşmış ruhları ile insanoğlunun nasıl bir
ölüm makinesi haline gelebileceğinin en çarpıcı kanıtlarından sadece
birkaçıdır…
21 Aralık 1963 gecesi eli kanlı Rum çeteleri
bir gecede sadece Türk oldukları için yüzlerce cana kıydı, o insanlarımızın
yaşam hakkını elinden aldı…
Rum çeteleri çoluk, çocuk, yaşlı, genç,
hasta, bebek demeden müdafaasız yüzlerce insanımızı; sadece Türk oldukları için
o kutsal gecede katlettiler.
O
katliamların yapıldığı tarihten 3 yıl önce adada yepyeni bir ortaklık
cumhuriyeti kurulmamış mıydı?
Hani Rumlarla, Türkler iç, içe yaşayacaktı?
Hani Akdeniz’in orta yerinde kurulan bu ada
barışın simgesi olacaktı?
Değerli
okur:
Kıbrıs Türk’ü, o ölüm gecesini hiç unutmadı.
KKTC’de o acıların tanıkları halen hayatta.
Bugün
21 Aralık 2022.
Tam 59 yıl kaldı o kapkara, kanlı gecenin
ardında. Neredeyse bir ömür…
Her 21
Aralık geldiğinde, o hafta; KKTC’de ‘’Şehitler
Haftası’’ olarak anılır. Anma törenleri yapılır. Kıbrıs Türk’ü o acı dolu
dönemi hatırlar, her evinden dualar yükselir, mevlitler okunur. Çünkü adada
yaşayan her Kıbrıs Türk’ünün yüreğinde yaşayan bir şehit acısı vardır…
Ama
ada tarihi boyunca Kıbrıs Türk’üne çektirmediği acı, yapmadığı insanlık dışı
katliam kalmayan Kıbrıslı Rumlar; o gece için ne bir özür dilemişler, ne de
aşağıda okuyacağınız alçaklıkları yapanları cezalandırmışlardır!
İşte Unutuldu
sanılan o insanlık suçu, vahşet dolu
günlerde yaşananların sadece birkaçı:
‘’ Lefkoşa
ile Mirtu ( Çamlıbel ) yol ayrımında bulunan Ayvasil ( küçük Türkeli ) karma
köyünde 120 Türk vardı…
O akşam vakti bir saatte Lefkoşa yönünden
gelen arabalardan, kamyonlardan eli silahlı Rum’lar boşaldı! Bir süre köşedeki kahvede
aralarında görüştüler, daha sonra da Türk kesimine yöneldiler.
Silahlar
patladı, tüfek dipçikleri ile kilitli kapılar kırıldı. Türkler sokaklarda
sürüklendi…
70
yaşlarında bir Türk, evinin ön kapısının parçalanışını duyarak uyandı. Yatak
odasından sendeleyerek çıktığında, evinin içinde silahlı adamlar gördü. ‘’Çocukların
var mı?‘’ diye sordular. Şaşkınlık içinde ‘’Evet‘’ dedi. ‘’Onları dışarı gönder!’’ Emrini verdiler.
19 ve 17 yaşındaki iki oğlu, 10 yaşındaki
torunu acele giyinerek silahlı adamlarla beraber dışarıya çıktılar.
Evin
duvarı önünde sıraya dizilmişlerdi. Silahlı adamlar hiçbir söz söylemeden,
serinkanlı bir şekilde makineli tüfeklerini ateşleyerek onları ölüme
gönderdiler…
Bir
başka evde, elleri dizlerinin arkasına bağlanmış olan bir erkek çocuk yere
atılmıştı. Ev yağma edilirken onu tekmeliyor, hakaret ediyorlardı. Sonra
başının arkasına bir tabanca dayadılar, onu da vurdular.
Türkeli (Ayvasil) köyünde o gece toplam 12
Türk katledildi. Diğerleri ise; Rum’lar tarafından toplanmışlar, yol boyunca
tekmelenip yumruklanarak birkaç mil uzaklıkta ki Şillura Köyündeki Türklerin
yanına gönderilmişlerdi.
Gece kıyafetleri içinde çıplak ayaklarıyla
soğuk havada, gecenin zifiri karanlığında sendeleyerek yürüyen Türk’lerin
arkasından Rum’lar ateş ediyorlardı. Bu
bölgenin hemen dışarısında çiftliklerde yaşayan dokuz Türk daha öldürülmüştü…
Ayvasil ve Şillura köyleri boşaltılmıştı!
Kuzeyde
ki Fota ( Dağyolu ) ve Pınarbaşına doğru emniyetli bölgelere gitmeye çalışan
Türk’lerin; geride evleri, eşyaları ve Rum komşuları kalmıştı! O komşular ki,
şimdi emniyetli bölgelere çekilen Türk’lerin evlerini yağmalıyorlardı! Kutsal
bir gün sabahını karşılarken Türkler; Rum’un bu acımasız, korkunç zulmünden
kurtulmaya çalışıyorlardı…
Aynı saatlerde Lefkoşa surlarının kuzeyindeki
Türk köyü Ortaköy’ün yanında, Girne yol ayrımında bulunan Kumsal bölgesine de
150 civarında silahlı Rum gelmişti…
O akşam, yaşlı bir Türk ev sahibi olan Hasan
Yusuf Güdüm isimli şahıs, yanında karısı Feride, komşusu Ayşe Mora kızı Işın ve
diğer kızı Növber ile Kumsal’daki kiracılarından; Türk Alayının baş doktoru
olan Binbaşı Nihat İlhan’ın evini ziyaret ediyorlardı.
