Anneler Gününde Yaşanan Gerçek…

88

  Değerli okur:

  Aşağıda okuyacağınız
gerçek bundan tam 37 yıl önce KKTC’de Anneler gününde yaşanmış bir olayı, ana
yüreğinden taşan duyguları anlatır. Boşuna dememişler ‘’Ağlarsa anam ağlar,
gerisi yalan ağlar’’ diye…

      Sessiz
çığlıkları yükselir; ‘’Boğaz Şehitliğinden‘’ gecenin bir vaktinde Dikomo’lara
doğru; yıldızların sönüp ışıldadığı Kıbrıs’tan…

      Bir
de doğanın sesi karışıverirse bu hüzünlü çığlıklara, yakılan ağıtlara, taşlar
bile dayanmaz eriyiverir acı ile yankılanan ızdırap dolu nağmelerden…

     Bu
çığlıkları bizler duyamayız! Bu yalvarışları, haykırışları hissedemez
yüreklerimiz!

     Ama
o duyar; hem de hisseder o parçalanmış yüreciğinde…

   
  Çünkü o anadır…

       Gencecik evladını Mehmet’ini, Mücahit’ini bu topraklara
emanet etmiş ama ‘’ Vatanım Sağ Olsun
‘’diyen Annedir O…

      
 
Şehit olan evlatlarının kan ve can bedellerini ‘’ Vatan
Toprakları ‘’için feda etmiş ana’lar gibi hiçbir farkı yoktur diğerlerinden.

       Onur
ve Gurur timsali bir ana’dan bahsetmek isterim. 1985 Kıbrıs’ının anneler gününde yaşanmış bir olayı anlatır bu yazım.

      Bugüne
dek onun adı hiç yazılmadı, bilinmedi! Yine bilinmeyecek kim olduğu! Sözüm var
çünkü o onurlu, gururlu ana’ya…

       Ama
günümüzün Kıbrıs’ında, yaşananları izleyen, verilen her taviz karşısında yine
Rum’un kazandığını, Kıbrıs Türk’ünün kaybettiğini görerek hüzünlenen,
hayıflanan, kızan ama gerçekleri yazmaktan, doğruları anlatmaktan başka elinden
bir şey gelmeyen bir Kıbrıs Gazisi
olarak;

   
 ‘’Anneler Gününün‘’ kutlandığı bu
çok özel,  çok da güzel günde bu anımı tüm
evlatlar öğrensin istedim:

      2’nci
kez görev yaptığım, canımdan çok sevdiğim vatanım KKTC’de Lefkoşa’dan- Girne’ye
gidiş ve dönüşlerimde her seferinde mutlaka ‘Boğaz Şehitliğine’ uğrardım…

      Bu
vatan toprakları için hayatlarını seve, seve feda eden aziz şehitlerimizin
ruhları için dualar okur, saatlerce onlarla dertleşirdim.

     
 İşte
o günde yıllar öncesinin hüznüyle, anılarla dopdolu; şahadet mertebesine ulaşan
kahramanları ziyaret etmek, onlara yalnız olmadıklarını, göndere çektikleri ‘Ay
Yıldızlı Bayraklarımızın’ büyük bir gururla, onurla dalgalandığını dualarımla tekrarlamak
için uğramıştım:

   ‘’Boğaz Şehitliğine…’’

  
Güneş yeni batmıştı! Akşamın o hüzünlü karanlığı henüz şehitliğimizi
kucaklamış değildi. Her bir mezar sanki yaşanmış bir efsaneyi anlatır gibi
pırıl, pırıl ışıldıyordu… Gün batımı ile birlikte bir an doğanın tüm sesleri de
ara vermişti, o hüzün dolu konserine!

   
 Şehitlikte inanılmaz bir
sessizlik vardı. Yalnızca kuzeyden, Beşparmak Dağlarından ılık, ılık esen rüzgârın
o kadife dokunuşuydu yüzüme vuran…

   
 Bir de inceden, inceye söylenen; duyan
herkesin kalbini paramparça edebilecek bir ağıtın sesi duyulmaya başlamıştı
aniden!

     Şehitliğin sessizliğini, kimsesizliğini
bozan bu sesi duyar duymaz; kalbim hızla çarpmaya başlamıştı! Süratle etrafı
kolaçan ettim. Şehitliğin en üst sırasında, en köşesinde bir karartı çarptı
gözüme…

   
 Ses oradan geliyordu! Büyük bir merakla,
kalbim yerinden fırlayacak kadar büyük bir heyecanla sesin geldiği yere doğru
yürüdüm. Gördüğüm manzara karşısında donup kalmıştım! Tüylerim diken, diken
olmuş; ne diyeceğimi, ne söyleyeceğimi şaşırmıştım!

