Eserlerinde, çöküş sürecindeki
Osmanlı toplumunu, Osmanlının son zaferi olan Çanakkale Zaferindeki Mehmetçiğin
büyük kahramanlığını anlatan “Çanakkale Şehitlerine” destanını yazan Mehmet Âkif’in Milli Mücadele’ye en büyük
desteği, İstiklal Harbi’ni yürüten
kahraman ordumuzun ve milletimizin maneviyatını
yükselten “İstiklâl Marşı”nı yazmasıdır.
İngilizlerin
himayesindeki Yunan ordusu 15 Mayıs 1919’da İzmir’e çıkmış ve batı illerimizi
birer birer işgal etmeye başlamıştır. Türk milleti, bu gelişmeler üzerine
hürriyet ve istiklâlini kaybetme, esarete mahkûm olma korkusuna kapılmıştır. Bu
korku, vatanı, bayrağı ve devleti ile tarih sahnesinden silinme, yabancı
devletlerin boyunduruğuna girme korkusudur. Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları,
İstiklâl Savaşı’nın meşalesini, 19 Mayıs 1919’da Samsun’da böyle bir atmosferde
yaktılar. “Ya istiklâl, ya ölüm!” parolasıyla yola çıkan Kuvva-yı Milliyeciler,
binlerce sıkıntı ve imkânsızlık içinde, bir taraftan yeniden milli bir ordu
kurmaya çalışırken, bir taraftan da milleti içinde bulunduğu bu korku ve
umutsuzluk psikolojisinden kurtarmaya çalışıyorlardı. Mücadeleye başlamanın ve
başarmanın ilk şartı, özgüveni sağlamak ve moral gücü yükseltmekti. Savaşacağımız
düşman hem sayıca, hem de silahça bizden üstündü. Karşımızda dünyanın en gelişmiş
savaş teknolojisine sahip ülkelerin orduları ve onların desteklediği Yunan
orduları vardı. Anadolu’nun üçte ikisi düşmanlarca işgal edilmişti. İşte
İstiklâl Savaşı böyle bir atmosferde başladı.
Milletin ve ordunun acilen maneviyatını
yükseltecek bir milli marşa ihtiyacı vardı. Milli bir marş yazdırılmasına karar
verildi. Garp Cephesi Erkân-ı Harbiye Reisi Kurmay Başkanı olan İsmet Bey
(Paşa), Maarif Vekili Dr. Rıza Nur’u ziyaret etti ve Fransızların Marseyyez’i
gibi orduya milli heyecan verecek bir millî marş yazdırılması konusunda anlaştılar.
Rıza Nur, İsmet Bey’i bu işlere bakan Orta Tedrisat Müdürü Kâzım Nami (Duru)
Bey’e gönderdi. Kâzım Nâmi Bey, bu olayı hatıralarında şöyle anlatır:
“Bir
gün orta tedrisat müdürü odasında çalışıyordum. Kalpağımı masanın bir kenarına
koymuştum. Kapı açıldı. İçeriye kısa boylu bir Erkân-ı Harbiye albayı girdi.
Onu görünce ayağa kalktım, kalpağımı giydim, buyurunuz dedim. Bu zat “Ben Garp
Cephesi Erkân-ı Harbiye Reisi İsmet” dedi. Kendisini masanın önündeki iskemleye
buyur ettim, oturdu. “Beni size Dr. Rıza Nur Bey gönderdi. Orduca karar verdik,
bir İstiklâl Marşı istiyoruz. Bunun güftesini, bestesini ayrı ayrı müsabakaya
korsunuz. Her birini kazanana beşer yüz lira vereceğiz.” dedi. Emirlerini hemen
yapacağımı söyledim. 7 Kasım 1920 tarihli Hakimiyet-i Milliye’de “Türk
şairlerinin nazar-ı dikkatine – Maarif Vekâleti’nden” başlıklı bir ilanla,
İstiklâl Marşı Yazma Yarışması’nın düzenlendiği ve gönderilecek eserlerin 23
Aralık 1920’de Maarif Vekâleti’ne teslim edilmesi istendi. İlanda eserlerin
edebî bir heyet tarafından değerlendirileceği, kazanana 500 lira mükâfat
verileceği, bestesi için de ayrıca müsabaka açılarak kazanana 500 lira
verileceği bildirildi. O sıralarda Dr. Rıza Nur’un yerine Maarif Vekilliğine
getirilen Hamdullah Suphi (Tanrıöver) ise, millî marş yazabileceği tahmin
edilen şairlere mektup göndererek yarışmaya katılmaya davet etti. larını
duyurmuştur.
