Prof. Dr. Niyazi Kahveci ile İslâmî Meseleler Hakkında Konuştuk.

147

Oğuz Çetinoğlu:  Şöyle bir iddia var:
Şekil ve sembolleri bolca kullanılan
dînî kelime ve kavramları ölçü alırsak, ilk bakışta dindarlaşma artıyor
zannederiz… Gerileme var
.’
Bu sözleri nasıl yorumlarsınız?

Prof. Dr. Niyazi Kahveci: Türkiye’nin kimlik üretme problemi
vardır. Kimlik üretemiyor. Bu sebeple başkalarının ürettikleriyle kimlik
edinmeye çalışıyor. Bunlardan biri dindir. Din, tanrı dahi olsa, başkasının
ürünüdür. Dinden kimlik olmaz, dinden din olur. Türkiye dini, din değil, kimlik
olarak kullanıyor. Ama bu dînî kimlikle dünya kamuoyunun önüne çıkamıyor.
Mesela kapalı kapılar ardında kapalı devre kendi aralarında dincilik yapıyor
ama açık kapılar önünde dinci olarak bilinmek istemiyor. Paradoks!

Çağımızdan önceki devirlerde
kimlik oluşturmak, başkasının ürünü olan din ve etnisite ile yapılıyordu. Şimdi
ise özgün felsefî ve ilmî ürünler üretmekle yapılmaktadır. Türkiye’nin kimliği,
başkalarından ithal edilen ürünlerle doldurulmuş İslâm ve Türklük gibi nominal
bir kimliktir. Topluma İslâm’ın ve Türklüğün ne olduğu sorusu sorulduğunda
cevap verememektedir.

Türkiye aksiyolojik değil,
fenomenolojik muhafazakârdır. Yâni değerlerle değil dış görünüş ve duyguya
dayalı sembol ve simgelerin muhafazakârıdır. Yâni motorla ilgilenilmemekte,
kaportanın düzgün olması için çalışılmaktadır.

Çetinoğlu:
Meseleye ilim açısından bakabilir miyiz?

Prof. Kahcevi: Bu konuda bilim ve felsefe perspektifinden söylenmesi gereken
o kadar çok şey var ki, hangisinden başlayacağımı bilemiyorum. Ama şunu
tespit edebiliyoruz ki Türkiye’de dindarlaşma değerlerle değil, şekillerle
görüntülerle alakalıdır. Düşünme işlemi yapmayıp fikir üretemeyen toplumlar, dînî
sembol ve simgelere yapışırlar. Bu dindarlaşma görüntüdedir, yâni fenomenaldir,
kaportayla sınırlıdır. Numenal yâni özle, motorla ilgili değildir. Motor,
düşünme işlemi ile çalışır. Sembol ve simgeler tanrı vergisi doğal duyu
organlarına hitap ederler. Halbuki günümüz, duygulara değil zihinlere hitap edilen
bir çağdır. Duygulara din adamları hitap ederler ve çok kolay bir iştir. Bu işi
yapmak için eğitime gerek yoktur.

Fikirlere fikir adamları hitap
edebilir ve çok zor bir iştir. Ülkemizin düşünürü yoktur. İşin daha kötüsü,
düşünlere hitap etmesi gereken ilahiyat profesörü akademisyenler dahi din
adamlarının yaptıklarını yapabiliyorlar, düşünürlerin yapması gereken işi
yapamıyorlar. Bir fikrî iktidarsızlıkları var ama haksız şekilde bu fikir
katmanının işgal ediyorlar. Bir profesör, şikâyet ettiği şeyin fikrî kuramını
ve paradigmasını ortaya koyması gerekir. Ama yapamıyor, çünkü düşünme işleminin
nasıl yapılacağını bilmiyor. Gerçi bu çok zor bir iştir. Kafa ile yapılabilir.
Zor işten kaçıp, Allah vergisi ağız gibi doğal aygıtlarla bu işi yapıyor. Yâni
elin oğlunun bugünkü binlerce filozoflarının bu işleri nasıl yaptıklarını
çalışsınlar, onlar da aynısını yapsınlar. Ama ne gerek var ki? Bunu yapmadan ve
bu yapmadıkları işin ağlamasını yapmakla ülkenin Diyânet İşleri Başkanlığı
gibi, en üst makamlarına gelebiliyorlar. İşte ülkeye en büyük ihânet,
sorumluluğu olan görevi yapmadaki acziyeti ve ihmali topluma ağlayarak
gidermeye çalışmaktır. Bu kişiler görev ihmâli yaptıklarından ve ülkeye görev
zararı verdiklerinden yargılanmalıdırlar.