     
 Karşımda duran, o bembeyaz
saçlarına örttüğü al yazması ile bütünleşmiş, gözlerini diktiği ‘Şehidinin’
mezarına bakarak ağlayan bir anne vardı karşımda…

     
 O da beni fark etmişti. Yavaşça
yanına çöktüm. Kararan hava, şehitliğin o uhrevi aydınlığına karışmış, insanın
iliklerine kadar işleyen bir acılar yumağı yaratmıştı gözlerimi yaşartan.

      Böylesi bir olay ilk kez başıma geliyordu…

    
 Ve o nur yüzlü ana, acılı bir ses
tonu ile başladı konuşmaya:

    
 Şehidim, benim tek yaşam
kaynağımdı. Babasını kaybettikten sonra ana oğul bir başımıza kaldık. Yılmadım,
yetiştirdim, okuttum aslanımı…

    
 Hayırlı bir evlattı Mehmet’im. Ama
1974 yılının 20 Temmuzu onu benden aldı! Ne de yakışmıştı o komando elbiseleri…

    
 11 yıldır onun hasreti ile
yaşadım! Bizler fakir insanlarız. Yemedim içmedim onu son bir kez de olsa, bu
kara toprağında görebilmek için ‘’ŞEHİDİMİN MAAŞINI BİRİKTİRDİM VE GELDİM…’’,
‘’İşte aslanımın Mehmet’imin yanındayım. 3 gecedir birlikteyiz’’, ‘’O üşümesin
diye hep dua ederdim Anavatanından! Ama şimdi sarıp sarmalarım kollarımla…
Onu örterim kendi bedenimle, hasretimi dindirmek için öperim o şerefli
alnından. O benim aslanım, o benim oğlum, o benim ŞEHİDİM…’’

       Bu
acılı annenin bir solukta anlattıklarının şokunu yaşarken, Şehitlikte geçen o
dakikaların gerçek olup olmadığını anlamak adına, o gururlu Şehit Anasının
ellerinden öptüm…

      Evet,
yaşadığım bu olay gerçekti.

      Ona
bir şeyler söylemek istedim ama bir anlam ifade etmeyecekti ki! Ne bir teselli
verecekti söyleyeceklerim, ne bir anlam ifade edecekti! En doğru şey; onu
Şehidi ile baş, başa bırakmaktı.

      Gecenin
zifiri karanlığında şehitliğimizi terk ederken, her biri hala bir güneş gibi
parlamaya devam eden Aziz Şehitlerimize onurlu, acılı bir ana yüreği refakat
ediyordu; inceden inceye söylediği o ağıtın dizeleriyle…

 
     1985 yılının o mayıs ayında bu acı, hüzün dolu
tablo tam 4 gece daha aynen tekrarlandı! Merakımı yenemeyip gittiğim ertesi
gün, daha sonraki gün, sonraki günler; o yüreği yanık anayı, dört gün boyunca
hep aynı şeyleri yaşarken izledim…

      O kahraman şehidin anası, benim de anam
olmuş; bu günler boyunca hayatını, oğlunu anlatmıştı bana…

    
 Ama 1985’in Mayıs ayının ikinci
pazarına rastlayan o anneler gününde, sonrasındaki dört gün boyunca; 24 saatini
evladının mezarı başında geçirdiğini tahmin ettiğim o nur yüzlü anneyi ‘Boğaz
Şehitliğinde’ bir daha göremedim…

      Onu yine görebilmek umuduyla şehidinin
mezarının başına gittiğim o son gece, mezarının üzerine örtülmüş bir yün
yorgan, mezara serpilmiş dağ çiçekleriyle, kesilmiş bir tutam beyaz saç buldum…

   
 Çok şaşırdım!

    
 Saçlar bir kâğıda sarılmıştı! Ama
kâğıdın içerisinde sert bir şey daha vardı! El fenerim ile aydınlattığım bu
şeyin ne olduğuna baktım; bir çocuk emziği idi!

    
 O mübarek annenin sarıp
sarmaladığı o kâğıdın içerisine koyduğu; zar, zor yazıldığı belli olan bir de
pusula buldum!