O
gün için Ankara’da 140 liraya bir çiftlik almak mümkündür. Mehmet Âkif, kazanacak şaire nakdî bir
mükâfat vaat edildiği için “para ile milli marş yazılmaz” düşüncesiyle bu
yarışmaya katılmadı. O anda cebinde bir milletvekili arkadaşından borç aldığı
iki lira ve üzerinde yamalı bir pantolon vardır. O soğuk Ankara kışında sırtına
giyecek bir paltosu yoktur. Ama O, yine de milli marş için para almayı şerefsizlik
saydı. İşte İstiklal Marşı, böyle engin bir ruhun ilâhî coşkusundan doğmuştur.
Yarışmaya
724 şiir katıldı. Edebiyatçılardan oluşan seçici kurul, bu şiirlerden hiç
birini milli marş olmaya layık bulmadı. Bu şairler içinde İstiklal Harbi’nin
komutanlarından Kazım Karabekir bile vardı. Milli Şairimiz Mehmet Akif’in
yarışmayaya para ödülü olduğu için katılmadığını öğrenen Atatürk’ün talimatı
üzerine, Maarif Vekili Hamdullah Suphi Bey harekete geçti. Araya Âkif’in yakın arkadaşı Hasan Basri
(Çantay) Bey’i soktu. Ayrıca şu mektupla Âkif’i yarışmaya katılmaya davet etti: “Pek aziz ve muhterem efendim, İstiklâl Marşı
için açılan müsabakaya iştirak buyurmamalarındaki sebebin izâlesi için pek çok
tedbirler vardır. Zatı üstadânelerinin matlûb şiiri vücuda getirmeleri maksadın
husûlü için son çare olarak kalmıştır. Asıl endişenizin icap ettiği ne varsa
hepsini yaparız. Memleketi bu müessir telkin ve tehiç vâsıtalarından mahrum
bırakmamanızı rica ve bu vesile ile en derin hürmet ve muhabbetimi arz ve
tekrar eylerim.”
Âkif,
“kazandığı takdirde mükâfatı istediği hayır kurumuna bağışlayabileceğini”
belirten bu mektup üzerine İstiklâl Marşı yazma yarışmasına katılmaya karar
verdi. Âkif, 1920 yılının sonlarında ikamet ettiği Taceddin dergâhında ve
Ankara’nın o soğuk ve o çok heyecanlı günlerinde İstiklal Marşı’nı aziz ve
şanlı bayrağımızın ruhaniyetine sığınarak yazdı. Âkif’in, Taceddin Dergâhı’nın
manevi ikliminde yazdığı bu milli marşa, İstiklâl Harbi’nin o kan ve barut
kokan günlerinde, bağımsızlığını kaybetme korkusu içinde olan ordumuza ve
milletimize umut, moral ve heyecan verecek bir hitap kelimesi ile başlaması
gerekiyordu. Mehmet Âkif, ilk mısrayı
yazdıran duyguyu yakın arkadaşı Eşref Edip’e şöyle anlatır: “Boş odaya
girdiğimde, benim bugünkü sıkışıklığımda bir müslüman daha yaşadı mı diye
düşündüm. Ülkenin her yanı düşmanla boğuşuyor diye düşünürken Peygamber
Efendimizin Mekke’den Medine’ye yanında sadece Hz. Ebubekir ile Hicret’ini
hatırladım. Ebu Cehil’in yanında binlerce insan vardı. Sevr Mağarası’na sığındıklarında
Hz. Ebubekir’in endişelendiğini fark edince “Korkma ey Ebubekir! Allah
bizimledir.” deyişini hatırladığım zaman Peygamberimizin daha büyük bir
zorlukta teslim olmayışı aklıma geldi ve bunun üzerine marşı yazmaya ‘Korkma!’
diyerek başladım; Korkma! Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak/ Sönmeden
yurdumun üstünde tüten en son ocak. ”
Şairin
kahraman ordumuza ithaf ettiği İstiklâl Marşı, on gün aralıksız çalışılarak
yazıldı ve 17 Şubat günü Sırat-ı Müstakim ve Hâkimiyet-i Milliye’de yayımlandı.
