20 Temmuz 1974 Kıbrıs Destanı…

99

     Destan; milletlerin yaşadıkları tarihî
olayların efsanevî ve mitolojik unsurlarla yoğrularak oluşturduğu millî
karakter taşıyan uzun manzum eserlerdir.

     Türk
milletinin 4000 yıllık tarihine damgasını vurmuş nice destanlar vardır.
Böylesine güçlü bir tarihi özgeçmişe sahip Türk’ün, yakın tarihimize damgasını
vurmuş öylesine önemli, öylesine çarpıcı bir destanı vardır ki, bu destanın
adı:

     Kıbrıs Destanıdır.

     Kıbrıs Destanı tarih sayfalarına mitolojik
olaylarla değil ama adada yaşayan Türklerin ve Mehmetçiklerin yarattığı unutulmaz
efsanevi kahramanlıklarının çarpıcı gerçekleriyle yazılmıştır.

    Çünkü
Kıbrıs adası Türk Milletine atalarından yadigâr vatan toprağıdır. Bu vatan
toprağında yaşayan bir avuç soydaşımız şehitlerimizin aziz kanlarıyla sulayarak
vatan bellediği bu toprakların yüzyıllardan beri sahipliğini yaparken, adada
yaşayan Rumların 1963 yılında Kıbrıs Türkünün yaşadığı bu toprakları ele
geçirmek istemesiyle Kıbrıs Destanının gerçekleri tarihin unutmaz hafızasına
kaydedilmeye başlamıştır.

      Kıbrıs Destanının anlatımına geçmeden önce bu
destanı yaratan olaylara tarafsız bir gözle bakmak gerekir.

      Bir
düşünün bakalım; 307 yıl boyunca atalarınızın vatan belleyerek size emanet
ettiği topraklarınız, eviniz, malınız bir gece hiçbir neden yokken komşumuz
diye bildiğiniz, yan yana yaşadığınız Rumlar tarafından elinizden çeke, çeke
alınmak isteniyor. Bu haksızlığa direniyorsunuz ama ne çare? Bu defa canınıza,
namusunuza tasallut ediliyor, sadece Türk oldukları için binlerce insanınız
topluca katlediliyor.

     İşte
Kıbrıs Türk’ünün o acılı yılları böyle başlamış; Kıbrıs Destanının sayfaları vatan
toprağını, malını, namusunu, canını savunmak isteyen bu insanların nice
kahramanlıkları ile yazılmıştır

    50’li
yıllardan, 20 Temmuz 1974 Cumartesi sabahına kadar çeyrek asır boyunca ada
topraklarının her karışında bu destanı tarihe yazanların alın teri, can ve kan
bedeli vardır.

    Kıbrıs Türkleri, bu yıllar boyunca hayatlarını
seve, seve feda etmişler ama vatan topraklarından bir karışını dahi Rumlara
teslim etmemişlerdir.

    En
nihayetinde bağrından çıktıkları ana vatan Türkiye, Türkiye’nin can insanları
Kıbrıs Türk’ünün imdadına yetişmiş; yıllar boyunca Rumlara kahramanca direnen,
Toros’un özgür dağlarına bakarak, hasretle Mehmetçiği bekleyen gözler; 20 Temmuz
1974 sabahı muradına ermiş, Mücahitle Mehmetçik o Cumartesi sabahı, asla geçilemez
denilen Beşparmak dağlarının geçilmesiyle sarmaş dolaş olmuştur.

   Şimdi
biz susalım Kıbrıs Destanı konuşsun:

   ‘’O cumartesi sabahı adanın semalarında
görülen çelik kanatlı, ay yıldızlı kartallarla geldi Mehmetçikler. Korkusuzca
atladılar yanıp tutuşan ovalara, her biri ‘’kelime-i şehadeti’’ mırıldanırken,
yüreklerinde sadece onlara verilen görevleri yerine getireceklerinin yemini
vardı.

     O
Cumartesi sabahı, Pladini sahillerine de ayakbastı Mehmetçikler, korkusuzca
düşmanın üstüne, üstüne gittiler. Şehit düştüler, Gazi oldular ama
komutanlarının verdiği her emri eksiz yerine getirdiler.

    O Cumartesi sabahı, Mehmetçiğine kavuşan
Mücahitleriyle, Mücahideleriyle Kıbrıs Türkleri düğüne gider gibiydiler.
Ellerinde silah, yüreklerinde vatan aşkıyla düşmanın üstüne yürüdüler.

