Türkiye’nin Sistematik İstila Ve Parçalanma Planı

95

Türkiye’nin Sistematik İstila ve
Parçalanma Planı:

I-Dinler arası diyalog ve hoşgörü maskesi
altında Anadolu coğrafyasında tüm Ermeni kiliseleri restore edilerek açılmış
tepelerine heybetli Haçlar takılmıştır

II- 2254
kilometrelik Suriye sınırımızın mayın temizleme ihalesi 2000’li yıllarda
İsrail’e ihaleye verilmek istenmiştir. 
TBMM’den 196 milletvekilin Anayasa mahkemesine başvurusu ile bu ihale
iptal edilmiştir
[1]. Daha
sonra mayınlar İsrail dışında bir firmaya temizlettirilmiştir.

III- Bu süreçte Arap Baharı yutturmacası
ile Kuzey Afrika ve Ortadoğu kan gölüne dönüştürülmüştür.  Şam’daki Emevi camiine Putin ziyaretini
gerçekleştirmiş ve Türkiye’yi kuşatma mesajını vermiştir. ABD ise on binlerce
tır dolusu ağır mekanize askeri mühimmat ve aracı PKK/PYD’nin hizmetine vermiş
ve onları Türkiye’ye karşı eğitmeye devam etmektedir. Her ülkenin kendi adına
kurdurduğu terör örgütü IŞİD/DAEŞ ise sadece Müslüman Türk (Türkmen) kanı ve emperyalistlerin
isteğine uymayan bölgenin etnik gruplarının kanını dökmüştür.

IV-Türkiye’ye kaçmaları istenen
Suriyeliler ise mayınsız araziden Türkiye’ye oluk oluk geçmişlerdir. Türkiye’de
piyon bir Emevi-Arap devletinin alt yapısı her geçen gün oluşturulmaktadır.

V- Kontrolsüz bir şekilde yabancılara
toprak satışı devam etmekte ve vatandaşlık hakkı verilmektedir[2].

VI-Ermenilerin 1915 tehciri yüksek oranda Osmanlı
Devleti tarafından Suriye topraklarına yapılmıştır. Bu çıkarılan Ortadoğu
savaşı ve Sayks Piko anlaşmasının 21.yy versiyonu ile bu bölgedeki Ermeniler
Türkiye’ye kazasız belasız intikal ettirilmektedir. Her biri atalarının
ayrıldıkları şehirlerde ikamet etmeye başlamıştır. Türkiye’de kalıcı bir
Ermeni devletinin alt yapısı her geçen gün kurulmaktadır.

Cevdet
Küçük’ün SYKES-PICOT ANTLAŞMASI yazısından bu antlaşmanın detayları okunmaktadır:

“I.
Dünya Savaşı sırasında Osmanlı Devleti’nin Asya’daki topraklarının paylaşılması
konusunda yapılan gizli antlaşma (16 Mayıs 1916).