Marş, birden bire bütün vatan sathında bir inanç ve heyecan rüzgârı estirdi.
Türk milleti bu marş için, “Büyük bir
milleti asırlarca ayakta tutacak kadar kuvvetli mısralarla örülmüştür” dedi. 12
Mart 1921 Cumartesi günü saat 17.45’te Hamdullah Suphi Bey tarafından Mecliste
okunup ayakta dinlendikten sonra alkışlarla millî marş olarak kabul edildi. Büyük
şair, şaheserini bütünleyen örnek bir davranışı daha sergileyerek marş için
konan 500 liralık mükâfatı, Hilâl-i Ahmer bünyesinde, kadın ve çocuklara iş
öğreten ve cepheye elbise diken Darü’l- Mesai Vakfı’na bağışladı.
İstiklal Marşı, varlık-yokluk
mücadelesi veren bir milletin can suyu olmuş, dağılmaya yüz tutmuş milletin
aynı hedef doğrultusunda birleşmesini sağlamıştır. Bağımsızlığı bir ruh olarak
tarihte var olduğu günden bu yana yaşatan Türk milleti, esaret zincirlerini
paramparça ederek, kükremiş bir sel gibi önüne konan bentleri aşmıştır. Bunu
yaparken adeta milli bir yemin ederek İstiklal Marşı’nın sözlerinde hayat
bulmuştur. “Bağımsızlık benim karakterimdir” diyen Mustafa Kemal Atatürk
İstiklâl Marşı hakkında şunları söylemiştir:
“Bu marş bizim inkılabımızı anlatır, inkılabımızın ruhunu anlatır. Bunu
ne unutmak ne de unutturmak lazımdır. İstiklal Marşı’nda, istiklal davamızı
anlatması bakımından büyük bir manası olan mısralar vardır. Benim en beğendiğim
yeri de burasıdır: ‘Hakkıdır hür yaşamış bayrağımın hürriyet/ Hakkıdır Hakk’a
tapan milletimin istiklâl!’ Benim, bu milletten asla unutmamasını istediğim
mısralar, işte bunlardır. Hürriyet ve istiklal aşkı bu milletin ruhudur.”
Türk
İstiklâl Marşı, milli tarihimizin en önemli dönüm noktası olan İstiklâl
Savaşı’nda, hâkim olan psikolojiyi ve ruhu ortaya koyar. İstiklâl Marşı, Türk
milletinin sahip olduğu değerleri de bir bütün halinde ortaya koymaktadır. Bu
değerler; “vatan, millet, bayrak, din,
hürriyet ve istiklâl”dir. Bu şiir, Bilge Kağan’ın Orhun Yazıtlarındaki hitabı,
Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi gibi, bağımsızlığımızın tehlikeye düştüğü her
dönemde başvurulacak uyarıcı bir metindir.
Bu şiir, o günlerin durumunu, duygusal atmosferini, karşı karşıya
kalınan tehlike ve tehditleri, bunlara karşı milletin yapması gereken
fedakârlığı nesilden nesile aktaracak
olan bir edebi âbidedir.
Türk
milletinin ve ordumuzun maneviyatını güçlendirmek amacıyla yazılan İstiklâl
Marşı, bir ümit ve cesaret şiiridir. Bu marş, yeni yetişen Türk nesillerine
millî şuurlarını kazandıracak en önemli eserdir. Kıyamete kadar yaşayacağına
inandığımız Türk milletinin bütün fertlerine her şeyden önce bayrak ve İstiklâl
Marşı’nın ihtiva ettiği anlam ve önemi öğretmeliyiz. Vatansız, bayraksız ve
İstiklâl Marşsız bir hayatın, aslında bir ölüm olduğu fikrini zihinlere
yerleştirmeliyiz.