Hayalet Çocuklar

163

Bir yıldır yaşadığımız küresel salgın, oldukça sıra dışı
uygulamaları beraberinde getirdi. Bunlardan biri de uzaktan eğitim; ya da diğer
adıyla canlı ders.

İnternet üzerinden yapılan ve eş zamanlı karşılıklı ses ve
görüntü aktarımı sağlaması özelliği ile uzaktan eğitimin, yüz yüze eğitimin
tahtını sarsacağı, öğretmenlik mesleğinin de tarihe karışan meslekler arasında
yerini alacağı şeklindeki tartışmalar aslında yeni değil. En azından klasik
sınıf düzeni ve ders anlatış şekillerinin yok olmaya mahkûm olduğu fikri belki
de yarım asırdır tartışılmaktadır.

“Her yerde, herkes için ücretsiz eğitim- Dünya Okulu”
fikriyle ortaya çıkan ve bu fikrini kitaplaştırıp, başarılı bir youtube
kanalıyla da pekiştiren Salman Khan’ın çalışmalarından itibaren daha ciddi
tartışılır oldu uzaktan ders konusu. Bahsi geçen proje ve internet sitesinin en
büyük bağışçılarından birinin Bill Gates olduğunu belirtip komplo teoricilerine
de tadından yenmez bir malzeme sunduktan sonra asıl konumuza dönelim.

Tam ucundan köşesinden, deneyelim mi denemeyelim mi, olur mu
olmaz mı diye düşünürken; 2019 yılının Mart ayı itibariyle dünyanın birçok
ülkesinde olduğu gibi bizler de bir anda kendimizi bu bilim kurgu rüyasının (kâbus
mu demeliydim?) içinde bulduk.

Kameralarımızı kurup, mikrofonları ayarlayıp ekranların
karşısına geçince yaşadığımız heyecan ve kaygının boyutunu tarif etmek
gerçekten imkânsızdı. Kaygılıydık çünkü sınıf ortamı kadar etkili olabileceğine
inanmıyorduk. Zamanla bunun “sihirli” bir şey olduğunu, öğrenen-öğreten
ilişkisinde ortak mekânda bulunma zorunluluğunun kalkmasının “harika” olduğunu
gördük. Karikatürlere konu olan üstte takım elbise, altta ekoseli pijama ve
pofuduk terlik, yanında buharı tüten kahve ile ders anlatmak… Rüyaydı gerçek
oldu.

Anın büyüsüne kapılıp sürece katılma imkânı olmayan
dezavantajlı çocukların orada olmadıklarını bir süre fark etmedik. Önceki yazım
bu fark edemediğimiz ve tüm paydaşlar olarak yok saymaya devam ettiğimiz kayıp
çocuklar hakkındaydı.

Kabul edelim sadece derslere katılmak için bile aşılması
gereken çok fazla engel var. Bu engelleri aşamayan ve istese de sürece dâhil
olamayan çocuklarımız olduğu gerçeğini asla göz ardı edemeyiz. Salman Khan
hocamızın sloganındaki “herkes için” ve “ücretsiz” ifadeleri biraz havada kalıyor
sanki. Hatta internetin “her yerde” çekmesi meselesi… Neyse bu tartışmalara
girmeyeceğim.

Varsayalım ki anne babalar, çocuklarının bütün temel
ihtiyaçlarını karşılayabildi ve onları “sınıf ciddiyetinde” cihazlarının
karşısına oturttular. İş burada bitiyor mu? Yoksa tehlike yeni mi başlıyor?

Belki de çocuğunuz, ya da dersinizdeki öğrenciniz bir
hayalet öğrencidir. Hayalet öğrenci mi? Bu da nereden çıktı şimdi?

Kendi derslerimden yaptığım gözlemler, öğretmen arkadaşlarım,
öğrenci -bazıları inanılmaz dürüst ve cesur oluyor- ve velilerle yaptığım
çeşitli görüşmelere göre, öğrencilerin önemli bir kısmı, görünürde sabah erken
kalkmış, kahvaltılarını yapmış, saçlarını tarayıp güzelce giyinmiş, defter ve
kitaplarıyla cihazının karşısına oturmuş hatta kameralarını da açmış olsalar
bile aslında orada olmuyorlar.

