Sarıklı Sömürücüler

110

İçinde
bulunduğu bu haliyle despotların yönettiği İslam ülkelerinde, Kur’an’ın
kendisine indiği ahlak peygamberi Hz. Muhammet’in ruhunun huzurlu ve rahat
olması mümkün değildir.

Ahlak
Peygamberi Hz. Muhammed, peygamberliğinin yanı sıra kurduğu bir Site Devletinin
de başkanıydı. Diğer adıyla ‘’Medine Şehir Devleti’’

Ancak
bu başkanlık despotizme açık bir başkanlık değildi.

İslam’ın
şeriat adı altında uygulamada ön gördüğü vaz geçilemez üç kavram ‘’şura/
istişare/meşveret( ortak akıl ),Adalet ve Liyakat( işin ehline
verilmesi)’’kavramları temel anayasa hükmüydü.

Ahlak
Peygamberinin ve arkasından gelen Hülefa-i Raşidin döneminin devleti
yönetiminde bu üç kavramın layıkıyla işletildiğini görmekteyiz.

Bahse
konu bu üç kavramın çağdaş dünyamızdaki karşılığı ‘’Hukukun Üstünlüğünü esas
alan Demokratik Parlamenter Sistemdir’’.Bu çağdaş yönetim biçimi aynı zamanda
‘’Laik Sistemi’’( Fikir ve İnanç Özgürlüğü) esas alır ve İslam Diniyle ters
düşmez. Kur’an’ın ifadesiyle ‘’dinde zorlama yoktur’’,’’Senin dinin sana, benim
dinim bana’’vurgusu yapılır.

Ve
ahlak peygamberine gelen ilk ayet ‘’Oku, Allah’ın adıyla oku…’’ der ve devam
eder… Eğer Kur’an’ın indiği İslam Âlemi gelen ayetlerin şuuruna vakıf olsaydı,
ahlak Peygamberinin yaşadığı toplumunda verdiği nitelikli kavganın önemine
vakıf olabilseydi, çağdaş medeniyetlerin öncüsü olmalıydı. ABD den daha önce
Aya çıkmış olmalıydı. Uzay istasyonlarını kurmuş olmalıydı. Muasır medeniyetin
diğer adıyla İslam’ın öngördüğü medeniyetin öncüsü İslam Ülkeleri olmalıydı…

*

Büyük
çoğunluğu din eksenli düşünen bir kısım İslam Ülkelerinde durum ne?

Kurgulanmış
dış güdümlü bir siyasi yapı, Kur’an dan koparılmış çakma bir din, tarihinden
koparılmış ve milli hassasiyetlerini yitirmiş bir millet oluşturma çapası ön
şart olunca;

Mezhep
çatışmaları uğruna yüzlerce insanı çöl kumlarına yatırarak kurşuna dizen sözde
“cihatçı” militanlar!!!

“Alevi
misin Sünni misin” sorusunun ardından kurbanlara aman vermeden, gencecik
insanları kurşuna dizen ve ardından zafer çığlıkları atan IŞİD türevi
“mücahit”leri… Öne çıkar.

*

Bir
de şöhret-rant uğruna zırvalayan, fetva verircesine kin tohumları saçan sözde
alim kılıklılar var ki, son yıllarda Müslümanları en çok yaralayanlar da
onlar… Hem de IŞİD kafası kadar zarar veren yobazlar!!!

*

Konu
İslam’ı milletin gözünden düşürmekse, Mısır El Ezher’ciliği nasıl IŞİD ve
türevlerine karşı sessiz ve çaresizse bizim Diyanet de yerli takiye
fetvacılarına karşı o kadar boynu büküklere ne dersiniz?

Fetvacılarımıza
bakın?.. Beyinlerindeki pornoculuk zehrinden kurtulamayan zevat ne hakla
erozyona uğratmaya çalışıyor toplumun temiz inançlarını?..

*

Nasıl
oluyorsa Diyanet Başkanlığının sessizliğinden yararlanan türedi bir kısım
ilahiyatçıların yorumlarından dinin arındırılması gerekir kanaatindeyim.

–Bu
zavallı bilgiçlerin, zihniyetlerini bel altından bel üstüne taşımaları gerekir.

–Bu
çağ dışı bilgiçlerin, asansörde halvetle ilgilenmek yerine hak, hukuk, adaletle
beyinlerini yormaları gerekir.

–Bu
megaloman bilgiçlerin, erkek egemen bakışla kadınlara çerçeveler çizmek yerine
biraz da kadın egemen bakışa öncülük vermeleri gerekir.

–Bu
sözde bilgiçlerin, cinsellik diye tutturma yerine yetim hakkına, kamu hakkına,
hayvan hakkına, çevre hakkına öncelik vermeleri gerekir.

–Bu
zihniyeti karmaşık bilgiçlerin, kadın dövmenin inceliklerine kafa yordukları
kadar kadın istismarına kafalarını yormaları gerekir.

–Bu
sözde bilgiç beyinlerin, İslam’ı alay konusu haline getiren çağın idrakine uzak
meseleleri bırakıp çağın idrakine uygun meselelerle beyinlerini yormaları
gerekir.

*

Örnekleri
çoğaltmaya gerek yok… Körfez Savaşı’nın ardından “Arap Baharı”
tiyatrosunun Müslümanları birbirine düşürmesi için sözde “din” adına
piyasaya sürülen “şeriatçı” kılıklı bağnazlar İslam’a ve Müslümanlara
ne kadar zarar verdiyse, “molla-medrese-mürit-rant” tezgahının
ikiyüzlü tüccarları da o kadar zarar veriyor işte…

*

Bu
utanç verici sürece nasıl geldik?

1980
yılındaki askeri darbenin hemen ardından “sağcı’lığı ve
“solcu”luğu ezmek için geliştirilen muhafazakâr siyaset anlayışı ne
yazık ki önce dinciliği, sonra bağnazlığı ardından da sözde şeriatçılığı
hortlattı… Ve ne yazık ki Hizbullah’tan İslami Hareket’e kadar radikal
dinciliği de!!!

Dikkat
ediniz; dün ya da bugünlerde piyasada “molla, şeyh, efendi” ya da
sözde “üst ad”lığın çevresinde oluşturulan bağnazlık çemberi o tarihten
günümüze “gaflet- dalalet ve hatta hıyanet”le de dayatılan karanlık
bir stratejinin ürünüdür…

Bu
siyaset sistemi, tarikatçılıktan-cemaatçilikten beslendiği için kimi
“hoca” takımının çevrelerinde oluşturdukları “mürit”
zinciri bir süre sonra öylesine büyüdü ki, nihayetinde kendi devasa ekonomisini
yaratmakta da gecikmedi…

Birkaç
kere düşünün. Halifelik döneminde adaletiyle ün yapmış Hz. Ömer, din adına
soygunun legalleştiğini ve doğru söyleyenin de dokuz köyden kovulduğunu
görseydi, kimlerin yüzüne tükürürdü acaba?