     Hiç unutulur mu? Daha 15 yaşındaki küçücük bir
mücahidin Boğaz üçgenindeki cephaneliğimize yaklaşan alevleri söndürebilmek
adına traktörüyle birlikte cephaneliğin çevresinde hendek açarken Rum topçusu
tarafından vurulduğu; canını seve, seve feda ettiği…

     Hiç unutulur mu? Lefkoşa surları içindeki
yiğitler burcunda mevzilenmiş bir avuç mücahidin, burcu ele geçirerek, Lefkoşa
Türk kesimine girmek isteyen yüzlerce Rum askerine kahramanca karşı koyuşu…

     Hiç unutulur mu? Şırnaklı Er Salih Kabul ’ün
savaşın ilk saatlerinde düşmanın attığı bir grup havan mermisi arasında
kaybolup, toz toprak yatıştığında ayakları dizinden kopmuş bir halde mermilerin
kazdığı çukurda yatarken, yanına koşan Bölük Komutanına, Taburun Doktoruna:
‘’Neden telaş ediyonuz gomutanım? Anamız bizleri bugünler için doğurmadı mı?’’
dediği…

      Hiç
unutulur mu? Tıpkı Çanakkale’de efsaneleşen Seyit Onbaşı’nın kavradığı top
mermisi gibi; uçaksavar ağır makinalı tüfek manga komutanı Karslı Kemal çavuşun
makinalı tüfeğini sırtlayıp, her birisi 250 adetlik 12,7 mm’lik mermi
şeritlerini de bedenine dolayarak neredeyse kendi ağırlığının üç katı bir yükle
taarruza katıldığı…

      Hiç unutulur mu? 14 Ağustos 1974 sabahı Mehmetçikleriyle
birlikte Miamilya köyüne taarruz ederken Rumların döşediği mayın tarlasından
geçit açmak için kasaturasıyla toprağı şişleyen Bölük Komutanı Üsteğmen Atilla
Çilingir’in yanına koşarak gelen; ‘’Aman komutanım siz daha çok gençsiniz, size
bir şey olursa bu birlik komutansız kalır. Bırakın bu geçidi ben açayım’’ diyen
50 yaşındaki Mücahit Hüseyin dayının fedakârlığı…

     Hiç unutulur mu? 14 Ağustos 1974 akşamı ele
geçirilen Rum köyü Miamilya da (Yeni adı, Haspolat) ele geçirilen Rum esirleri
arasında bulunan hamile Rum kadınlarıyla, küçücük bebekli annelerle, eli
bastonlu yaşlı Rumlarla kendi aşını, suyunu paylaşan; bölgeyi ele geçiren bölük
komutanına (Üsteğmen Atilla Çilingir’e): ‘’Komutanım bu emzikli bebelere,
hamile annelere yakın çiftlikten süt sağıp getireyim mi?’’ Diyen o yüce yürekli
Mehmetçik…’’

    Bu destan, Türk’ü vatan sevdasıyla sınayan
düşmanına verilmiş en çarpıcı cevaptır. Bu cevabın içinde asırlar boyunca
vatanı dara düştüğünde, vatanına yan gözle bakıldığında, vatan toprakları
alınmak istendiğinde Türk insanının neler yapabileceğini anlatan nice
kahramanlıklar yer almaktadır.

    Yukarıda tırnak içinde kısa, kısa anlattığım
gerçeklere tanıklık eden gözlerim, beynim, vicdanım bu unutulmaz olayların her
birisini yaratanlara minnet borçludur. Çünkü onlar atalarından emanet vatan
topraklarını hayatları pahasına düşmana teslim etmemişlerdir.

    Ve
hala ‘’O Gazi Topraklarda’’ dalgalanan ay yıldızlı bayraklarımızla çevrelenen
hudut boylarında kahraman şehitlerimizin gölgesi bulunmakta, edilen şu yemin
duyulmaktadır:

   ‘’Asil Türk Milletinin namus ve şerefini, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin
bölünmez bütünlüğünü, yavru vatan kuzey Kıbrıs’ta sorumluluğuma verilmiş bölgeyi korumakla görevli
gözetleyiciyim. Gözüm sorumluluk bölgemde, kulağım komutanda. Vatan ve Millet
uğruna, seve seve can vermeye hazırım komutanım!”