Ne kadar güzel sessiz sessiz (bu sessizlik konusunu sonra
tartışalım) öğretmenini dinliyor zannettiğiniz çocuğunuzun aslında en sevdiği
oyunu oynuyor olmadığından ne kadar eminsiniz? Ya da sevdiği bir diziyi takip
etmediğinden? Ya da hadi biraz iyi niyetli olalım ilgisini çeken ama o andaki
dersiyle ilgisi olmayan bambaşka bir şeyi derinlemesine öğrenmediğinden?

Dijital mülteciler grubundan biri olarak benim yaşıtım ve
yukarısının meseleye vakıf olması biraz zaman alabilir. Öyle de oldu.

İnternet üzerinden görüntülü konuşma imkânı veren iletişim
araçlarının ses ve görüntüleri kapatılabiliyor. Kapatılmasa bile aynı anda
başka programlar, sayfalar açılabiliyor. Bu hepimizin bildiği bir şey. O kadar
da teknoloji cahili değiliz.

Öğretmen heyecanla dijital dünyanın power point gibi
inanılmaz karmaşık ve ilgi odağı araçlarını kullanarak, hayranlık uyandırıcı
aydınlanmalara yol açtığını zannederken; eş zamanlı olarak çocuklar müthiş
heyecanlar içerisinde levellardan levellara* koşup, takımlar kurup dünyanın
bambaşka ülkelerinde kendisiyle birlikte ders dinleyen(?) başka yaşıtları ya da
yaşıtı olmayan bireyler ile son derece eğlenceli, dopamin** bombardımanlı
dakikalar geçirebiliyorlar.

Üzülerek söylüyorum ki dijital yerli evlatlarımız bu
özellikleri daha iki ya da üçüncü derste çoktan çözmüş ve kullanmaya
başlamışlardı bile. Bunları fark etmeleri için de dahi olmaları gerekmiyor.

Uzaktan derslerin başlamasıyla birlikte çocuklar arasında,
özellikle online oynanabilen ve oyun içi sohbet ve arkadaşlık imkânı veren
oyunların oynanma oranında tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de adeta patlama
yaşandı.

Bu çocukların büyük bir kısmı derslerine büyük oranda devam
ettiler. Tek bir farkla, öğretmen onlara bir soru sorduğunda dersin sesi
onlarda kapalı olduğu için arkadaşları özel mesajla uyardılar. Onlar da
arkadaşları aracılığıyla kendisinin mikrofonunun ve kamerasının bozuk olduğunun
söylenmesini istedi.  

Eğitim masalımızda da böylece herkes mutlu mesut yaşadı.
Öğretmen katılımı yüksek dersler yaptı, öğrenci bütün derslerine katıldı, okul
ise eba istatistikleri ile rekor üstüne rekorlar kırarak gözde okullar
arasındaki yerini korumaya devam etti. İstatistikler açısından bakıldığında
zaten ülke olarak dünyada ilk beşteyiz.

Ne mutlu bize.

Biliyorum çözümü soracaksınız. Ben de bilmiyorum. Ancak şu
kadarını söyleyeyim, 18. Yüzyıldan kalma yöntemlerle 21. Yüzyılın yerlilerini
“adam” edemeyeceğimiz konusunu olabildiğince çabuk kavramalıyız. Bu kavrayış,
çözüme giden yolda ilk ve en önemli adım olacaktır.

Sonra yapılan faaliyetlerin adını değiştirmekle devam
edelim. Eğitim değil, öğretme değil, öğrenme…

Öğrenme öğrenen kişinin gönüllü, istekli ve aktif olarak
yürüttüğü bir süreçtir. Diğer her şey öğrenene yardımcı, destekleyici, belki en
fazla yol göstericidir.

Bu bir şaka değil, Milli Eğitim Bakanlığı ismi acilen Milli
Öğrenme Bakanlığı olarak değiştirilmelidir. İsim değişikliği yetmez paradigma
değişiminden bahsediyorum. Bakış açımızı da bu isimle birlikte değiştirdikten
sonra, sistemin bütün unsurlarını acilen teker teker gözden geçirip
güncellemeliyiz.

Çocukların birer öğrenene dönüştürülmesi için yeni, yeni
olması yetmez geleceğe dönük, yöntemler ve araçlar geliştirmek zorundayız.

Yarın çok geç olabilir demeyeceğim.

Çünkü çok hızlı geliyor artık gelmekte olan. Ve uyanmamakta
ısrar edersek gelecek bizi delip geçecek.

 

*Level: Dijital oyunlarda başarı düzeyinizi ölçen seviye.

**Dopamin: Beyinde salgılanan haz kimyasalı.