Zaman Asla Unutmaz…

105

      ‘’10’ların İzleriyle Türkiye’’ isimli kitabımı; insanı mükemmel bir görüş açısı ile
anlatan, bilginler bilgini ve tasavvuf âlimi, Büyük Mevlana’nın o güzel gönül
sesini yansıtan: ‘’Eğer bir gün, büyük
bir derdin olursa; benim büyük bir derdim var deme! Derdine dönüp, benim büyük
bir Rabbim var de…’’
cümlesi ve divan şairimiz Baki’nin, her faninin bu
yalan dünyaya veda ettikten sonra nasıl anlatılacağını tanımlayan o güzel
seslenişi ile bitirmiştim:  

   
‘’Baki kalan bu kubbede hoş
sada…’’

      Pekiyi
ya dert ve veda?

     
 Aslında bu yalan dünyada
hangimizin büyük bir derdi olmamıştır ki? İnsanoğlunun dertsiz geçen bir yaşam süreci
olabilir mi? Hangimiz yaşadığımız her dertte; Yüce Yaratan’ın o eşsiz
varlığına, ilahi ve mucizevî gücüne sığınmamış, ondan yardım istememişizdir?

     Bir ülkenin, o ülke topraklarında yaşayan
insan topluluğunun ortak dertleri olduğunda; Allah’ın o ilahi kudretine sığınıp
yardım talep edilirken, bu ulvi yakarışın yanı sıra, bu dertlere ortak aklın,
gönül birlikteliğince kabul edilebilecek bir çözümün üretilebilmesi de
önemlidir.

    Veda
ise; göreceli bir kavramdır!

   
 Yaşanan ve yaşatılan her ne varsa
sona eren;  kimisi için veda, kimisine
göre yeni bir başlangıç olur hayatın bilinmez ufuklarında…

    
Hiç şüphesiz parıltılı bir ışık gibi olmalıdır yaşam. İçimizi
ısıtmalıdır, bize yol göstermelidir doğasıyla, doğal güzellikleriyle, insani
ilişkileriyle ardımızda kalan tüm yaşanmışlıklar…

    
Ama gelin görün ki! Biz insanlar; yaşadığımız bu gezegeni, sadece
kendimize değil, bu gezegende yaşayan tüm canlılara çoğu kez zindan etmiş,
yaşanacak tüm güzellikleri kendi ellerimizle yok etmişizdir!

    Başucumuzda
duran hayatımızı sorguladığımızda; doğup büyüdüğümüz bu toprakları vatan
belleyerek yaşayan bizlerin, kimlik
birlikteliğimizin ortak paydası olan Türk Milletinin yapısal
özelliği, dünyada varlığını sürdüren hiçbir millette bulunmayan niteliklerimiz;
ardımızda kalan o uzun sürede, her türlü zorluğu birlik ve beraberlik
içerisinde aşmamızı sağlayan en önemli kavramlar olmuştur.

 
  Böylesine zor bir coğrafyada yaşayan bizler; Türkiye Cumhuriyeti
Devletinin yurttaşları olarak, ardımızda kalan yıllarda; Türk Milletinin
birleştirici kavramı içerisinde ne kimliğimizi, ne inancımızı, ne de
farklılıklarımızı sorguladık.

  Aslında bu günlere gelirken, tasada ve
kıvançta bir ve beraberliğimizin en önemli yapı taşı; bu kavramın ta kendisi
değil miydi?

  
 Yine öyle. Kim ne derse desin,
neyi dayatmaya çalışırsa çalışsın; bu çok önemli niteliğimizde değişen bir şey
yoktur, olmayacaktır da.

   
Aslında hayat, biz insanlara armağan edilmiş bir değerdir. Bu değerli
süreci yaşarken düşünmemiz gereken önemli iki şey vardır!

  
Doğup büyüdüğümüz, hayatımızı geçirdiğimiz vatan topraklarımıza, canım
ülkemize biz neler verdik? Bu güzel vatan toprakları bize ne verdi?

    Unutulmasın ki,  her insanın bir cinsi, bir kimliği vardır.
Yüce Allahın verdiği can, daha ilk günden bir cinse bürünmüştür; kimimiz ilk
nefesi erkek, kimimiz dişi olarak alırız ana rahminde. Bu yalan dünyaya atılan
ilk adım sonrasında bir kimliğimiz olur anadan, babadan kaynaklanan…

  
 Ama vatanı olmayan insanların
kimliği neye yarar? Hele, hele kimliğinde Türkiye Cumhuriyeti Devletinin adı,
Al Bayrağımızın Ay ile Yıldızı var ise; böylesine bir gurur dünyanın hangi
devletinin, hangi milletinin tarihinde, kimliğinde yazar?

