“Türk” ve “Atatürk”süz Türkiye Olmaz, Olamaz

99

“Türk” ve “Atatürk” düşmanlığı,
Osmanlı İmparatorluğu’nun tarih sahnesinden çekildiği ve Türkiye Cumhuriyeti
devletinin kurulduğu gün başladı ve bugüne kadar devam ediyor. Cumhuriyet’in
kurulduğu gün, bu yeni Türk devletine karşı çıkanlar; Saltanat ve hilafet
fanatikleri, İstiklâl Harbi’ne karşı çıkanlar, düşmanla işbirliği yapanlar,
Milli Mücadele’yi teşkilatlandıran Atatürk ve diğer Kuvva-yı Milliyecilerin
idamına fetva verenler, iç isyanlar çıkaranlar, asker kaçakları, bu fillerinden
dolayı İstiklâl Mahkemelerinde yargılanıp ceza alanlar, ümmetten millete geçişi
hazmedemeyenler, kapatılan tekke ve zaviyelerin cemaatleri, inkılaplara karşı
çıkanlar, çağdaş hayat tarzını benimsemeyenler ve Türklüklerinden şüphe
edenlerdir.  Bugün de aynı düşmanlığı
sürdürenler onların torunlarıdır.

                 Son 15 günde peş peşe meydana gelen olaylar,
maalesef kuruluşundan bu yana Türkiye Cumhuriyeti devletinin milli kimliğiyle
mücadeleye başlayan  “Türk” ve “Atatürk”
düşmanlarını sevindirecek boyutlara ulaşmıştır. Bu olayları panoramik olarak şöyle
bir gözden geçirelim.

                “Türk”
ve “Atatürk” düşmanlarını sevindiren ilk gelişme, 1933 yılında dönemin Milli
Eğitim Bakanı Reşit Galip tarafından yazılan ve Atatürk’ün onayıyla o tarihten
itibaren her sabah ilkokullarda 2013 yılına kadar okutulan Öğrenci Andı’nın, 2018
yılında okullarda yeniden okutulmasına karar veren Danıştay 8. Dairesi’nin
kararı, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu tarafından bozuldu.  Bu karar sonrası okullarda artık Andımız
okunmayacak. Fakat Andımız, kuruluşundan bu yana KKTC’de okutulmaya devam
ediliyor.

                Çocuklarımız
80 yıl okudukları Öğrenci Andı’nda ne diyorlardı: ““Türk’üm, doğruyum,
çalışkanım. Yasam, küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak, yurdumu, milletimi
özümden çok sevmektir. Ülküm, yükselmek, ileri gitmektir. Ey Büyük Atatürk!
Açtığın yolda, gösterdiğin hedefe durmadan yürüyeceğime ant içerim. Varlığım
Türk varlığına armağan olsun. Ne mutlu Türk’üm diyene!”

                Andımız,
yeni yetişen Türk çocuklarına milli kimliğini, ahlaki değerlerini, devletimizin
kurucusu Atatürk’ün gösterdiği milli hedeflerini hissettirmek ve benimsetmek
amacıyla okutulan milli bir yemindir. İmparatorluktan milli devlete geçişin
temsilcisi olan Türkiye Cumhuriyeti’nde milli kimlik bilincinin oluşmasında ve
milli motivasyon sağlanmasında en önemli metindir. Özellikle küreselleşmenin
milli devletleri tehdit ettiği bir dönemde okunması daha da önemlidir. Başta
ABD olmak üzere birçok devlette bu tür bağımsızlık yeminleri okullarda
öğrencilere okutulmaktadır. Andımız, ırkçı bir söylem değil, üst kimliğimiz
olan Türklükten gurur duyduğumuz dünyaya haykıran milli bir benttir.
Okutulmaması yanlış ve tehlikeli bir karardır.