Binbaşı o kritik günler dolayısı ile alarm
halinde olan Alayda görevinin başında idi. Karısı Mürüvvet, yedi yaşında, dört
yaşında, altı aylık olan üç çocukları ve misafirleri ile birlikte evde dokuz
kişiydiler…
Bu dokuz kişi yemek odasında akşam yemeklerini
yerken, Bu sırada Severis Un Fabrikasının bulunduğu yerden, gece karanlığından
da istifade ile elleri silahlı Rum çeteleri kurumuş olan Kanlı Dere nehir
yatağının karşısına Kumsal bölgesine geçiyordu…
Çok geçmeden bu çetelerin açmış olduğu ateş
sonucunda silahlardan çıkan mermiler Dr. Nihat İlhan’ın oturduğu evin
duvarlarına kuvvetli bir yağmur gibi vurmaya başladığında, yemek masası etrafındaki
sohbet aniden kesilivermişti…
Herkes aceleyle ayağa kalktı, kadınlar
çocuklarını ellerinden tutarak çektiler, ev sahibi Hasan Güdüm, hepsini evin
arka tarafına götürdü. Dört kadın, dört çocuk, bir adam hepsi evin banyosuna
girdiler ve kapıyı kilitlediler. Ev sahibinin karısı aniden kararını
değiştirdi, banyodan dışarı çıkarak, tuvalete girdi ve kapıyı kilitledi.
Binbaşının karısı ve çocukları ile küvetin
içerisine girdi. Altı aylık bebeğini kucağına almış kapıya doğru bakarken,
diğer iki çocuğu ise; bacaklarına sıkı, sıkı sarılmıştı.
Korku
içindeki üç kadın ve Hasan Güdüm kapının yanındaki köşelere sığındılar. Ayşe
Mora bebeği Işın’ı korumak için bağrına basmıştı.
Evin giriş kapısı kırılarak açıldı!
Gözlerinde vahşi bakışları ile
insanlığından çıkmış olan caniler, ellerindeki makineli tüfeklerle evin
içerisini taradılar…
Daha sonra ayak sesleri Binbaşının eşi ve üç
çocuğunun bulunduğu kapısı kilitli banyo kapısının önüne geldi; canilerden birisi
kapı kolunu zorlarken, diğeri Rumca ‘’Enosis’i’’nasıl istersiniz diye
bağırıyordu!
Sonra, ateşlenen mermiler, banyo küvetinin
içindeki Bayan İlhan ve çocuklarına isabet etti. Binbaşının çocuklarından
birisi inledi, kısa bir darbe atışı ile Şehit edildi. Saldırganlar sonra yerdeki
diğerlerini gördüler; silahlarında ki tüm mermileri de onların üzerine boşaltarak
hepsini orada Şehit ettiler.
Evin sahibi, komşusu ve kızları da ağır
yaralanmışlardı. Bir mermi de Işın bebeğin ayağına isabet etmişti. Tuvaletin kilitli
kapısı, bu silahlı adamların dikkatini çekti. Kapı tüfek dipçikleri ile
kırılarak ev sahibinin karısı dışarı çıkarıldı. Feride hanım’ın kafasına bir
tabanca dayadılar. Bir kez ateşlendi, oracıkta Şehit edildi.
Katiller çığlıklar atarak, eğlenerek evin içerisini tahrip ettiler. Banyodan
dışarı yayılan kan üzerinde kayarak dolap ve raflardaki eşyaları silahları ile
tarayarak paramparça ettiler. Bebek Işın
Mora sağ kalmış, yaralı ayağı birkaç operasyonla kurtarılmıştı
( Yukarıda anlatmış olduğum tarihi gerçekler
HARRY SCOTT GIBBONS’un 1997 yılında basılan KIBRIS’TA SOYKIRIM (THE GENOCIDE
FILES) adlı kitabından alınmıştır.
Şimdi
bu satırlardan haykırarak tüm insanlık âlemine soruyor ve yanıtını istiyorum:
Siz
insan hakları havarisi kesilip de, bu insanlık suçunu yok sayanlar,
Siz; ‘’Kıbrıslılık‘’ oyununun ardına
saklanarak, KKTC’de Rumlarla yeniden bir arada yaşamanın tuzağını kuranlar, ‘’Birleşik
Kıbrıs‘’ senaryosunu yazanlar,
Siz; Rum’la iç, içe yaşayabiliriz yazılarıyla,
halkımızın beynini bulandıranlar,
Türkiye’ye, Türk Askerine kabul edilemez
suçlamalar ile saldıran kimi sendika yöneticileri, dernek temsilcileri, cepleri,
mideleri Euro’larla, Dolarlarla şişirilmiş bilinen vakıfların, kimi
barakaların, platformun üyeleri,
Kıbrıs Türk Halkının adada ki var oluş nedenlerini
müzakere masasında pazarlık konusu yapmaktan çekinmeyenler!