 I. Dünya Savaşı’ndan önce Osmanlı Devleti’nin
tasfiyesi konusunda anlaşamayan İtilâf devletleri savaş esnasında da bir iş
birliği sağlayamadılar. Birinin elde ettiği başarı diğerleri için hoşnutsuzluğa
yol açıyor, her devlet diğerlerinin istilâsına karşı kendi nüfuz bölgesini
titizlikle koruyordu. İngiltere ve Fransa’nın Çanakkale’den yeni bir cephe
açmaya karar vermesi Boğazlar üzerinde tarihî emelleri olan Rusya’yı
telâşlandırdı. Müttefiklerinin İstanbul’a yerleşmesinden endişe eden Rusya
Boğazlar’ın kendisine verilmesini istedi (4 Mart 1915). Aralarında bir
anlaşmaya varmadan bu kadar önemli bölgenin Rusya’ya bırakılmasını doğru
bulmayan İngiltere ile Fransa, Rusya’nın İttifak devletleriyle anlaşması
tehlikesini de göze alamadılar. İngiltere, Osmanlı toprakları üzerindeki
taleplerinin yerine getirilmesi şartıyla Rusya’nın isteklerini kabul
edebileceğini bildirdi (12 Mart). Fransa, Osmanlı Asyası’nın da paylaşılmasını
önerdi (23 Mart). Petrol zengini Arap topraklarını ele geçirmek amacıyla
Araplar’la gizli görüşmeler yapan İngiltere önce Rusya ile anlaşmak gerektiğini
bildirdi. Büyük Ermenistan vaadiyle Ermeniler’i kışkırtan Rusya, Doğu
Anadolu ile Çukurova’yı istiyordu. Mersin ve Adana’nın Fransa’ya verilmesini
kabul etmesi üzerine Fransa da Boğazlar’ın Rusya’ya terkedilmesine razı oldu
(10 Nisan).
Karşılıklı notalarla imzalanan antlaşmaya göre İstanbul ve
Çanakkale boğazları, Marmara denizi, Midye-Enez hattına kadar Güney Trakya,
İstanbul Boğazı ile Sakarya nehri ve İzmit körfezi arasındaki bölge, Gökçeada
ve Bozcaada Rusya’ya veriliyordu. Rusya da İngiltere ve Fransa’nın Osmanlı
Devleti’nin diğer bölgelerinden uygun görecekleri yerleri almalarını ve Osmanlı
egemenliğinden ayrılacak Arap ülkelerinin bağımsızlığını tanımayı kabul
ediyordu.
İstanbul Antlaşması adını alan bu ilk gizli paylaşım yeni antlaşmaların
yapılmasına yol açtı. Çanakkale savaşlarında zorlanan müttefikler savaşa
katılması için İzmir ve çevresini Yunanistan’a vermeyi kararlaştırdılar (12
Nisan). İtalya ile imzaladıkları Londra Antlaşması’yla da (26 Nisan), Oniki Ada
ile Trablusgarp’taki işgalini tanımayı taahhüt ettiler. Ayrıca Asya Türkiye’si
paylaşıldığında İtalya’ya Akdeniz bölgesinden bir pay verilecekti. Buna
karşılık İtalya, müttefikler yanında savaşa girmeyi ve müslümanlara ait kutsal
yerlerinin bağımsız bir İslâm devletinin egemenliğinde bırakılmasını kabul
ediyordu.

 

Savaşın başından beri İngilizler’in
Osmanlı yönetimine karşı isyana teşvik ettikleri Mekke Emîri Şerîf Hüseyin,
İngiltere’ye askerî iş birliği teklifinde bulundu. Karşılığında bütün Arabistan
yarımadasını içine alacak ve kendi idaresine bırakılacak müstakil bir Arap
devleti kurulmasını ve halifeliğin Türkler’den alınmasını istiyordu.
İngiltere, Arap bağımsızlığını desteklemeye
hazır olduğunu ve halifeliğe de bir Arap’ın getirilmesine çalışacağını bildirdi
(24 Ekim). Araplar buna mukabil bağımsızlıklarını kazandıktan sonra
İngiltere’nin Basra ve Bağdat vilâyetlerindeki özel durumunu tanıyacaktı. Ancak
İngiltere, Türkçe konuşulan bölgelerle Fransa’nın istediği Suriye kıyılarını,
Şam, Hama, Humus, Halep, Musul ve Filistin’i antlaşmanın dışında bırakmıştı.
Şerîf Hüseyin ise yalnızca Türkçe konuşulan Mersin ve Adana gibi bölgelerden
vazgeçtiğini bildirdi (5 Kasım). İngiltere, Şerîf Hüseyin’in en büyük rakibi
Necid Emîri İbn Suûd ile de gizli bir antlaşma imzalayarak Şerîf Hüseyin’e vaad
ettiği Necid topraklarında ve Basra körfezi kıyılarında (Küveyt hariç) İbn
Suûd’un bağımsızlığını tanımayı taahhüt etti (26 Aralık).
İngiltere’nin bu
ikiyüzlü politikasından habersiz olarak Halep ve Beyrut konusundaki iddialarını
sürdüren Şerîf Hüseyin, İngiliz-Fransız ittifakını bozmamak için Suriye ve
Lübnan üzerindeki isteklerinin çözümünü savaştan sonraya ertelediğini bildirdi.
Türkler’e karşı savaşa hazırlanabilmeleri için kendilerine para ve silâh
yardımında bulunulmasını ve barış sırasında Araplar’ın yalnız bırakılmaması
konusunda güvence verilmesini talep etti (1 Ocak 1916). Şerîf Hüseyin’in
İngiliz-Fransız ittifakını bozacak davranışlardan kaçınma yolundaki yazısını
senet saydığını ve istenen yardımın yapılacağını bildiren İngiltere Araplar’ın
yalnız bırakılmayacağı konusunda da güvence verdi (30 Ocak).