Çetinoğlu: ‘Diyânet İşleri Başkanlığı,
vazifesini yapamıyor’ diyarsınız…

Prof. Kahveci: Bir DİB
Başkanının, ülkenin bir problemi üzerinde kafa ürünü bir kuramını gördünüz mü?
Göremezsiniz. Şimdi bir DİB Başkanının yaptıklarını analiz edelim. Üç haftalık
Kur’ân Kursu eğitimi ile yapılabilen pratisyenlik işlerini yapıyor. Mesela VİP
cenaze imamlığı, camide vaazlar, namaz kıldırmak, hutbe okumak gibi. Yâni
bunları yapsın diye mi kırk yıl bu millet onu profesör yapmak için para
harcamış?

Profesör DİB Başkanlarının
yaptıklarını analiz edelim. Ortaya yeni fikre dayalı paradigmalar ve kuramlar
koymaları gerekirken, bu acziyetlerini, ihmallerini ve iktidarsızlıklarını,
geçmişte üretilen sembol ve simgelerin dozajını ve alanını artırarak kamufle
etmeye, örtmeye, şehirleri köylere döndürmeye çalışıyorlar. Mesela ezanın ses
tonunu artırıyor, harfleri aşırı uzattırıyor, ortalığı cami ve minare
dolduruyor, köylerde ölüm haberini vermek için uydurulan salayı bütün
şehirlerde okutuyor. Cuma akşamları ve günleri saatlerce sala okutuyor. Halbuki
diriliş olan Cuma, ölümleştiriliyor. Tabîi diriliş yapmak kafa ila alakalı
lojik iştir, ölüm ise biyolojik bir iştir. Doğal aygıtlarla yapılır, kolay
iştir. Şimdi canı sıkılıp eline mikrofon geçiren kişi sala okuyorum diye
vakitli vakitsiz ortak alanda bağırıyor. Deşarj oluyor, tatmin buluyor. Yine
camilerin içi fikirle aydınlatılamadığı için, başkalarının hatta
gayrimüslimlerin icatları olan avizelerle, dışları da projektörlerle
aydınlatılıyor.

Toplum çelişkiler içerisindedir.
Mesela Türkçe müziği haram görür ama ezan ve Kur’ân’ın müziksiz okunmasını da
haram görür. Hatta Allah kelamını güfte ve beste malzemesi yapmada bir sakınca
görmez. Bunun ruhsatını Allah’tan almaya çalışmaz. Kendisi önce hareketi yapar,
sonra ona dinden meşruiyet bulur.

Çetinoğlu:
Devlet
adamının yanlışları, ‘devletin yanlışı
olarak yorumlanabilir mi?

Prof.
Kahveci:
Devletin de dinle ve çağdaşlıkla hattâ anayasasıyla
çelişkileri vardır. Bir çelişki sosyolojiktir: Mesela millet ve laiklik
kavramlarına göre bir ülkenin ortak alanları nötür olmak mecburiyetindedir.
Ülkenin ortak alanı bir dine, mezhebe, etnisiteye, sosyal ve ekonomik tabakaya
dayalı düzenlenemez. Tıpkı bir apartmanın ortak alanlarına, ondaki bir dairenin
zihniyetinin hâkim kılınması kanunla yasak olduğu gibidir. Kanunlarımız bunu
suç saymıştır. Ortak alanlar toplumun ortak yararına ve iyiliğine göre
düzenlenmek mecburiyeti vardır. Türkiye, ortak alanda dînî unsur olan ezanla
kolektif kimlik üretmeye çalışıyor. Bu, çağdaş millet ve laik bir ülkede
çelişkidir.

Çetinoğlu:
Ezan
hakkında söylediklerinizin, çan sesinden rahatsız olmayan, İslamiyet’e mesâfeli
kişilerin söylemleriyle örtüştüğü söylenebilir. Şüphesiz siz; ‘ezan okunmuyor, ezanın canına okunuyor
diyenler gibi nezâhet ve estetik arayışındasınız.

Röportajı önce yanlış yorumlara
sebebiyet vermemek için, ezan okumakla alakalı olarak söylediğiniz sözlere
açıklık getirir misiniz?