GKRY Başkanlarının, siyasilerinin kankaları,
yol arkadaşları!
Yukarıda tarihi belgelerle kanıtlı, bu
insanlık ayıbıyla ilgili olarak söyleyeceklerinizi duyalım?
Bu tarihi kitabı yazan; o günlerde London
Daily Express gazetesinin Ortadoğu temsilcisi olan bu cesur gazete muhabiri Mr.
Gibbons gibi bu vahşete en azından: ‘’Bu katliamlar, Kıbrıs Türk’üne yapılmış
bir soykırımdır.’’ Demek cesaretiniz var mı?
Sakın ola ki, bunlar tarihin derinliklerinde
kaldı!
Biz bunları
tarihe gömdük, unuttuk! Şimdi yarınların
dostluğuna, Rum’larla bir arada olmaya bakıyoruz demeye kalkmayınız!
Bunun düşünülmesi bile bir hezeyandır.
O zaman sizleri; ne şehitlerimiz, ne
milletimiz, ne kitaplardan sildiğiniz tarihimiz, ne de kendi vicdanınız affeder.
Sevgili Kıbrıs Türk Genci: (Bk. Tarihten Gelen Çığlık/‘’Kıbrıs’ta
Soykırım 1955-1974 -Atilla Çilingir)
Şimdi sen; yukarıda anlatılan tarihi
gerçekleri okuyamıyor, öğrenemiyorsun!
Çünkü
ders kitaplarında yok!
Çünkü bu zulmü, atalarına uygulanan bu soykırımı bilmemelisin!
Çünkü
yıllardan beri istenen; Güney Kıbrıs’ta yaşayan Rumlara özenmeli, onların
tarihini ‘’Kıbrıslılık’’ kimliği ile öğrenerek geleceğini birleştireceğin Genç
Rum’larla kaynaşmalısın!
Çünkü milli
değerlerini unutmalısın! Unutmalısın ki, Millet, Devlet, Vatan ve Bayrak ne
demektir? Bu değerleri hiç hatırlamayasın! Ceddinin bu değerler uğruna Şehit
olduğu sana bir şey ifade etmesin!
İşte Kıbrıs Türk’üne yıllardan beri adada
kurulan tuzağın hedefinde bu milli değerlerimiz vardır.
Ama
sizler bu oyunları bozacak kadar yürekli, Yüce Türk Milletine, Ceddine bağlı
gençlersiniz.
Dilinizin, Dininizin, Milletinizin,
Devletinizin, Bayrağınızın ne ifade ettiğini; gerektiğinde vatan topraklarınız
uğruna seve, seve ölüme gitmenin yüce bir görev olduğunu bilenlerdensiniz.
O
nedenle, asla bu teslimiyetçi oyunlara gelmeyeceksiniz.
Dinleyin:
‘’Tarihten
Gelen Çığlık Sesleri’’ duyuluyor yine, 59 yıldan beri hep aynı tarihte!
Ama
bu sefer daha güçlü feryat ediyor 70’lik Hasan dayı, gelin kız Melek, o
yiğitler yiğidi Mehmet, 7 günlükken katledilen Selen Bebek.
Onlara
Toprak Ana bile ağıt yakmış ağlıyor.
Kurtlar, kuşlar susmuş bu insanlık ayıbını
anlamaya çalışıyor!
Ya biz ne yaptık? Anlatabildik mi yaşanan onca
insanlık ayıbını? Duyurabildik mi diri, diri toprağa gömülen insanlarımızın
feryatlarını?
Kelimelerin anlamı yok!
Ne
yazsam, ne anlatsam yaşatamam o günleri, duyuramam ‘’tarihten gelen çığlık’’ seslerini, getiremem o kefensiz bedenleri
geri…
Şimdi vicdanımızın sesine kulak verelim. Eğer
59 yıl önce Kıbrıs’ta yaşanan bu olaylar bir milletin yok edilmesi, soyunun
kurutulması,’’ Soykırım ‘’ değilse
söyleyin ey insanlar:
Biz
buna ne ad verelim?
Yarım asır önce Kıbrıs’ta bu insanlık suçunu
işleyenleri tarihin unutmaz hafızasına emanet ederek; tüm Şehitlerimizi
rahmetle, minnetle anıyor, aziz hatıraları önünde saygıyla eğiliyorum.
‘’ Geçmişi ne kadar çok
unutursak geleceği korumak o kadar zor olur.’’
( 1955-1974 yılları arasında
Rumların yaptıkları katliamlar sonucunda yüzlerce Kıbrıs Türk’ü hayatını
kaybetmiş olup, 30.000 den fazla Türk adadan göç etmek zorunda kalmıştır. )