                Bununla
kalınmadı, ardından Danıştay 10. Dairesi tarafından alınan kararla, devlet
madalyalarından Atatürk kabartması çıkarıldı. Devlet Nişanı, Cumhuriyet Nişanı,
Liyakat Nişanı’nda bulunan Atatürk kabartması, 15 Aralık 2013 tarihinde
yönetmelikte yapılan değişiklikle kaldırılmıştı. Türk Kamu Sen, bu yönetmelik
değişikliğinin iptali için Danıştay’a dava açtı. Danıştay nişanlarda Atatürk
kabartmasının kullanılmasını öngördü. Bunun üzerine Cumhurbaşkanlığı karara
itiraz etti, temyize gitti. Danıştay İdari Daireleri Kurulu 2019’da 10.
Daire’nin kararını tek oy farkla yerinde 
buldu ve Atatürk’ün devlet madalyalarında kalmasına karar verdi. Şimdi
ise yine başa dönüldü ve Danıştay kararıyla madalyalara konulan Atatürk
kabartması yine kaldırıldı. Sözcü gazetesi yazarı Saygı Öztürk, bu konudaki
yazısında, emekli bir Danıştay üyesinden aldığı bilgiye göre, “Atatürk
kabartmasının devlet madalyalarından Arapları rahatlatmak için çıkarıldığını”
belirtti. Eğer bu gerçekse daha üzüntü verici. Yüz yıllarca Osmanlı
imparatorluğu egemenliği altında yaşayan, 1. Dünya Savaşı’nda İngilizlerle
işbirliği yaparak Türk askerini arkadan vuran Arapların milli ve modern bir Türk
devleti kuran Arapların Atatürk’ü sevmemesini anlayabiliriz. Ama bizim bağımsız
bir devlet olan Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu önderimizi istememesine uygun
davranması çok çok üzücü.

                Bu
kararların ardından Tekirdağ’ın Marmara Ereğlisi ilçesinin Yeniçiftlik
Mahallesi’ndeki Nizamettin Demirdöven İlkokulu’nun bahçesinde bulunan Atatürk
büstü kaidesine ve okul duvarlarına kimliği belirsiz kişiler tarafından “Allah
put yapmayı yasakladı. Müslüman put yapmaz, Atatürkçülük putperestliktir”
yazıldı ve çekiçle Atatürk büstüne zarar verildi. Olayın ardından Yeniçiftlik
Belediye Ortaokulu’ndaki Atatürk büstünün üzerine yazılar yazıldığı ve Opet
Anadolu Lisesi’ndeki Atatürk büstüne kova geçirildiği, büstün üzerine
“Firavun, put” yazıldığı tespit edildi. Bu planlı ve organize
saldırılar, Atatürk üzerinden onun kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı yapılan
saldırılardır.

                Gelişmeler
bununla da kalmadı. 2001 tarihli Harp Okulları Yönetmeliği ve 2003 tarihli
Astsubay Meslek Yüksek Okulları Yönetmeliği yürürlükten kaldırıldı. Yeni
hazırlanan Milli Savunma Üniversitesi Harp Okulları Yönetmeliği ile Milli
Savunma Üniversitesi Astsubay Meslek Yüksekokulları Yönetmeliği’nde, Harp Okulları
ile Astsubay Yüksekokulları’na giriş şartlarında dikkat çeken bir değişiklik
yapıldı. Önceki yönetmeliklerde giriş şartları arasında bulunan “irticai ve
bölücü görüşleri benimsememiş veya bu faaliyetlere karışmamış olmak” hükmü
kaldırıldı. Bunun yerine bu okullara giriş için “terör örgütlerine veya milli
güvenliğe karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen gruplara üyelik, iltisak
ya da irtibatı bulunmamak” şartı getirildi. Harp Okulları ile Astsubay
Yüksekokulları’na giriş şartlarından “irticai ve bölücü görüşleri benimsememiş
veya bu faaliyetlere karışmamış olmak” hükmünün kaldırılmasını değerlendiren
bazı emekli komutanlar,  bu adımın
tehlikeli sonuçlara yol açma riski bulunduğunu vurgulayarak  “Bu değişiklikle tarikatların, cemaatlerin
Harp Okulları’na ve  Astsubay
Yüksekokulları’na girişinin önü yasal olarak da açılmış oluyor” dediler.  Demek ki, geçmişten hiçbir ders çıkarılmamış,
bu yönetmelik bunun itirafı niteliğindedir.

