Sorumluluk
nerede başlar, nerede biter? Herhalde hukukun temel sorularından biridir bu. Bu
soruya anekdotlarla cevap veremezsiniz. Hemen söylenir: Fırat kıyısında bir
koyun boğulsa bunun hesabı Ömer’den
sorulur. Bunu bilmek ve söylemek, sorumluluk meselesini bugün nasıl çözeceğimizi göstermez. Sadece Hazreti Ömer’in olağanüstü
güzel ahlakına ve mesuliyet
duygusuna işaret eder. Olağanüstü, çünkü
o gün de bugün de böyle düşünüp hisseden, bu derece kontrolü dışındaki bir olaya engel olamadığı için üzülen yönetici olağan değildir.
Bırakınız anekdotları, kıssaları… Yanlış söyledim, bırakmayınız da bugün ne yapacağımızı düşünün;
onları bugünün problemlerine nasıl
uygulayacağımızı düşünün. “Yaaa,
ne günlerdi o günler!”
deyip dizinizi dövmenin bugüne
yararı yok. Kaldı ki o günler de mükemmel günler değildi. İnsan her yerde ve her zaman
insandır. Dört halifeden üçü katledildi biliyorsunuz; Hz.
Ömer dâhil.
Yetki sorumlulukla birlikte gelir
Kim neden sorumludur? Belki en basit cevabı: Yetkili,
yetkilerinden sorumludur. Siz neleri yapmaya yaptırmamaya yetkiliyseniz, işte
tam da o şeylerden sorumlusunuz. Her şeye yetkili yöneticiler de nasıl kaçmaya çalışırlarsa
çalışsınlar, her şeyden sorumludur.
Yaptıklarınızdan sorumlusunuz muhakkak. Fakat yapmanız
gerekirken yapmadıklarınızdan da sorumlusunuz. Sorumluluk kelimesi yerine bazen
suç kelimesi de kullanılır. Yaptıklarınızdan doğan sorumluluğa, icra suçu
denir. Yapmanız gerekenleri yapmamanızdan kaynaklanan suça da ihmal suçu. Uğur
Mumcu’nun dediği gibi, sadece
konuştuklarımızdan değil, konuşmadıklarımızdan da sorumluyuz. Nihayet: Yalnız
yapmak yetmiyor. Yaptırmamak da lâzım.
Yönetici, bir yerlere birilerini tayin yetkisine sahipse ve
bu tayin, kendisinden başka hiçbir kişi ve makamın denetiminde değilse; o zaman
tayin ettiği insanın da icra ve ihmalinden o sorumludur. Hele o insanın suçu
ortaya çıktığında onu kapıya koymayıp başka bir makamla ödüllendirmek, o sorumluluğu, o suçu katlar. Artık
dolaylı değil, doğrudan suça iştiraktir bu.
Birilerini mi işaret ediyorum? Evet, ama tek kişiyi değil. Bu
arada kere, ard-arda zuhur eden, Türk
devletinin temellerine, Cumhuriyet’e,
Atatürk’e lanet okuyan müftüleri, imamları da
kastediyorum. Görevden alınıyorlar ve aynı derecede, bazen daha yüksek görevlere
getiriliyorlar. Yaptıklarından kendileri sorumludur muhakkak. Ama onları tayin
eden de sorumlu. Tekrar tayin edince onun yaptığına ortak oluyor.
Peki, bir imam imam oluncaya, hele bir müftü,
müftü oluncaya kadar hangi basamakları tırmanır? İşte o
basamakların her biri, onu o unvanlara layık bulanların her biri de sorumludur.
Fırat kıyısındaki koyundan sorumluluk hisseden Hazreti Ömer’den kat be kat daha sorumludur. Bu olaylar bir-
iki- üç diye arttıkça, o tayinleri
yapanların sorumluluğu da aynı oranda artar. Sonunda ortaya kasıt çıkar.
Bilmeyerek değil bilerek suç işlemektir bu. Taammüden. Ve sorumluluk zincirleme yukarı doğru uzanır.
Tayin edenin sorumluluğu, tayin edeni tayin edenin sorumluluğu…
Yetki aldım diye sevinenleri anlamak çok zor. Yetkisinin üstüne yetki isteyenleri de. Yetki belalı iştir. Her
yetkilenmenizde o kadar da sorumluluk alırsınız. Yaptıklarınızdan sorumlusunuz,
yapmadıklarınızdan sorumlusunuz. Tayin ettiklerinizin, yönettiklerinizin
yaptıklarından da yapmadıklarından da…
Bu yüke ancak aldığınız yetkinin önce
topluma, sonra da size katkısının yüzü suyu hürmetine katlanılabilir.
Fırat’ın bugünkü koyunları
Bu değerlendirmem katiyen diyanetle sınırlı değil. Maalesef
son zamanlarda yapılıp yayımlanan yüksek
lisans ve doktora tezlerinde, akademik terfilerde de aynı aksamaları açıkça görüyorum. Birçok tezde Türkçe tahammül sınırlarının dışında bozuk. Bundan muhakkak ki o
tezi yazan sorumlu. Fakat tezin kabul eden unvanlı kişilerin hiç mi günahı yok. Hoş görülemez hataları hoş görenlerin
hiç mi suçu yok? Türkçe
yanlışlarını dil hassasiyeti olan herkes görebilir. Peki, bilim içeriğindeki
yanlışları? İntihalleri? Atıf hatalarını? Bilgi hatalarını. Yapan sorumlu.
Fakat tezin kapak sayfasına imza koyan ve o tezden ötürü
ek ücret alanlar da sorumlu.
Yalnız tez jürileri
değil. O kişiye o noktaya gelinceye kadar adım adım diploma verenler de öğretmesi
gerekenleri öğretemeyenler de. Doğru Türkçe
yazmanın eğitiminin büyük kısmı, ilk ve orta öğretimde
bitmelidir. Doçentlik veya profesörlükte
değil.
En acısı da bir doktora veya yüksek lisans tezinde gördüğüm
vahim hataları yapan kişilerin bir süre
sonra profesör unvanıyla karşıma çıkması.
Dervişin fikri neyse zikri de odur. Ben akademisyenlikle
ilgili konuları yazıyorum. Dostlarımın her biri, kendi alanlarında olan biteni
de aynı gözle bir süzsünler bakalım. Süzüyorlardır da eminim. Ben değerli dostlar
edinebilmekle mükâfatlandırılmış
biriyim.
İşte 21. asrın Fırat’ı
ve onun kıyısındaki koyunları bunlardır. Ve bu sorumluluk, Hazreti Ömer’inkinden daha dolaysız, daha
açık ve yakındır. https://millidusunce.com/sorumlusunuz/