Yazar Fazlı Köksal, anne ve babasına ithaf
ettiği eseri hakkında ‘Önsöz’
başlıklı bölümde şu bilgileri veriyor:
Simeranya;
Peyami Safa’mn ‘Yalnızız’ isimli
Romanının başkahramanı Samim’in ‘hayal
ülkesi’, ‘Hayal Ülke’, ‘İdeal Toplum’ kavramları, edebiyat
dünyâsına Thomas Mann’ın ‘Ütopya’
eseriyle girer. Batı edebiyatında başka örnekleri de vardır. Campanella’nın ‘Güneş Ülkesi’, Francis Bacon’un ‘Yeni Atlantis’i ütopik romanın güzel
örneklerindendir.
‘Hayal Ülke’ konusu bizim edebiyatımızda da işlenmiştir. Ziya Gökalp
‘Vatan’ şiirinde baştan sona bir
hayal ülkenin tasavvurunu dile getirir.
Keza Cahit Sıtkı Tarancı ‘Memleket’ şiirinde; ‘Hayal Ülke’ beklentisini kaleme alır.
Aslında, ideolojiler de ‘Hayal Ülke’, ‘İdeal Toplum’ düşüncesinin bir sonucudur. Kimisi eşitliği, kimisi
hürriyeti ön plana çıkarır. ‘Hayal Ülke’,
‘İdeal Toplum’ düşüncesi, aslında dinlerin
‘Cennet’ vaadini bu dünyâda gerçekleştirme
özlemidir.
Simeranya da bir hayal ülkedir.
Bir hülya, bir liman, bir sığınak, hayal kırıklıklarından, ümitsizliklerden,
aşk acılarından âzâde bir diyar.
Simeranya’yı Peyami Safa, Samim’in
ağzından şöyle anlatır; ‘Bir memleket,
Simeranya. dünyâda olmayan bir yer. Benim icadım. Sıkıldım mı kendimi oraya
atarım. Simeranya’da yalan yoktur. İnsanlar gölgelerdir. Konuşmadan anlaşırlar.
Birbirlerinden hiçbir şey saklamazlar.’
Simeranya’da kültür, sanat,
edebiyat, eğitim, âdil bölüşüm, meslek seçme hürriyeti, sükûn, hoşgörü, ahenk
var. Yalan yok, sağlığın bozulmasına sebep olan gelişmelere izin verilmediği için
insanlar sağlıklıdır. Ve hepsinden önemlisi insanlar mes’uttur. Bir dünyâ
cenneti Simeranya.
***
Yazar eserinin türünü ‘Deneme’ olarak belirlemiş ise de, her bir
makale; fikir yönü ağır basan, târihî bilgilerin derinliği ve
değerlendirmelerin tartışılmaz doğruluğu itibariyle özgül ağırlığı son derece
yüksek bir eserdir. Bilindiği gibi ‘Deneme’,
‘yazarın herhangi bir konuda duygularını,
düşüncelerini, fikirlerini ve görüşlerini okuyucuya aktarmak amacıyla, kesin
hükümlere varmadan, samîmi bir dille yazdığı edebî metinlerdir.’ Fazlı
Köksal’ın makalelerende, bir hüküm cümlesi bulunmamakla birlikte, her bir
satır, okuyucunun itiraz etmeyeceği doğru bilgiler ihtiva etmektedir.
Yüzlerce örnek
arasından rastgele seçilen bir bölüm:
Diyânetin Kur’ân Mealini esas alırsak,
Kuran’da; 65 defa ‘akıl’ ve ‘akıl’ köklü kelimeler geçiyor. 17 defa ‘Akıl sâhipleri’ deniyor. 119 defa ‘düşün’ köklü kelimeler ‘düşünmez misiniz? Düşünmüyor musunuz?’ Ve benzeri ifâdeler geçiyor. Ama ne acıdır ki,
düşünmeyi, akıl yürütmeyi emreden bir dinin mensupları düşünmüyorlar.
Akıllarını kullanmıyorlar.