                Bunların
ardından Milli Savunma Üniversitesi bünyesindeki SUTASAK (Subaylık Temel
Askerlik ve Subaylık Anlayışı Kazandırma Kursu) ve  ASTTASAK (Astsubaylık Temel Askerlik ve
Astsubaylık Anlayışı Kazandırma Kursu) yönergelerinden ve müfredatından
Cumhuriyetin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün adı ve ilkeleri çıkarılmıştır. Önceki
yönergelerde 8 ayrı yerde Atatürk adı, ilkeleri yer alırken, üniversitede son
şekli verilen ASTTASAK ve SUTASAK yönergelerinden Atatürk adı tamamen
çıkarılmış ve “Hizmete Özel” kaydı ile uygulamaya konulmuştur. Yönergelerin
eski hali şöyleydi: “Subay ve Astsubaylık Eğitimi Kazandırma Eğitiminde amaç,
subay ve astsubay adaylarının  görevlerini
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ve Anayasamızın temelini teşkil eden Atatürk ilke
ve devrimleri doğrultusunda çağdaş ve bilimsel yaklaşımla kavrama ve yerine
getirme yeteneği kazandırılmasıdır.” Subay ve astsubay eğitimini düzenleyen yönergelerden
“Atatürk ilke ve devrimleri doğrultusunda” cümlesinin çıkarılmasının amacı
nedir, bir eğitimci olarak anlamış değilim.

                “Türk”
ve “Atatürk” düşmanlarını sevindiren gelişmeler bunlarla da kalmadı. Son olarak
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın aldığı karar doğrultusunda bazı yerel korolardan
“Türk” adı çıkarıldı.    Kültür
Bakanlığı’nın aldığı kararla, İstanbul’daki Devlet Türk Halk Müziği Korosu’nun
adı İstanbul Halk Müziği Araştırma ve Uygulama Korosu Müdürlüğü,
Şanlıurfa’daki Devlet Türk Halk Müziği Korosu’nun adı Şanlıurfa Sıra
Gecesi Müzik Topluluğu,  Edirne’deki
Devlet Türk Müziği Topluluğu’nun adı Edirne Rumeli Müzikleri
Topluluğu,  Diyarbakır’daki Devlet
Klasik Türk Müziği Korosu’nun adı Diyarbakır Medeniyetler Müziği Korosu, Elazığ
Devlet Klasik Türk Müziği Korosu Müdürlüğü’nün adı “Elazığ Kürsübaşı Müzik
Topluluğu Müdürlüğü” olarak değiştirildi. Müzik toplulukları ve korolardan “Türk”
adının çıkarılması ile ilgili değişiklik, Güzel Sanatlar Genel Müdürü Murat
Salim Tokaç’ın 23.03.2021 tarihli yazısına Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın onay
vermesinin ardından gerçekleştirildi.

                “Türk”
ve “Atatürk” adına bu kadar düşmanlığın sebebi nedir? İlkokullardan, Harp
Okullarından,  yönetmeliklerden ve
korolardan “Türk” ve “Atatürk” adını çıkarınca Türk’ü ve Atatürk’ü yok
edeceğinizi mi sanıyorsunuz? Bunu 1. Dünya Savaşından sonra dünyanın bütün
emperyalist süper güçleri denedi, fakat başarılı olamadı, Türk’ü ve Atatürk’ü
mağlup edemedi. Devletin bütün kurumlarından Türk’ün ve Atatürk’ün adının birer
birer çıkarılmasından “Türk” ve “Atatürk” düşmanlarının sevinmesini doğal
karşılıyorum. Çünkü kuyruk acıları var. Fakat yıllardır Türk milliyetçisi
olduğunu iddia eden bazı siyasi partiler ve sivil toplum kuruluşlarının bu
gelişmeler karşısında suspus olmasını bir türlü anlamıyorum.

                Son
sözümün ilki “Türk” ve “Atatürk” düşmanlarına: 
“Türk” ve “Atatürk” adını nereden çıkarırsanız çıkarın, hayalinizdeki
Türkiye’ye ulaşamayacaksınız. İkinci sözüm Türk milliyetçisi ve Atatürkçü
olduğunu iddia edenlere: “Arkadaşlar, titreyin ve kendinize gelin. Türkiye’nin
şu anda doğru dürüst, Müslüman devletler dâhil, dostu ve komşusu yok. Ülkemiz
kuzeyinden güneyinden, doğusundan batısından kuşatılmış durumda. Başta ABD
olmak üzere süper devletlerin tehdidi altında. Aklınızı başınıza toplayın,
ülkemize, milletimizin adına ve devletimizin kurucusu Atatürk’ün hatırasına
sahip çıkın. Çünkü başka Türkiye yok.”

