Önce Ahlâk, Sonra Kanun Aşılır

103

İlk defa
sevdiğim ve saydığım bir arkadaşımdan, Cihan Turper’den duymuştum. Sonra
başkalarından da: İnsanın hareket alanı iki çemberle sınırlandırılmıştır,
demişti. İç içe iki çemberle. İç çember ahlâktır. Onun dışındaki ikinci çember,
hukuktur.

 

Hukuk
çemberinin dışına çıkarsanız kanunlara takılırsınız.  Eğer ülkenizde mahkemeler varsa. Hani
“Berlin’de mahkemeler var!” dedirten cinsten mahkemeler… Bursa’da Ulu Cami’nin
önündeki fakirin kulübesini yıktırmayan mahkemeler.

 

Dış çember
hukuk sisteminin işi. Aslolan, insanın, iç çemberin de dışına çıkmamasıdır.

 

Zaten
kanunlar insanın ahlâk, hak, adalet anlayışının tasnif edilmiş hâlinden
ibarettir. Din, töre, hukukun üstünlüğü… Akılda, gönülde, fıtratta, genetikte,
hepsi aynı yerden kaynaklanıyor. Geçen yazım bunun üzerineydi.

 

Hukuk
ahlâktan kaynaklandığına göre, hukuka saygı, ahlâkın gereğidir.

 

Kimse
inanmıyor, kendine de…

Ya o gri
bölge? Ahlâk çemberinin dışında, fakat kanun çemberinin içinde. Galiba en
aşağılık bölge burası. “Ben kanunsuzum!” narası atmak, ahlâksızca kanun
manipülasyonu yapmaktan daha asil bir tutumdur. Kötüdür, cezalandırılması
gerekir ama ahlâkı çiğneyip kanunla oynamaktan daha şereflidir.

 

Apaçık
ihlaller, apaçık hırsızlıklar, apaçık hezimetler, dün söylediğinin bugün tam
tersinin çıkması… Bütün bunların karşısında utanmadan yapılan bir takım
açıklamalar bu satırlarıma ilham verdi. Kimsenin inanmadığı, daha vahimi
kendisinin hiç mi hiç inanmadığı gerekçelerle savunma yapmaya çalışmak. 

 

Başımdan
geçen bir hırsızlığı hatırladım. Oturduğum daire, apartmanın arka tarafında,
beşinci katta. Hırsız arka bahçeye girmiş, genellikle kapalı olan bahçe
kapısını bir şekilde aşmış. Sonra beş kat tırmanmış. Beni soymuş, sonra kapımı
içerden açıp apartmanı terk etmiş. Bende yükte hafif, pahada ağır bir tek
emekli maaşımı bulmuş. O sırada SSK emeklisiydim ve o maaş da pek aman aman bir
şey değildi. Hırsız mesleğini ve mesaisini kesintisiz sürdürdüğü için sonunda
yakalandı. Beni nasıl soyduğunu mahkemede şöyle anlatmış: “Yoldan geçiyordum.
Kapı açıktı. Ben de içeri girdim…” Hâkim hırsızla birlikte benim daireme
“tatbikata” geldi. Hâli görünce, hırsıza dönüp, “Maşallah oğlum, arka tarafta
beşinci kattaki balkonun iç kapısını açık bulup girivermişsin demek…” diye alay
etti.

 

İhale
kanunuyla futbol oynamak

Hırsızın
anlattığı hikâye cezada ciddi indirime sebep olurmuş. Hırsızlar hapishanede bir
birlerine hukuk eğitimi verirmiş. Fakat “İncelenmiş ve aslı olmadığı
anlaşılmıştır.” tarzı savunmalar, araştırmaya izin vermemek benim hırsızınkinin
çok üstünde tabii. Bürokrasiye de siyasetçilere de büyük saygım var. Bürokrasi,
çağdaş devletin; siyaset, ülke yönetiminin, taşıyıcı sütunlarıdır. Fakat işte
tam o ahlâk sınırının dışına bağdaş kurmuş, kanunları oynanacak, manipüle
edilecek yolsuzluk araçları diye görenler… Sanki sırf bunu yapacak imkâna
kavuşmak için bürokrasiye veya politikaya sızanlar… Bu zor ve asil mesleklere
bugünkü kötü çağrışımları verdiren bunlardır. Tek çare, dürüst politikacıların
ve dürüst bürokratların bunları içlerinden atmalarıdır.

 

Gri alandaki
bürokrat ve politikacı yaptığıyla övünür de. “Falan kanunun, filan yönetmeliğin
şöyle bir maddesi var. Pek bilinmez. İşte onunla hallediverdim.” Veya, “O
makama tayin için en az şurada bulunması gerekiyordu. Önce oraya tayin ettim,
ertesi gün de makama”.  Daha beteri var.
Adaleti, ahlâkı çiğnemek için doğrudan kanunlarla ve yönetmeliklerle oynamak.
Bizim oğlanın gemisi limana girerken gümrük mevzuatını değiştirip, mal
çekildikten sonra tekrar eski hâline getirmek. Bizim adamın tayini için yönetmeliği
değiştirip onun tayini müktesep hak hâline gelince tekrar eski mevzuata dönmek.

 

Düşünün,
sizin takım hücumdayken ofsayt kuralını kaldırıyorsunuz. Karşı takım karşı
hücuma geçtiğinde yeniden koyuyorsunuz. Sonra spor yaptığınızı iddia
ediyorsunuz! Maçlara acaba niçin eskisi kadar seyirci gelmiyor diye de
etrafınızdakilere soruyor, seyirci getiremiyorlar diye onları azarlıyorsunuz.

 

Adalet neyin
temeliydi?

Böyle
manipülasyonlar kılıfa ve kanuna uydurulur, ama adalet hissini, ahlâk hissini
sıfırlar. Sebep oldukları yıkım, o tek tek olayların yarattığı tahribatın çok
ötesindedir. Hadi kanun manipülasyonuyla gümrüksüz sokulan mal en fazla haksız
kazanç sağlar, o ayrıcalığa sahip olmayanın rekabet imkânını bir süre için
elinden alır. Haksız tayin, tayinin yapıldığı kurumu sarsar. O makama daha
layık olanların hakkını yer ama bir kurum ve bir makam içindir bu yıkımlar.

 

Asıl yıkım,
halkın tamamının adalet duygusundadır. Ülkenin tamamında kanuna saygının
çökmesindedir. Böyle skandalların yaşandığı ülkelerde artık insanlar,
“Berlin’de hâkimler var!” diyemez. Ulu caminin önündeki fakirin kulübesi de
istimlak ediliverir.

 

İşte
gelişmiş dünya ile üçüncü dünyayı bir birinden ayıran asıl fark budur. Bizim
kültürümüz de bunun farkındadır. Mahkemelerimizde Hazreti Ömer’e atfedilen bir
söz duvarları süsler: “Adalet mülkün temelidir.” Bu “mülk”, bugün taşınmaz mal,
gayrı menkul anlamında kullandığımız mülk değil. Bu sözdeki “mülk”, devlet
demektir, egemenlik demektir. Hani kral anlamına gelen “melik” var ya, işte o melikteki
kelimedir, hâkimiyete, il’e, kısaca devlete karşılık gelir.

 

Kanunun
itibarsızlaşması, hukuka güvenin sarsılması, devletin temellerinin aşınmasıdır.
Temelsiz bina sonunda çöker!