Peki, İslâm dünyâsı aklını ne zamandan
beri kullanmıyor? Medreselerden tabiî bilimler ve felsefe dersleri
kaldırıldıktan bu yana… Aklı önceleyen Mutezile anlayışının ‘kâfir’ olarak suçlanmasından ve İslâm
Kelâmında akılcılığın temsilcisi Türk Din Âlimi İmam Maturidi’yi düşünce
hayatından çıkarıp, nakilci ve Arap gelenekçisi yorumların İslâm dünyâsına
hâkim olduğu 1500’lü yılların başından bu yana…
Bu cümlelerin doğruluğunu taştırma konusu yapmaya kim
cesâret edebilir?
Eserde (‘eserde’
diyorum çünkü ‘Simeranya Özlemi’nde
bir kitabı fersah fersah aşan cevherler var. Hepsi de insanları iyiye doğruya
ve güzele yönlendiriyor. Yaşanan acı tecrübeler, vücudun en hayatî kemiklerine
konulmuş plâtin çivi gibi…
O cümlelerden rastgele seçilmiş örnekler:
*Çocuk yetiştirmek zor… Çocuk yetiştirmek,
elinde kuş tutmak gibidir. Fazla sıkarsan ölür. Fazla gevşetirsen uçar gider.
Kararını bilmek lâzım.
*Bir yerde yolsuzluk varsa denetim, denetim
varsa yolsuzluk yoktur.
*Lafla ‘yerli’ ve ‘millî olunmuyor. Yerli ve
millî olmanın ilk şartı; kafanın ve düşüncenin millî olması, ikinci şartı da;
‘emâneti ehline vermek’tir.
*Yıl 1996, İzmir ile Çeşme arası seyahat eden
bir minibüsü, polis kimlik kontrolü için durdurur. Ayakta seyahat eden bir
yolcunun kimliğine bakan polisler dona kalır. İçişleri Bakanlığı tarafından
verilen kimlikte, ‘Bilecik Valisi Refik Aslan Öztürk’ yazmaktadır. İlk
şaşkınlığı atlatan polisler, ‘Sayın valim sizi biz götürelim.’ teklifinde
bulunsalar da; ‘Teşekkür ederim. Tatildeyken, devletin aracına binmem.’
cevabını alırlar.
***
Eserden tadımlık bir bölüm:
Annem disiplinli kadındı. Fakat bizleri
dövmezdi. Annemden iki kez dayak yedim. Ama o iki dayaktan cilt cilt kitap
okusam alamayacağım dersler aldım.
Çocukluğum, Talas’ta geçti. O yıllarda
bağına bakamayanların bağlarını kiraya vermesi âdettendi. İki yaz üst üste
bitişiğimizdeki bağı Kayserili bir Ermeni aile kiraladı. İki yıl komşuluk
yaptık. Bu komşularımızın bir de küçük kız çocukları vardı; 3-4 yaşında. Ben de
ilkokulda öğrenciyim. Kaçıncı sınıftaydım şimdi çıkaramıyorum. Karşı komşumuzun
oğlu, yaşıtım, arkadaşım Mustafa ile birlikte bu küçük kızı Müslüman yapmaya
karar verdik. Biz Kelimeyi Şahadet getiriyoruz çocuktan da tekrar etmesini
istiyoruz. Çocuk evden tembihli… Söylemiyor. Annem bizim konuşmalarımıza kulak
misâfiri olmuş. Hışımla geldi ‘Ne
yapıyorsunuz siz?’ ve art arda gelen tokatlar. Annemden hayatımda ilk kez
orada dayak yedim. Sonra saatlerce öğütler. Annemin sözlerinin bir kısmını hâlâ
kelimesi kelimesine hatırlarım ‘Bizim
dinimiz bize, onların dinleri onlara…’, ‘Onlar gibi düşünenler çoğunlukta biz azınlıkta olsak, bize böyle
davranılsa ne düşünürdün?’ Ve çok sevdiği ezbere bildiği Yunus’tan bazı
dörtlükler okudu. Sevgi tavsiye eden… O dayak, hayatımın en büyük derslerinden
birisi oldu. İnsanlara sevgiyi, benim gibi düşünmeyenlere hoşgörüyü, inanca
saygıyı öğreten, beni yıllar sonra bile etkileyen müthiş bir ders.