                Ve
son olarak diyorum ki, ne yaparsanız yapın başaramayacaksınız, “TÜRK” VE
“ATATÜRK”SÜZ TÜRKİYE OLMAZ, OLAMAZ…..

Önceki İçerikTürk’ün Türk’ten Başka…
Sonraki İçerik“Türksüz Türkiye Projesi” Devam Ediyor
Avatar photo
Bulgaristan göçmeni bir ailenin oğlu Sâkin Öner 05.10.1947 tarihinde Denizli ilinin o zaman Çal ilçesine bağlı bulunan Dedeköy bucağında doğdu. Bugün Dedeköy 'Baklan' adıyla Denizli'ye bağlı bir ilçedir. Babası Emniyet Komiseri merhum Celalettin Öner, (1922-16.12.1970) annesi Denizli'nin Honaz ilçesinden ev hanımı merhume Ulviye Öner (Akkuş)'dir. Annesi 1951yılında vefat etmiştir. Babası 1953 yılında Polis Memuru olarak görev yaptığı Aydın ilinin Nazilli ilçesinde Zarife Öner (Meriçoğlu) ile ikinci evliliğini yapmıştır. Sakin Öner 1951-1953 yılları arasında Dedeköy (Baklan)'da dedesinin ve babaannesinin yanında kalmıştır. İki yıl köy ortamında kalan Öner, burada kırsal kesimdeki Türk insanının yaşantısını, gelenek ve göreneklerini, zengin halk kültürünü tanıma imkânını bulmuş ve bu döneme ait izler şiirlerine ve yazılarına yansımıştır. ÖĞRENİM HAYATI Babasının memuriyeti sebebiyle 1954-1955 der yılında Manisa'nın Kırkağaç ilçesinde başladığı İlkokul hayatı; Manisa'nın merkezinde devam edip Afyon'un Sandıklı ilçesinde tamamlandı. 1959-1960 Öğretim yılında Sandıklı Ortaokulu'nda başlayan ortaokul tahsili, Bandırma'da devam edip Van'da tamamlandı. Lise'ye Van'da başlayıp Yozgat'ta tamamladı. 1965 Haziranında girdiği Üniversite Giriş sınavı sonunda birinci tercihi olan İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni kazandı. Burada öğretimini sürdürürken Babıâli'de Sabah Gazetesi'ne muhabir olarak çalıştı. 1966 yılında Bugün Gazetesi'ne teknik sekreter olarak transfer oldu. Bu arada Hukuk Fakültesi'nden ayrıldı. 1967'de yeniden girdiği Üniversite Giriş İmtihanı'nı kazanarak İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'ne kayıt oldu. 1967-1972 yılları arasında bu bölümde okudu. Bu süre içinde dergicilik, kitapçılık ve yayıncılık yaptı. 1972 yılı Şubat ayında diploma aldı. Babasının vefatı sebebiyle Denizli iline tâyinini istedi ve aile fertlerinin sorumluluğunu üstlendi. 1981 yılında doktora çalışmalarını başlatan Öner, 1987 yılında doktora yeterlik sınavını verdi. Ancak, idarî görevleri sebebiyle doktora çalışmalarına uzun süre ara vermek mecburiyetinde kaldığından, 2003 yılında Türk Dili ve Edebiyatı Doktoru oldu. MEMURİYET HAYATI Denizli Lisesi Edebiyat Öğretmeni olarak memuriyet hayatına başladı. 17.02.1973 tarihinde Denizli ilinin Acıpayam ilçesi Darıveren bucağında Fidan Oymak ile evlendi. 1975 yılı Temmuz-Ekim ayları arasında İzmir-Bornova'daki Topçu Taburu'nda kısa süreli askerlik görevini yaptı ve Topçu Asteğmen olarak terhis oldu. Memuriyet hayatı; İstanbul Atatürk Eğitim Enstitüsü'ne Müdür Yardımcısı ve Edebiyat Öğretmeni, Tahakkuk Müdür Yardımcısı ve Türkçe Bölümü Öğretim Görevlisi, Sinop Lisesi'nde edebiyat öğretmeni olarak devam etti. Çalışma şartlarının uygun olmaması ve ailesinin İstanbul'da kalması sebebiyle, çok sevdiği meslek hayatına Mayıs 1977 tarihinde istifa ederek İstanbul'daki günlük Hergün Gazetesi'nde önce Haber Müdürü sonra da Yazı İşleri Müdürü oldu. 01 Ocak 1980 tarihinde yeniden öğretmenlik mesleğine dönek için başvurdu. Görev emri gelinceye kadar büyük düşünür ve yazar S. Ahmet Arvasi'nin kurduğu Türk Gençlik Vakfı'nın müdürlüğünü yaptı ve bu vakfın yayın faaliyetlerini yürüttü. 