Prof.
Kaveci:
Din açısından ezan
okumak farz değildir
.’ Dedim. Farz olan namaz kılmaktır. Ezan namaz için
bir araçtır. Ama namazın ne farzlarından ne de sünnetlerindendir. Bu sebeple
Fıkıh kitaplarına göre ezansız namaz geçerlidir. Şimdi devlet sünnet dahi
olmayan ezanı devlet eliyle ortak alanda okutup herkese zorla dinletirken, farz
olan namazı zorlamıyor. İşte bu durum, çağdışılığın, çağdaş çözüm bulamaması
acziyetidir. Türkiye laik ve millî bir ülkedir. İslâm cumhuriyeti değildir.
İran, İslâm Cumhuriyeti olmasına rağmen, ezanları özel alanlar olan camilerin
içinde okutmaktadır, ortak alana taşırmamaktadır. Hakikaten bu durum bile
İran’da bir çeşit felsefenin varlığını gösterir. Bizim durum ise, ülkemizde
hiçbir çeşit felsefenin var olmadığının göstergesidir. Çağdaş çözümler
bulamıyoruz. Çağdaş sorunlar kafa ile alakalı meselelerdir. Onların çözümleri
ancak düşünme işlemi yaparak kafa ile çözülebilir ki maalesef bizde bu işlem
yapılamamaktadır.

Türkiye’de ne dindarlık ne de
medenîlik vardır. Yâni çağımız standartlarında sosyal insan olmak problemi
vardır. İnsan olmak da eğitimimizin hiçbir kademesinde öğretilmiyor. Öğretecek
kişi de yok. Öğretenlerde aynı problem mevcuttur. Mesele insan malzemesinin
kalitesidir.

Çetinoğlu:
Hocam,
hoşgörünüze güvenerek söylüyorum. İmam Hatip’li ve İhâliyatcı olarak
söyledikleriniz çok dikkat çekici hususlar… Salâ hakkında söyledikleriniz kabul
edilebilir olmakla birlikte, ezanla ilgili sözleriniz üzerinde durmak gerektiği
kanaatindeyim.  Bin dört yüz küsur yıllık
geleneğin devamına karşı çıkıyorsunuz. Türkiye bu iddiaları kaldıramaz.  Peygamber Efendimiz’in Bilâl-i Hâbeşî’ye ezan
okutması sünnettir. ‘Ezan okunmasına karşı mısınız?’ diye sormayacağım. Çünkü
karşı olmadığınızı biliyorum. Ancak, sizlerinizi; ‘Kahveci Hoca, ezana karşı
çıkıyor’ şeklinde yorumlayanlar mutlaka olacaktır.

Bu bahsi kapatıp bu röportajıon son
sorusunu sorayım:

Çevremizdeki
insanlara ve haklılık derecesi tartışılabilir iddialara bakarsak, ‘İnsanlarımızda sekülerleşmeye doğru bir
gidiş
’ olduğu söylenebilir. Bizi sekülerleştirmek isteyen dış güçler, iç
mihraklar var. ‘Sekülerleşme
kavramını açıklayarak değerlendirmelerinizi lütfeder misiniz?

Prof. Kahveci: Dış güçler bizi sekülerleştirmek istemezler. Çünkü
sekülerleşirsek çağdaşlaşırız ve ayıklanıp yok olup gitmeyiz. Bilakis bizim
dînî kalmamıza çalışıyorlar. Nitekim Atatürk’e düşman olmaları ve Atatürk’ten
sonraki laikliğin hâkimliğinde geçen bir asırda çağdaşlaşmamızı eğitim
sisteminde engellemeleri bundan dolayıdır.

Sekülerlik her şeyden önce bir
düşünüş biçimidir. Fakat bizim, düşünme ile işimiz olmadığı için sekülerliği
fikrî bazda algılayamıyoruz. Onu dînî ve siyâsî anlıyoruz. Çünkü bizde sâdece
siyâsî ve dînî algı kalıpları mevcuttur. O sebeple sekülerliği, bu kalıplara
dökerek, ‘din ile devlet işlerini
birbirlerinden ayırmak
’ şeklinde algılayabiliyoruz. Halbuki sekülerlik, 18.
asra kadar geçerli olan ve dînî düşünme adı verilen düşünüş biçimiyle değil,
insan aklı ile düşünmektir. Nötür ve objektif bir düşünmedir. Taraflı ve
sübjektif değildir.