Önceki İçerik15 Temmuz 2016’nın Öğrettikleri
Sonraki İçerikTürkiye Filistin Olmasın
Avatar photo
1967 yılında Teğmen rütbesiyle T.S.K da göreve başladığı zaman, Kıbrıs olayları adada tüm hızıyla devam ediyor, Yunanistan’ın da desteğini alan Rum’lar; adada yaşayan Kıbrıs Türk’üne her türlü mezalimi yapıyor, gerçekleştirdikleri toplu katliamlar, uyguladıkları ekonomik ambargolarla Kıbrıs Türk Halkını adadan göçe zorluyorlardı… O dönemde Türkiye Cumhuriyeti Devletinin 1960 yılında imzalamış olduğu, BM’ler tarafından da onaylanmış garantörlük anlaşması gereğince, ada da bulunan ‘Şanlı Kıbrıs Türk Kuvvetleri Alayında’ görev almak için defalarca dilekçe veren Teğmen Çilingir; 1974 yılının 20 Temmuz Cumartesi sabahı kendisini Kıbrıs’ta savaşın içinde buldu. Bölük komutanı olarak Kıbrıs Savaşlarının her iki safhasında da bu görevini başarıyla sürdürdü, ‘Gazi‘ unvanı ile onurlandırılarak Türkiye’ye döndü. 1974–1975, 1985–1987 yıllarında Kıbrıs’ta görevli olduğu yıllardan sonra da, adada yaşanan olayları yakinen takip eden Çilingir; 2004-2011 yılları arasında Kıbrıs Türk Kültür Derneğinin İstanbul Şubesi yönetim kurulunda da görev yaptı. Bu uzun süreçte ’mili davamız’ olarak bilinen Kıbrıs konusuna sahip çıkarak, Kıbrıs Türk Halkının kazanılmış tarihsel ve hukuksal haklarını savunmak adına değişik platformlarda görev aldı. Sempozyumlara, panellere, televizyon programlarına konuşmacı olarak katıldı, makaleler yayınladı. Yakinen takip ettiği Kıbrıs konusu başta olmak üzere, ülke meseleleriyle ilgili güncel yazılarına, konferanslarına devam etmektedir. T.S.K.’dan 1990 yılında, kendi isteği ile emekli olduktan sonra; Kıbrıs konusuyla ilgili kaleme almış olduğu; ’’Özgürlük Nefesi (K.K.T.C Cumhurbaşkanlığı yayını 1995)’’, ‘’Girne’den Doğan Güneş (1997)‘’, ‘’Unutanlar Unutturulanlar ya da Hatırlayamadıklarımız (2004)’’, ‘’Elveda Kıbrıs Ama Bir Gün Mutlaka (2006)’’, ‘’Andımız Olsun ki Bu Topraklar Bizim (2007)‘’,’’Tarihten Gelen Çığlık (2010)’’, Kıbrıs ‘’Yes Be Annem’’ 2002-2016 (Eylül-2016) isimli kitaplarıyla; Ülkemizin son 65 yılında öne çıkan, yaşanmış önemli olayları anlatan: ‘’10’ların İzleriyle Türkiye (2014)’’,’’Kırılmadık Ne Kaldı?-Zaman Asla Kaybolmaz (2015)’’, ‘’Önce Vatan (Eylül 2017) isimli kitapları da bulunmaktadır… Sivil iş hayatına ‘Türkiye Sigorta Sektöründe’’başlayan Atilla Çilingir Koç YKS bünyesinde uzun yıllar görev yaptıktan sonra, halen dünyanın 18 ülkesinde hizmet veren, sağlık bilişim şirketlerinden birisi olarak ülkemizde de faaliyet gösteren; ‘’CompuGroup Medical Bilgi Sistemleri A.Ş’’ bünyesinde, görevine devam etmektedir. Pek çok üniversitenin ‘Bankacılık-Sigortacılık Fakültelerinde, Yüksek Okullarında, vermiş olduğu seminerler, konferanslar ile sektöre bu yönde de hizmet vermeye devam eden Çilingir’in: Sigorta sektöründe 27 yıldan beri vermiş olduğu hizmetlerini anlatan; ‘’Sigortalı Hayatın Gerçekleri’’ (2012) isimli bir kitabı daha bulunmaktadır. Atilla Çilingir; bugüne değin kitaplarından elde etmiş olduğu telif gelirleriyle; Sosyal sorumluluk projeleri kapsamında: 2010 yılında ‘K.K.T.C Lefkoşa Şehit Aileleri ve Malul Gazileri Derneğine’ ‘Tarihten Gelen Çığlık’ isimli kitabının telif gelirini bağışlamış, 19 Şubat 2012’de Van’da yaşanan büyük depremden sonra Van’ın Muradiye İlçesi Akbulak Köyü İ.M.K.B. (İstanbul Menkul Kıymetler Borsası) Yatılı Bölge İlk Öğretim Okulunda içinde 20 adet bilgisayarı bulunan ve kendi adını taşıyan bir BT (bilgi teknolojisi) sınıfı açmış. 02 Haziran 2017 tarihinde de Samsun’un Tekkeköy ilçesi Büyüklü İlköğretim okulunda da adını taşıyan, içinde 2500 kitabı, 2 adet bilgisayarı bulunan bir kütüphanenin açılışını sağlamıştır.