  
Ülkemizin
gerçeklerini anlatan tarih sayfaları; günü geldiğinde özellikle milenyumlu
yılların ilk çeyreğinde yaşananları, kendilerinin tarihi yeni baştan
yazdıklarını sananları da sorgulayacak, kararını yaşanan gerçeklere göre
verecektir.

 
 Doğduğumuz, yaşam umutlarını
yeşerttiğimiz bu güzel vatan topraklarına bu güne değin kendimiz ve ülkemiz
adına ne ektiysek onu biçtik!

  
 Günü geldi; vatana ve millete
hayırlı evlatlar yetiştirmenin gururu ile sevinç yaşları döktük.  Günü
geldi; ellerine kına yaktığımız evlatlarımızı vatanımızın dirliği, milletimizin
birlik ve beraberliği uğruna feda ettik; ‘Vatan Sağ Olsun’ dedik. Anaların,
babaların acı dolu feryatlarına; gözyaşlarımızla eşlik ettik, yüreklerimiz
dağlandı…

 
 Günü geldi; ülkemizin
uluslararası toplumda kazandığı her başarı göğsümüzü kabarttı. Milletçe sevinç
gözyaşları döktük; kazanılan her başarıda, göndere
çekilen Ay Yıldızlı Al Bayrağımızı, hançeremiz yırtılırcasına söylediğimiz
istiklal marşımızla selamladık.

 
  Ardımızda kalan yılların
başarısına da, acılarına da hep gözyaşlarımız eşlik etti. Çünkü Türk milletinin
asırlardan bu yana süregelen en önemli niteliği; acıyı da, sevinci de hep
birlikte yaşaması; kimi zaman gönül coşkusuna, kimi zamansa acılar yumağına
gözyaşlarını katmasıydı…

     Aslında yaşadığımız vatan topraklarımızın hamuru;
bu birlikteliğimizin, duygu yoğunluklarımızın, milli ve ulvi değerlerimize olan
düşkünlüğümüzün, asırların ötesinden gelen geleneklerimizin, göreneklerimizin
ortak çanağında yoğrulmamış mıydı?

     Biz buyduk işte. Tarih sayfaları bizi hep
böyle tanıdı, bundan sonrada böyle tanıyacaktı. Çünkü bizler sevinçlerimizi de,
acılarımızı da gözyaşlarımızla kutsayan bir millettik.

    Milenyumlu
yılların bu ilk çeyreğinde kimi zaman güldük ama çoğu kez ağladık! Vatan
bellediğimiz bu toprak ananın bağrını, en çok da bu son dönemde ama daha çok
yüreklerimizi sızlatan duyguların gözyaşlarıyla suladık!

   
Ardımızda kalan ama ‘Birlikte
Yürüdüğümüz Bu Yıllarda’
yaşanmış tüm gerçekler: başucumuzda duran
hayatımıza yazıldı…

    Ve…

   
Ardımızda kalan hayatı biz unutsak bile! ‘’Zaman’ın asla unutmayacağını’’ nedense hep ıskaladık…