23.03.1970 tarihinde İstanbul Kız Lisesi'ne tâyini çıktı. 07.04.1980 tarihinde İstanbul Şehremini Lisesi'ne Edebiyat Öğretmeni ve müdür yardımcısı oldu. 13.12.1982'de İstanbul Pertevniyal Lisesi'ne Edebiyat öğretmeni olarak nakledildi. Bu okulda 23.08.1983'te Müdür Başyardımcısı oldu. 05.12.1984'te de İstanbul Behçet Kemal Çağlar Lisesi'nde Müdür olarak vazifelendirildi. 27.06.1987 tarihinde İstanbul Millî Eğitim Müdürlüğü'ne Müdür Yardımcısı olarak görevlendirildi. 16.10.1992 tarihinde Vefa Lisesi Müdürlüğü'ne. 29 Haziran 1995 tarihinde ikinci defa İstanbul Millî Eğitim Müdür Yardımcılığına, 01.07.1998 tarihinde Vefa Lisesi camiasının umumi isteği üzerine ikinci defa Vefa Lisesi Müdürlüğüne, 18.08.2010 tarihinde İstanbul lisesi Müdürlüğü'ne kâyin edildi. Mart 2012'de yaş haddinden emekliye ayrıldı. EDEBİYATTA 50 YIL Sâkin Öner'in edebiyatla ilgisi, 1957 yılında şiir yazmakla başladı. Merakı gelişerek, dosya kâğıdından dergiler yaptı. İlk şiirini 1957 yılında, ilkokul dördüncü sınıfta iken yazdı. "Gurbet" başlıklı bu şiir aynen şöyleydi: Gurbetteyim bugünlerde Geziyorum sahillerde Oturup ağlıyorum Hicran dolu bahçelerde Sızlar gizli yaralar Gönlümde hatıralar Günler geçer de sonra Yaşlar gönlüme dolar Ayrı düştüm sıladan Kan damlıyor yaradan Gurbet ayırma beni Yurttan, eşten ve dosttan. Ortaokul 2. sınıfa Bandırma'daki dayılarının yanında okurken ilk şiiri, Bandırma Ufuk Gazetesi'nde yayınlandı. Öğretmeni Münevver Yardımsever her dersine, Sâkin Öner'e bir şiir okutarak başlardı. Böylece şiir okuma sanatını öğrendi. Şiir okuma görevi Van Lisesi'nde de devam etti. Millî bayramlar ve törenlerin değişmez elemanı idi, okul adına günün anlamına uygun şiiri o okuyordu. Şiirleri Van'da çıkan gazetelerde yayınlandı. Şiir yarışmalarına katılıp dereceler aldı. Ortaokul 3. sınıfta okul idaresinden izin alarak şahsı adına 'Doğuş' adıyla bir duvar gazetesi çıkardı. Bu gazetedeki bütün yazı ve şiirler kendisine aitti. Lise 1. sınıfa geçtiğinde Okul Müdürlüğü, okulun Kültür ve Edebiyat Kolu Başkanlığına Öner'i getirdi. Okulun camekânlı büyük bir duvar gazetesi vardı. Artık onu o çıkarıyordu. Gazetede makale, deneme, röportaj, hikâye, şiir, haber, karikatür, bulmaca ve spor olmak üzere çok çeşitli türlere ve konulara yer veriliyordu. 15 günde bir değişen bu gazetede kendisine çeşitli haberler ve spor haberlerinde Cafer İpek, karikatür ve bulmacada da Metin Haldenbilen isimli bir arkadaşı yardım ediyordu. 