 

İngiltere, Arap ayaklanmasını
garantiledikten sonra Osmanlı Asyası’nın paylaşılması konusunu görüşmek için
Fransa’dan bir temsilci göndermesini istedi. İngiltere’nin Araplar’la gizlice
anlaşmasından memnun olmayan Fransa, Beyrut eski konsolosu François Georges
Picot’yu özel temsilci olarak yolladı.
İngiltere de Dışişleri Bakanlığı müsteşarı Sir Mark Sykes’ı
görevlendirdi. Kasım 1915’te iki devlet arasında Londra’da başlayan görüşmeler uzlaşmayla
sonuçlandı (3 Ocak 1916). Genelde İngiltere’nin bakış açısını yansıtan antlaşma
taslağına göre İngiltere Beyrut’un Suriye’de kurulacak Arap devletinin içinde
yer alması önerisinden, Fransa da Filistin’in Suriye’nin bir parçası olması
isteğinden vazgeçiyordu. Bölgenin sadece kendi egemenliği altında bulunması
iddiasından da vazgeçen Fransa, Filistin’de uluslararası bir rejim kurulmasını
ve Basra’dan Filistin’e kadar uzanan bölgenin İngiltere’nin kontrolüne veya
egemenliğine verilmesini kabul ediyordu. Buna karşılık İngiltere, Fransa’nın
Suriye’nin sahil bölgesi ile Kilikya’nın tamamını almasına ve İran sınırına
kadar uzanan bölgenin Fransız nüfuzuna bırakılmasına onay veriyordu. İtalyanlar’dan
gizlenen antlaşma taslağının Rusya tarafından onaylanması gerekiyordu. Sykes ve
Picot, Petrograd’a giderek antlaşma taslağını Ruslar’a gösterdiler (11 Mart)
.
Çanakkale başarısızlığının yol açtığı iç huzursuzluğu yeni toprak
kazanımlarıyla gidermeye çalışan Rusya, Ermeniler’in yardımıyla işgal ettiği
Doğu Anadolu’dan çıkmayacağını açıklayarak artık Ermenisiz Ermenistan siyaseti
gütmeye başlamıştı. Fransız etki alanının İran sınırına kadar uzanmasını
Rusya’nın güneye doğru genişlemesini engelleyeceğini ileri sürerek taslağa
karşı çıktı. Ruslar ancak Trabzon, Erzurum, Bitlis, Muş ve Siirt ile Türk-İran
sınırını içeren kuşağın kendilerine verilmesi karşılığında antlaşma taslağını
onaylayabileceklerini bildirdiler. Sinop Limanı’nın da Rusya’nın etki alanına dâhil
edilmesini istemeleri yeni bir Fransız-Rus anlaşmazlığına yol açtı
.
İngilizler, Kerkük üzerindeki iddiasından vazgeçmesi karşılığında Fransa’ya
Sivas-Kayseri bölgesinden ek toprak verilmesini önerdi. Öneriyi kabul eden
Fransa ile Rusya arasında imzalanan antlaşmayla (26 Nisan) Aladağ, Kayseri,
Akdağ, Yıldızdağ, Zara, Eğin ve Harput arasında kalan topraklar Fransa’ya
verildi. Erzurum, Van, Bitlis, Muş, Siirt ve Trabzon Rusya’ya bırakıldı.
Trabzon’un batısındaki sınır daha sonra belirlenecekti. Buna karşılık Rusya,
Suriye ve Mezopotamya’nın İngiltere-Fransa arasında paylaşılmasını kabul etti.

Rusya’nın
onayını aldıktan sonra İngiltere ve Fransa arasında Sykes-Picot Antlaşması
imzalandı (16 Mayıs 1916)[3].