Önceki İçerikVeysel Tipioğlu Hakkında!
Sonraki İçerikŞaşıp Kalıyorum
Avatar photo
1967 yılında Teğmen rütbesiyle T.S.K da göreve başladığı zaman, Kıbrıs olayları adada tüm hızıyla devam ediyor, Yunanistan’ın da desteğini alan Rum’lar; adada yaşayan Kıbrıs Türk’üne her türlü mezalimi yapıyor, gerçekleştirdikleri toplu katliamlar, uyguladıkları ekonomik ambargolarla Kıbrıs Türk Halkını adadan göçe zorluyorlardı… O dönemde Türkiye Cumhuriyeti Devletinin 1960 yılında imzalamış olduğu, BM’ler tarafından da onaylanmış garantörlük anlaşması gereğince, ada da bulunan ‘Şanlı Kıbrıs Türk Kuvvetleri Alayında’ görev almak için defalarca dilekçe veren Teğmen Çilingir; 1974 yılının 20 Temmuz Cumartesi sabahı kendisini Kıbrıs’ta savaşın içinde buldu. Bölük komutanı olarak Kıbrıs Savaşlarının her iki safhasında da bu görevini başarıyla sürdürdü, ‘Gazi‘ unvanı ile onurlandırılarak Türkiye’ye döndü. 1974–1975, 1985–1987 yıllarında Kıbrıs’ta görevli olduğu yıllardan sonra da, adada yaşanan olayları yakinen takip eden Çilingir; 2004-2011 yılları arasında Kıbrıs Türk Kültür Derneğinin İstanbul Şubesi yönetim kurulunda da görev yaptı. Bu uzun süreçte ’mili davamız’ olarak bilinen Kıbrıs konusuna sahip çıkarak, Kıbrıs Türk Halkının kazanılmış tarihsel ve hukuksal haklarını savunmak adına değişik platformlarda görev aldı. Sempozyumlara, panellere, televizyon programlarına konuşmacı olarak katıldı, makaleler yayınladı. Yakinen takip ettiği Kıbrıs konusu başta olmak üzere, ülke meseleleriyle ilgili güncel yazılarına, konferanslarına devam etmektedir. T.S.K.’dan 1990 yılında, kendi isteği ile emekli olduktan sonra; Kıbrıs konusuyla ilgili kaleme almış olduğu; ’’Özgürlük Nefesi (K.K.T.C Cumhurbaşkanlığı yayını 1995)’’, ‘’Girne’den Doğan Güneş (1997)‘’, ‘’Unutanlar Unutturulanlar ya da Hatırlayamadıklarımız (2004)’’, ‘’Elveda Kıbrıs Ama Bir Gün Mutlaka (2006)’’, ‘’Andımız Olsun ki Bu Topraklar Bizim (2007)‘’,’’Tarihten Gelen Çığlık (2010)’’, Kıbrıs ‘’Yes Be Annem’’ 2002-2016 (Eylül-2016) isimli kitaplarıyla; Ülkemizin son 65 yılında öne çıkan, yaşanmış önemli olayları anlatan: ‘’10’ların İzleriyle Türkiye (2014)’’,’’Kırılmadık Ne Kaldı?-Zaman Asla Kaybolmaz (2015)’’, ‘’Önce Vatan (Eylül 2017) isimli kitapları da bulunmaktadır… Sivil iş hayatına ‘Türkiye Sigorta Sektöründe’’başlayan Atilla Çilingir Koç YKS bünyesinde uzun yıllar görev yaptıktan sonra, halen dünyanın 18 ülkesinde hizmet veren, sağlık bilişim şirketlerinden birisi olarak ülkemizde de faaliyet gösteren; ‘’CompuGroup Medical Bilgi Sistemleri A.Ş’’ bünyesinde, görevine devam etmektedir. Pek çok üniversitenin ‘Bankacılık-Sigortacılık Fakültelerinde, Yüksek Okullarında, vermiş olduğu seminerler, konferanslar ile sektöre bu yönde de hizmet vermeye devam eden Çilingir’in: Sigorta sektöründe 27 yıldan beri vermiş olduğu hizmetlerini anlatan; ‘’Sigortalı Hayatın Gerçekleri’’ (2012) isimli bir kitabı daha bulunmaktadır. Atilla Çilingir; bugüne değin kitaplarından elde etmiş olduğu telif gelirleriyle; Sosyal sorumluluk projeleri kapsamında: 2010 yılında ‘K.K.T.C Lefkoşa Şehit Aileleri ve Malul Gazileri Derneğine’ ‘Tarihten Gelen Çığlık’ isimli kitabının telif gelirini bağışlamış, 19 Şubat 2012’de Van’da yaşanan büyük depremden sonra Van’ın Muradiye İlçesi Akbulak Köyü İ.M.K.B. (İstanbul Menkul Kıymetler Borsası) Yatılı Bölge İlk Öğretim Okulunda içinde 20 adet bilgisayarı bulunan ve kendi adını taşıyan bir BT (bilgi teknolojisi) sınıfı açmış. 02 Haziran 2017 tarihinde de Samsun’un Tekkeköy ilçesi Büyüklü İlköğretim okulunda da adını taşıyan, içinde 2500 kitabı, 2 adet bilgisayarı bulunan bir kütüphanenin açılışını sağlamıştır.