Memleket İsterim

90

Son yılların Türkiye’sinde Türk
Milleti olarak o kadar sıkışmışlığın ve çaresizliğin içerisindeyiz ki, Ne
tarafa dönsek, hangi dalı tutsak yine de kendimizi bir boşluğun girdabında
buluyoruz.

Oysa bizim kuşağın gençlik yıllarında
ne büyük hayallerimiz vardı, hepimiz tarihimizle gurur duyar, Kimimiz Arif
Nihat Asya’nın şirinde olduğu gibi kendini İstanbul’u Fetheden geleceğin bir
Fatihi olarak görür:

“Delikanlım, işaret aldığın
gün atandan

Yürüyeceksin… Millet
yürüyecek arkandan!

Sana selam getirdim Ulubatlı
Hasan’dan ….

Sen ki burçlara bayrak olacak
kumaştasın;

Fatih’in İstanbul’u
fethettiği yaştasın!”

Kimimiz kendini, Türk Milletine
Osmanlının küllerinden filizlenmiş genç bir Türkiye Cumhuriyeti bağışlamış
Mustafa Kemal Atatürk’ün yerinde bulurdu. Onlar başarmıştı biz de başarırız
diyordu Türk gençliği.

Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra
özellikle 1920-1938 Yılları arasında tarım ve sanayide büyük atılımlar yapılmış,
yurdun her tarafından fabrika bacaları yükselir olmuştu. Atatürk sonrasını
takip eden iktidarlar da kendi çaplarında memleket ekonomisine katkıda
bulunmayı sürdürmüşlerdir. Özellikle rahmetli Başbakan Süleyman Demirel
iktidarlarında sulamadan tutun da (GAP Projesi), ağır ve orta ölçekli birçok
fabrikanın kurulmasında imzaları vardır.

1980 Sonrası özellikle Turgut Özal
döneminde milli sanayi duraklatılmış, tarım görmezden gelinmiş, o yıllara kadar
yapılan kamuya ait sanayi kuruluşlarında özelleştirmelerin ilk adımları
atılmaya başlanmıştı. Türk Parasını koruma Kanunu kaldırılmış, her köşe başında
bir döviz bürosu açılır olmuştu. Birçok dalda ithalata serbestlik sağlanmış,
hiç unutamadığım bir olay: (ithalat kanunu değiştikten sonra ilk olarak Çikita
Muz ile Türkiye tanışmış oluyordu.) Bugün olduğu gibi Özal döneminde de köprü
ve otoyollara büyük önem veriliyordu. O günlerde suni bir bolluk yaşanıyordu. Türkiye’nin
çok zengin gelir kaynakları var da geçmiş hükümetler bunları milletten
esirgemiş görüntüsü veriliyordu.

Oysa bu kısa vadeli görüş çok
yanlıştı ve Özal’dan sonra gelen ama sürdürülemeyen koalisyon hükümetlerinden
sonra millet 20 yıl sürecek Ak Parti hükümetleriyle tanışıyor olacaktı.

AKP, iktidara geldiği ilk yıllarda
millete büyük vaatlerde bulunmuştu. İç ve dış çevrelerin büyük ölçüde desteğini
alan Recep Tayyip Erdoğan ve ekip arkadaşları, ilk iş “kimsesizlerin kimsesi”
olma yolunda büyük umutlar dağıtıyordu. Seçimlerden sonraki balkon konuşmaları oy
versin veya vermesin milletin gönlüne bir ferahlık serpiyordu.

Avrupa birliğine girmek için
müzakereler başlamış, özelleştirmelere yediden hız verilmiş, derelerden akan
sulara kadar neredeyse satılmadık devletin öz varlığı kalmamıştı.

İlk on yılda Türkiye tıpkı Turgut
Özal döneminin suni bolluğunu yaşıyordu. On yılda fert başına düşen milli gelir
on üç bin dolara çıkarken, son on yıllık dönemde tekrar yönetimi aldıkları
seviyeye yani yedi bin dolar civarına düşmüştü.

Ekonomide kırılma dönemi başladıktan
sonra, hükümetin uygulamaları ve uslubu da değişmeğe başladı. Kendilerinden olmayanlara
söylenen: Alçak, hain, illet, zillet gibi nefret söylemleri her gün
televizyonlarda kulaklarımızı tırmalıyor.

Özellikle son bir yıl içerisinde
çarşı Pazar fiyatları dörde beşe katlandı, vatandaş ekmek kuyruklarında çile
doldururken, işsizlik almış başını gidiyor, iş bulabilmek veya iş yaptırmak için
ancak yandaş olmanız gerekiyor, Ne yazık ki Türk Milleti olarak nepotizmin en
katı kurallarını yaşıyoruz. 92 puan alan bir kişinin yerine elli beş, altmış
puanla giriliyorsa gerisini anlayın artık.

Yüksekokul bitirmiş gençlerin %72 si
yurtdışına gitmek istiyor, hakkını aramak isteyen doktorlara: “giderlerse
gitsinler” diye yol gösteriliyor, sanatçıların festivallerde şarkı söylemesine,
yasada belirtilen kanunlara göre değil, atanmış vali veya seçilmiş belediye
başkanlarının keyfiyeti veya ahlak anlayışına göre karar veriliyor.

Gençlerimiz; yazımın başında
belirttiğim bir Fatih, bir Mustafa Kemal Atatürk olmayı bırakın, yoksulluk,
işsizlik çaresizlik yüzünden hayal kurmayı unuttular.

Sizlere yokluğu, yoksulluğu yaşatan “Tek Adam” sultasından kurtulmanın
yolunu açacak, “İyileştirilmiş ve
güçlendirilmiş parlamenter sistemin
” yeniden inşası için, güzel hayallerle
ruhumuzu süsleyen ünlü şairimiz Cahit Sıtkı Tarancı’nın şiiriyle seslenmek isterim.

“Memleket İsterim”

Memleket isterim

Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun;

Kuşların çiçeklerin diyarı olsun.

 

Memleket isterim

Ne başta dert, ne gönülde hasret olsun;

Kardeş kavgasına bir nihayet olsun.

Memleket isterim

Ne zengin fakir, ne sen ben farkı olsun;

Kış günü herkesin evi barkı olsun.

 

Memleket isterim

Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun;

Olursa bir şikâyet ölümden olsun.

Dizelerinden sonra üç tarafı denizlerle çevrili
bu verimli vatan topraklarında neden fakirlik ve yoksulluk çektiğimizi anlamakta
güçlük çekiyorum.

            Hukuksuzluğun,
adaletin, istibdadın ve açlığın tartışılır olduğu bu günlerde sizlere gene bir
ünlü şairimizin(Nazım Hikmet)
şiiriyle veda etmek isterim:

 

 

Davet”

Dörtnala gelip Uzak Asya’dan

Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan

                               Bu
memleket, bizim.

 

Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar
çıplak

Ve ipek bir halıya benzeyen toprak,

                               Bu
cehennem, bu cennet bizim.

 

Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,

Yok edin insanın insana kulluğunu,

                               Bu
dâvet bizim.

 

Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür

Ve bir orman gibi kardeşçesine,

                               Bu
hasret bizim.

Sağlıklı kalın.