Sykes
Pikot Antlaşması tarihin çöplüğüne Türkiye Cumhuriyeti tarafından atılmasına
rağmen hâlâ gündem demde midir?

F.
Gregory Gause (Vermont Üniversitesi’nde siyaset bilimi profesörü, Basra Körfezi’nin Uluslararası İlişkileri
kitabının yazarıdır ) The Washington Post gazetesinde “Is this the end of
Sykes-Picot?” (Sykes-Picot’nun
sonu mu?)
20. Mayıs.  2014 yazısında:

“Sykes-Picot’un
sonu” ifadesi kullananlar için; slogan ve yanlış adlandırma olduğunu ifade
etmektedir. Sözlerine şöyle sürdürür: 
“1916 Sykes-Picot anlaşması, Osmanlı İmparatorluğu’nun Arap (ve bazı
Türk ve Kürt) topraklarının İngiltere ile Fransa arasında bir ön bölünmesini
sağladı, ancak nihai sınırlar 1920’deki San Remo konferansında iki güç
tarafından belirlenmiştir. Sykes – Picot, Kuzey Irak’ı Fransa’ya vermişve
Kutsal Topraklar için uluslararası bir rejim öngörmüştü. San Remo, Fransa ve
İngiltere’nin sonradan çizeceği sınırlar için Milletler Cemiyeti’ne onay
vermiştir. Lübnan, Suriye Fransız, 
Ürdün, Filistin İngiliz mandasına bırakılmıştır ve İngiliz mandası olan
Irak, Osmanlı’nın üç vilayeti olan 
Bağdat, Basra ve Musul’dan oluşturulmuştur.  Fransa ve İngiltere’nin yaklaşık yüz yıl önce
elde ettiği jeopolitik muafiyetin bu dünya için çok daha uzun olmadığı sonucuna
varılmamalıdır. İngiltere’nin eski mandası Filistin artık tamamen İsrail
kontrolü altındadır (Gazze kısmi bir istisna ve Batı Şeria egemenlik konusunda
bir belirsizlik içindedir). Irak, Lübnan ve Suriye (Fransa’nın 1939’da
İskenderun/Hatay’ı Türkiye’ye bırakması dışında) inşa edildikleri gibi
kalmıştır. “Filistin” ile “Ürdün” arasındaki İngilizlerin çizdiği sınır,
yıllardır olduğundan daha istikrarlı görünmektedir. Irak devletinin yıkımı
yakın zamanda değildir 1991’de ülkenin kuzey ve kuzeydoğusunda Batı tarafından
korunan (Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararıyla) Kürt bölgesinin
kurulması gerçekleştirilmiştir. Uluslararası güçler, Osmanlı sonrası doğu Arap
dünyasını inşa ettiler. Sömürge yetkililerinin, sömürgecilerle işbirliği yapan
yerel seçkinlerin ve ardından bağımsız devlet yöneticilerinin, değişen
derecelerde başarıları ile gerçek devletler inşa etmeye çalıştıkları bölgesel
alanlar yaratmışlardır. Hiçbir Rus, Çinli veya Avrupalı lider, Ortadoğu
haritasının yeniden düzenlenmesi için uluslararası bir konferans önermemiştir.
Devletlerin kendileri kendi içinde parçalanabilir. Ortadoğu da ki kavgalar
kalacak gibi görünüyor. En azından resmi olarak ve uluslararası hukuk
açısından, Fransız ve İngilizlerin yaklaşık yüz yıl önce çizdiği sınırlar
içinde ne kadar kırılgan olursa olsun “Sykes-Picot” yaşamaktadır
”  F. Gregory Gause’un The Washington Post
gazetesindeki bu yazısı[4]
önümüzdeki yıllarda henüz ölmediğine inanılan hayalet antlaşmanın Türk
toprakları ve Orta Doğu üzerinde dolaştırılacağa benzemektedir. Dolayısıyla
Türkiye Cumhuriyeti Syks-Picot’un şu haritasını unutmamalıdır:

 

Önceki İçerikBitkiler, Otlar ve Mikroplar…
Sonraki İçerikVefatının 21. Yılı Vesilesiyle AHMET KABAKLI Hayatı, Fikriyatı ve Eserleri – 22