Annemden ikinci dayağı da, sınıfta
herkesin ortasında yedim. Yıl 1965 Annem Kayseri’nin Sarıoğlan İlçesindeki
Cumhuriyet İlkokulunda öğretmen. Babam Kayseri’de çalışıyor. Annem, Anneannem
ve kardeşlerim ile Sarıoğlan’dayız. Sarıoğlan’daki ilk senem. Annem 5. sınıfı
okutuyor. Ben dördüncü sınıftayım. İlkokulun ilk üç yılını Talas’ta okuduğum
için, seviyem sınıf arkadaşlarımın üzerinde. Öğretmenimiz sağlık sebepleriyle
çok sık rapor alıyor. Yine öğretmenimizin raporlu olduğu günlerden birindeydi.
Sınıfımızda büyük bir gürültü vardı. Sınıfımıza annem geldi. ‘Bu ne gürültü çocuklar?’ dedikten sonra,
sınıfa bir hafta önce gördüğümüz konuyla ilgili bir soru sordu ‘İstanbul’u kim fethetti?’ Benden başka
el kaldıran yok. Annem de soruyu bana sormak istemiyor, cevaplandıracak başka
bir öğrenci arıyor. Sırada yanımda oturan Halil, ‘Cevap ne Fazlı?’ diye sordu. Halil’in, kopyacılığı, beleşçiliği,
hazıra konmak istemesi zoruma gitti. ‘Kanuni
Sultan Süleyman’ dedim. Bu kez Halil de el kaldırdı. Annem ona söz verdi.
Halil ‘Kanuni Sultan Süleyman’ deyince,
annem kıpkırmızı oldu. Sinirinden titriyordu. Beni yanına çağırdı. Gider
gitmez, bir tokat attı; ‘Bu kopya
verdiğin için.’, bir tokat daha attı ‘Bu
yalan söylediğin için’, tokatların ardı arkası kesilmiyordu ‘Bu arkadaşını mahcup duruma düşürdüğün için’,
‘Bu öğretmenini aldattığın için.’ kaç
tokat attı bilmiyorum. ‘Geç yerine otur.’
dediğinde ben hüngür hüngür ağlıyordum. Bu olaydan sonra annem benimle yaklaşık
bir hafta hiç konuşmadı. Sanırım yaptığım hatâmın büyüklüğünü kavramamı
istiyordu. Birkaç kez evde bana laf soktuğunu hatırlıyorum; ‘Birisi de bana tokat atmalı, seni iyi yetiştiremediğim
için…’
O tokatlar, hayatım boyunca hiç aklımdan
çıkmadı, çok ders aldım. Yalanın, insanları aldatmanın ne kadar kötü bir şey
olduğunu hiç unutmadım.
***
2019 yılının ilk günleri Annem vefat
etmeden yaklaşık bir ay kadar önce. Annem, eşim, küçük kızım ve ben akşam
yemeğini bitirdik. Sofra başında sohbet ediyoruz. Annem; ‘Çocuklar size bir masal anlatmak istiyorum.’ dedi. Üçümüz de pür
dikkat dinlemeye başladık:
‘Zamanın birinde, bir evde Anne-baba ve
gelinden oluşan bir aile yaşarmış. Bir kış günü kapı çalınmış. Evin annesi kapıyı
açmış. Kapıda üç peri. Kendilerini tanıtmışlar; ben Sağlık Perisi, ben Servet
Perisi, ben de Sevgi Perisi. Bizlerden hangimizi evinize isterseniz, siz o konuda
hiç sıkıntı çekmeyeceksiniz. Ama yalnızca birimizi seçebilirsiniz demişler.
Kapıyı açan kadın karar verememiş,
kocasına danışmış o da karar verememiş. Kadıncağız, ‘izin verirseniz bizim çok akıllı bir gelinimiz var bir de ona sorayım.’
diyerek izin almış. Gelinine olayı anlatıp ne dersin kızım deyince, akıllı
gelin hiç düşünmeden ‘Anneciğim, sağlık
ve servet, sevgi olmaksızın bir işe yaramaz. Her işin başı sevgidir. Biz
birbirimizi seversek, sağlığımızı da koruruz, servetimiz de olur.’ demiş.