Sekülerlik başta olmak üzere
bugünkü çağdaş sistemler Batılılar için de yeni sistemlerdir. 18. asra kadar
bunlar onlarda da yoktu. Bunları Batı toplumu da icat etmedi. Hasbelkader
Batı’da yaşamış olan düşünürler ve ilim insanları bunları icat etti. Batı
toplumu önceleri bu icatları kendisine, özellikle dinine yabancı gördüğü ve onu
korumak için bunları icat edenlerin bazılarını diri diri yaktı, kimilerini
zehirleyerek öldürdü, kimilerini hapsetti. Ama daha sonra bu yeniliklere adapte
oldu. Şimdi bu yeni değerlerle oluştu ve eskilerin muhafazakârlığının
mücâdelesini vermiyor.

Çetinoğlu: Teşekkür ederim
Hocam.

Konu
hakkında daha fazla ve Prof. Dr. Niyazi Kahveci hakkında bilgi edinmek
isteyenler için:
www.ulusaldemokrasienstitusu.org 

 

 Prof.
Dr. NİYAZİ KAHVECİ

Trabzon’a
bağlı Köprübaşı ilçesinin tanınmış bir köyü olan Yılmazlar Köyünde doğdu.
İstanbul Beşiktaş’ta büyüdü.

Amcaoğlu
olan Adnan Kahveci, Merhum Vali Recep Yazıcıoğlu ve Diyanet İşleri
Başkanlığı, YÖK üyeliği, milletvekilliği gibi sıfatları bulunan, Devlet
Bakanlığı yapan Mustafa Sait Yazıcıoğlu da bu köydendir ve akrabadırlar.

 

Niyazi
Kahveci İlk ve ortaokulu İstanbul’un Beşiktaş ilçesinde okuduktan sonra Fatih
İmam Hatip Lisesi’nden mezun oldu. Marmara Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi’nde lisans eğitimini tamamladı. İhtisasını Haseki Eğitim
Merkezi’nde yaptı.

 

İngiltere’de
Manchester Üniversitesi Sosyal İlimler Fakültesi Felsefe dalında master ve
doktora derecelerini aldı. Diyanet İşleri Başkanlığının her kademesinde görev
yaptı. TC Londra Büyükelçiliğinde diplomatik görevde bulundu. Anavatan
Partisi genel Başkan Yardımcılığı yaptı. Kırşehir Ahi Evran üniversitelerinde
İktisâdî ve İdârî İlimler Fakültesi’nde Dekan Yardımcısı, Adıyaman
Üniversitesi İslâmî İlimler Fakültesi’nde Dekan ve Rektör Yardımcılığı yaptı.
Hâlen Yıldız teknik Üniversitesi’nde öğretim üyesi olarak akademik hayatını
devam ettirmektedir.

 

Meslek
hayatı boyunca verdiği dersler: İnsan ve Toplum bilimleri, milletlerarası
İlişkiler, Felsefe, Sağlık Sosyolojisi, Ekonomi, Eğitim Felsefesi, Din
Kültürü ve Ahlâk Bilgisi, Sosyoloji, Siyâset Bilimi, Siyâsî Düşünceler
Târihi, Milletlerarası Politikada Din, Sosyal Yapılar ve Târihî Dönüşümler,
Din Sosyolojisi, Ahlâk Sosyolojisi, Gençlik Sosyolojisi, Bilgi Sosyolojisi.   

 

Millî ve milletlerarası bilgi şölenlerinde
sunulmuş çok sayıda Türkçe ve İngilizce tebliği ve ilmî makaleleri bulunan
Prof. Kahveci’nin kitap hâlinde yayınlanmış eserlerinden bâzıları: Mutezile
ile Şi’a Arasında Siyâsî Tartışma, Tevrat’ta Sosyal Düşünce, Tevrat’ta Siyâsî
Düşünce, İslâm Siyâset Düşüncesi, İniş Sırası ve Sebepleriyle Kur’ân-ı Kerim
Tercümesi, Kuran’ın İngilizce Tercümesi, Çağımızda Türkiye, Düşün ve Bilim
Alanları.