  
 Yazılanları bir solukta okudum;

   
’’Bak oğul, bilirim ki sen buraya yine geleceksin; bu emanetlerim sana
teslimdir. Bu beyazlamış saçlar oğlumun yavuklusu gelinim Dilber kıza, bu emzik
ise o şehit olduktan sonra dünyaya gelen, yüzünü hiç göremediği oğluna, torunum
Mehmet’e aittir. Bu emanetleri Şehidime ulaştırasın diye bıraktım…’’

     Büyük
bir acı ile ağladığım o geceyi hiçbir zaman unutamadım. Her anneler günü
yaşanırken, evlatlarını kaybeden ‘Şehit Analarını’ düşünürüm; yıllar önce
yaşadığım, sizlerle paylaştığım bu çok özel anım gelir aklıma.

     O
eli öpülesi yüce annenin bıraktığı emanetleri, onun Yavru Vatan Kıbrıs’ta Boğaz
Şehitliğinde yaşadığı o büyük acıyı, bıraktığı emanetleri Şehidine ulaştırmak
için mezarını tırnaklarımla kazıyışımı, Şehitliği her ziyaret edişimde; O Şehit
Anasının nur yüzlü, hayalini hatırlarım…

   
 Ateş daima düştüğü yeri
yakmıştır!

     Dört
bin yıllık tarihimiz boyunca, milletimiz için, vatan için ay yıldızlı
bayrağımızın dalgalandığı her coğrafyada, yakın tarihimizde Kıbrıs’ta, ülkemizin
bölünmez bütünlüğü uğruna güney doğuda şehit düşen canlar; öncelikle o canları
bedenlerinde, gönüllerinde taşıyanları yakmıştır…

 Gerisi bir anlık üzüntüdür, sonrası unutulandır.

 Ne siyasiler,

 Ne bu ada üzerinde, ne de ülkemizde gözü olan dış
güçler,

 Ne bölünmez bütünlüğümüze kast eden hainler,

 Ne komutanlar,

 Ne de bizler…

 Hiçbirimiz, hiç kimse bir ana yüreğinin kaybettiği
yavrusu için çektiği acıyı bilemez; o ızdırabı tahmin dahi edemez.

 Hele,
hele Şehitlikte tanıdığım o acılı annenin evladım diye sarıp sarmaladığı
Şehidin mezar taşında: ‘’Kayıp‘’ diye yazıyor ise!

 Ama ben inanıyorum ki, annelerin yüreği; mezar taşı dahi
olmayan evlatlarının varlığını, emanet etmiş oldukları vatan topraklarında
dalgalanan Ay Yıldızlı Bayraklarımızı görerek teselli bulmaktadırlar.

 Çünkü ana yüreği yanılmaz. Tıpkı o gece
yanılmadığı gibi. O nur yüzlü annenin Şehidi kayıplar arasında idi ama ana yüreği,
Mehmet’inin orada yattığından emindi…

 Ve
son söz:

 Hiçbir
ana yüreği evlat acısı ile kavrulmasın. ‘Anneler Günümüz’ kutlu olsun. Ama
sadece bu gün için değil, her geçen günümüz analarımızın hayır dualarını almanın
mutluluğu ile dolu olsun.

 Unutmayalım
ki! Bizim için ağlarsa sadece ana yüreği ağlar. Tıpkı Şehitlikte ki, o nur
yüzlü ana gibi…

(Rahmetle
andığım Canım Anneciğim: Ruhun şad, mekânın cennet, senin de anneler günün
kutlu olsun anam.)