Hem anne hem de baba gelinin seçimini
uygun görünce, kapıdaki perilere ‘Biz
Sevgiyi seçtik.’ cevabını vermişler. Bunun üzerine Sevgi Perisi kapıdan
girmiş, Sağlık ve Servet Perileri de onu tâkip ederek içeri girmişler.
‘Her
şeyin başı, anahtarı sevgidir. Sevgi olmazsa, sağlık da, servet de bir işe
yaramaz.’
Diyerek masalını bitirdikten sonra bize dönerek;
‘Siz siz olun sevginizi kaybetmeyin.’
dedi.
Eserde, günümüzde yaşanan çirkinlikler de ‘böyle olmamalı’ hükmünün yerleşmesi ve tatbik
edilmesi maksadıyla veriliyor.
Döne döne, tekrar tekrar okunması gereken bir eser.
Kimsenin endişesi olmasın… Sıkılmadan okunabilir. Her okuyuşta bir öncekine
nazaran daha fazla zevk alınarak…
AKIL FİKİR YAYINLARI
Alemdar Mahallesi,
Alayköşkü Caddesi, Küçük Sokak Nu: 6/3 Cağaloğlu, Fatih, İstanbul.
Telefon: 0.212-514 77
77 e-posta: bilgi@akilfikiryayinlari.com www.akilfikiryayinlari.com
FAZLI KÖKSAL
1954 yılında
Yozgat’ın ilçesi Boğazlıyan’da doğdu. İlk ve ortaokulu Kayseri’nin Talas
ilçesinde, liseyi Kayseri Lisesinde bitirdi. 1976 yılında Ankara İktisâdî ve
Ticârî İlimler Akademisi’nden mezun oldu. Bir süre Kayseri’de özel sektörde
çalıştı. 1982 yılında PTT’de müfettiş olarak vazifeye başladı. 1995’de PTT’nin
bölünmesi sonucu Türk Telekom’a başmüfettiş olarak geçti. Haziran 2000 – Temmuz
2003 arasında TürkTelekom Pazarlama Dâiresi Başkanlığı görevini yürüttü. Türk
Telekom’un özelleşmesi sonrası, 2008 yılı Ocak ayında Orman Genel Müdürlüğüne
müfettiş olarak geçti. Aynı kurumda başmüfettiş olarak çalıştı. Çeşitli sivil
toplum kuruluşlarına üye olan Köksal; PTT Müfettişler Derneği ve Telekom
Müfettişleri Derneği’nde başkan yardımcısı ve sekreter, DENETDE (Devlet Denetim
Elemanları Derneğinde Genel Başkan, Başkent İktisatçılar Derneğinde Genel Sekreter,
Telekomcular Derneğimde Başkan Yardımcısı olarak görev yaptı.
Yazı ve makaleleri;
Akpınar, Başkent İktisat, Bozkurt, Çini Roman, Denetim, Erciyes, Kapı,
Müdafaa-i Hukuk, Telepati, Telekom Dünyası, Türk Boyları, Türk Telekom, Türk
Yurdu, Orman ve İktisat, PTT Bülteni, Postel gibi çeşitli dergilerde
yayınlandı.
Ayrıca, bazı internet
gazetelerinde ve kendi bloglarında düzenli olarak yazmaktadır.
Telekomcular Derneği
için, ‘Bir Talanın Hikâyesi-Türk
Telekom’un Özelleştirilmesi’ isimli raporu hazırladı. ‘Türk Telekom Personeli İçin Bilişim Sözlüğü’nün ve ‘Artık Telgrafın Tellerine Kuşlar Konmuyor’
isimli kitapların editörlüğünü yaptı.
‘Türk Telekom’da Değişen Pazarlama Anlayışı’, ‘Posta
Telekomünikasyon Târihinden Portreler’ ve ‘Meyve
Tadında Romanlar’ isimli üç kitabı yayınlanmıştır.
En büyük hobisi
okumak olan Fazlı Koksal evli ve iki çocuk babasıdır.