Önceki İçerikSaygıdeğer Yargıç ve Değerli Jüri Üyeleri
Sonraki İçerikKıbrıs…
Avatar photo
28 Kasım 1938 tarihinde Bafra’da doğdu. İlk ve ortaokulu doğduğu şehirde bitirdikten sonra Ankara Ticaret Lisesi ve Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nde okudu. İş hayatına Ankara’da muhasebeci olarak başladı. Ankara ve Karabük’te; muhasebeci, mali müşavir ve profesyonel yönetici olarak devam etti. İstanbul’da, demir ticareti ile meşgul oldu. SSCB’nin dağılmasından sonra Türk Cumhuriyetlerinde sanayi yatırımları gerçekleştirmek üzere çok ortaklı şirket kurdu. Şirketin murahhas azası olarak Azerbaycan’da ve Kırım’da tesis kurup çalıştırdı. 2000 yılında işlerini tasfiye etti. İş hayatı ile birlikte yazı hayatı da devam etti. İlk yazısı 1954 yılında Bafra’da yayımlanmakta olan Bafra Haber Gazetesi’nde başmakale olarak yer aldı. Sonraki yıllarda İlhan Egemen Darendelioğlu’nun Toprak Dergisi’nde, Son Havadis ve Tercüman gazetelerinde yazıları yayımlandı. Türk Ocakları Genel Merkezinin yayımladığı Türk Yurdu dergisinde yazdı. İslâm, Kadın ve Aile, Yörünge, Ufuk, Emelimiz Kırım, Papatya, Tarih ve Düşünce, Yeni Düşünce, Yeni Hafta, Sağduyu, Orkun, Kalgay, Bahçesaray, Türk Dünyâsı Târih ve Kültür, Antalya’da yayımlanan Nevzuhur, Kayseri’de yayımlanan Erciyes ve Yeniden Diriliş, Tokat’ta yayımlanan Kümbet, Kahramanmaraş’ta yayımlanan Alkış dergilerinde, Dünyâ ve Kırım’da yayımlanan Kırım Sadâsı gibi gazetelerde de imzasına rastlanmaktadır. Akra FM radyosunda haftanın olayları üzerine yorumları oldu. 1990 – 2000 yılları arasında (haftada bir gün) Zaman Gazetesi’nde köşe yazıları yazdı. Hâlen; Önce Vatan Gazetesi’nde, yazmaktadır. Oğuz Çetinoğlu; Türk Ocağı, Aydınlar Ocağı, ESKADER / Edebiyat, Sanat ve Kültür Araştırmacıları Derneği ve İLESAM / Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sâhipleri Meslek Birliği Üyesidir. Yayımlanmış Kitapları: 1- Kültür Zenginliklerimiz: (2006) 2- Dört ciltte 4.000 sayfalık Kronolojik Tarih Ansiklopedisi: (2008 ve 2012), 3- Tarih Sözlüğü: (2009), 4- Okyanusa Açılan Kapılar / Tefekkür Mayası Röportajlar: (2009). 5- Altaylardan Hira’ya Türk-İslâm Dostluğu: (2012 ve 2013), 6- Bilenlerin Dilinden Irak Türkleri: (2012), 7- Türkler Nasıl ve Niçin Müslüman Oldu: (2013), 8- Türkmennâme / Irak Türkleri Hakkında Bilmek İstediğiniz Her Şey: (2013). 9- Türklerin Muhteşem Tarihi: (Nisan 2014 ve Nisan 2015) 10- 115 Soruda Türk İslâm-Âlimi Mâtüridî (Röportaj): 2015) 11- Cihad – Gazi – Şehid: Kasım 2015. 12-Yavuz Bülent Bâkiler Kitabı (2016 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 13-Her Yönüyle Kâzım Karabekir (2017 Mehmet Şadi Polat ile birlikte) 14-Dil ve Edebiyat Dergisi / İlk 100 Sayı Bibliygorafyası (2017 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 15-Büyük Türk İslâm Âlimi Serahsî (2018), 16-Âyetler ve Hadisler Rehberliğinde Kutadgu Bilig’den Seçmeler (2018), 17-Edib Ahmet Yüknekî ve Atebetü’l-Hakayık (2018), 18- Büyük Türk İslâm Âlimi Mâtürîdî (2019), 19-Kâşgarlı Mahmud ve Dîvânu Lugati’t-Türk (2019). 20-Duâ / Huzura Açılan Kapılar. (2019) 10-Yesevi Yayıncılık, 12-Yakın Plan Yayınları, 13-Boğaziçi Yayınları, 14-Dil ve Edebiyat Dergisi, diğer kitaplar Bilgeoğuz Yayınları tarafından yayımlanmıştır.