Önceki İçerikİnsanoğlu ve Salgın Hastalıklar
Sonraki İçerikYeni Çözüm Süreci: Göçürme
Avatar photo
1967 yılında Teğmen rütbesiyle T.S.K da göreve başladığı zaman, Kıbrıs olayları adada tüm hızıyla devam ediyor, Yunanistan’ın da desteğini alan Rum’lar; adada yaşayan Kıbrıs Türk’üne her türlü mezalimi yapıyor, gerçekleştirdikleri toplu katliamlar, uyguladıkları ekonomik ambargolarla Kıbrıs Türk Halkını adadan göçe zorluyorlardı… O dönemde Türkiye Cumhuriyeti Devletinin 1960 yılında imzalamış olduğu, BM’ler tarafından da onaylanmış garantörlük anlaşması gereğince, ada da bulunan ‘Şanlı Kıbrıs Türk Kuvvetleri Alayında’ görev almak için defalarca dilekçe veren Teğmen Çilingir; 1974 yılının 20 Temmuz Cumartesi sabahı kendisini Kıbrıs’ta savaşın içinde buldu. Bölük komutanı olarak Kıbrıs Savaşlarının her iki safhasında da bu görevini başarıyla sürdürdü, ‘Gazi‘ unvanı ile onurlandırılarak Türkiye’ye döndü. 1974–1975, 1985–1987 yıllarında Kıbrıs’ta görevli olduğu yıllardan sonra da, adada yaşanan olayları yakinen takip eden Çilingir; 2004-2011 yılları arasında Kıbrıs Türk Kültür Derneğinin İstanbul Şubesi yönetim kurulunda da görev yaptı. Bu uzun süreçte ’mili davamız’ olarak bilinen Kıbrıs konusuna sahip çıkarak, Kıbrıs Türk Halkının kazanılmış tarihsel ve hukuksal haklarını savunmak adına değişik platformlarda görev aldı. Sempozyumlara, panellere, televizyon programlarına konuşmacı olarak katıldı, makaleler yayınladı. Yakinen takip ettiği Kıbrıs konusu başta olmak üzere, ülke meseleleriyle ilgili güncel yazılarına, konferanslarına devam etmektedir. T.S.K.’dan 1990 yılında, kendi isteği ile emekli olduktan sonra; Kıbrıs konusuyla ilgili kaleme almış olduğu; ’’Özgürlük Nefesi (K.K.T.C Cumhurbaşkanlığı yayını 1995)’’, ‘’Girne’den Doğan Güneş (1997)‘’, ‘’Unutanlar Unutturulanlar ya da Hatırlayamadıklarımız (2004)’’, ‘’Elveda Kıbrıs Ama Bir Gün Mutlaka (2006)’’, ‘’Andımız Olsun ki Bu Topraklar Bizim (2007)‘’,’’Tarihten Gelen Çığlık (2010)’’, Kıbrıs ‘’Yes Be Annem’’ 2002-2016 (Eylül-2016) isimli kitaplarıyla; Ülkemizin son 65 yılında öne çıkan, yaşanmış önemli olayları anlatan: ‘’10’ların İzleriyle Türkiye (2014)’’,’’Kırılmadık Ne Kaldı?-Zaman Asla Kaybolmaz (2015)’’, ‘’Önce Vatan (Eylül 2017) isimli kitapları da bulunmaktadır… Sivil iş hayatına ‘Türkiye Sigorta Sektöründe’’başlayan Atilla Çilingir Koç YKS bünyesinde uzun yıllar görev yaptıktan sonra, halen dünyanın 18 ülkesinde hizmet veren, sağlık bilişim şirketlerinden birisi olarak ülkemizde de faaliyet gösteren; ‘’CompuGroup Medical Bilgi Sistemleri A.Ş’’ bünyesinde, görevine devam etmektedir. Pek çok üniversitenin ‘Bankacılık-Sigortacılık Fakültelerinde, Yüksek Okullarında, vermiş olduğu seminerler, konferanslar ile sektöre bu yönde de hizmet vermeye devam eden Çilingir’in: Sigorta sektöründe 27 yıldan beri vermiş olduğu hizmetlerini anlatan; ‘’Sigortalı Hayatın Gerçekleri’’ (2012) isimli bir kitabı daha bulunmaktadır. Atilla Çilingir; bugüne değin kitaplarından elde etmiş olduğu telif gelirleriyle; Sosyal sorumluluk projeleri kapsamında: 2010 yılında ‘K.K.T.C Lefkoşa Şehit Aileleri ve Malul Gazileri Derneğine’ ‘Tarihten Gelen Çığlık’ isimli kitabının telif gelirini bağışlamış, 19 Şubat 2012’de Van’da yaşanan büyük depremden sonra Van’ın Muradiye İlçesi Akbulak Köyü İ.M.K.B. (İstanbul Menkul Kıymetler Borsası) Yatılı Bölge İlk Öğretim Okulunda içinde 20 adet bilgisayarı bulunan ve kendi adını taşıyan bir BT (bilgi teknolojisi) sınıfı açmış. 02 Haziran 2017 tarihinde de Samsun’un Tekkeköy ilçesi Büyüklü İlköğretim okulunda da adını taşıyan, içinde 2500 kitabı, 2 adet bilgisayarı bulunan bir kütüphanenin açılışını sağlamıştır.