1962 yazında Ağrı'da bulunan teyzesinin yanına gittiğinde orada yayınlanan günlük Mesuliyet Gazetesi ile temasa geçti. Bu gazetede de 'GÜN-KİN' isimli şiiri yayımlandı. Lise 1. sınıfta iken 1963 yılında Sakin Öner Yeşil Van gazetesinde 'Bahçemin Çiçekleri' başlıklı bir sütunda 'Bülbül' mahlasıyla günlük fıkralar yazmaya başladı. Mahlas kullanmasının sebebi, ailesinin bu tür çalışmalara, derslerini aksatacağı gerekçesiyle karşı olmalarındandı. İçindeki yazma aşkını frenleyemeyen Öner, takma isimle de olsa yazmayı sürdürüyordu. Artık yazma işini, gazetelerdeki kendisinden yaşça büyük ve deneyimli köşe yazarlarıyla polemiğe girmeye kadar götürmüştü. Bu arada Yeşil Van ve diğer gazetelerde sık sık şiirleri yayımlanıyordu. Bu arada Serhat Postası isimli gazetenin açtığı şiir yazma yarışmasında üçüncü oldu. Bir gün, yeni taşındıkları evin sahibiyle girdiği polemiği içeren 'Ev, ev, yine ev...' başlıklı bir yazıya rastlayan babası, 'Bülbül' mahlaslı yazıları onun yazdığını anladı. Fakat hayret ki, hem fazla yüzgöz olmadı, hem de kızmadı. Belki de gizli gizli gurur duydu. Bu süreç, Van'dan Yozgat'a tayin oldukları 1964 yazına kadar devam etti. Babasının 1964 yazında Yozgat'a tâyin olması üzerine Öner, Lise 3. sınıfı Yozgat Lisesi'nde okudu ve buradan mezun oldu. En yakın sınıf arkadaşı Cemil Çiçek'ti. Sakin Öner, ailesinden, Van ve Yozgat'taki arkadaşlarından aldığı etkilerle milliyetçi ve maneviyatçı duyguları ağır basan, fikrî ve siyasî hareketlerle ilgilenen, şiir ve nesir alanında epey deneyim kazanmış bir genç olarak İstanbul'a gelince Yine şiir, edebiyat dergi yayıncılığı ile ilgilendi. Gazetelerde, muhabir, sayfa sorumlusu ve yazı işleri müdürü olarak çalıştı. Yayınevi kurdu, kitap yayınladı, kitaplar yazdı. Üçdal Neşriyat'ta sekreter ve musahhih olarak çalıştı. Bu arada, 1 Kasım 1966 tarihinde Ali Muammer Işın ve Ahmet Karabacak tarafından Millî Hareket adıyla Alparslan Türkeş'in lideri olduğu Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi (CKMP)'ni destekleyen milliyetçi düşünceyi temsil eden 15 günde çıkan dergi yayımlanmıştı. Bu derginin 15 Aralık 1966 tarihli 4. sayısında Öner'n 'Bekamız İçin Birleşmeliyiz' başlıklı ilk yazısı yayımlandı. Ali Muammer Işın'ın ayrılması üzerine 8. sayıdan itibaren derginin sahibi Ahmet B. Karabacak oldu. Bu sayıdan itibaren Öner de, derginin Teknik Sekreteri, 48. sayıdan itibaren derginin Genel Yayın Müdürü oldu. Dergi, Eylül 1970'de yayımlanan 50. sayısı ile kapandı. 1969 yılında kurulan Ülkü Ocakları Birliği'nin de Genel Sekreteri olan Öner, bu dönemde, Birlik tarafından düzenlenen konferansı kitap hâline getirerek bastırdı. Erol Kılıç'ın başkanlığı döneminde de Birlik adına 'Ergenekon' adıyla bir dergi yayımladı. Bu arada, Cavit Ersin'in 'Millî Ekonomi ve Ziraat', Mustafa Eşmen'in 'Türk Köyü' ve Öncüler Dergisi'nde fikrî yazıları yayımlandı. Millî Hareket Yayınevi, 1970 yılında Cağaloğlu'na taşınınca Beyazsaray 41 numarada Öner, Ergenekon adıyla bir yayınevini kurdu ve Alparslan Türkeş'in Genişletilmiş Dokuz Işık kitabını yayımladı. 1972 yılı başında Ömer Seyfettin'in 'Millî Tecrübelerinden çıkarılmış Ameli Siyaset' isimli eserini Osmanlıca'dan yeni yazıya çevirerek sadeleştirdi. Bu çalışması Göktuğ Yayınevi tarafından 'Amelî Siyaset' adıyla bastırıldı. Bu, Öner'in basılan ilk kitabıdır. 1972 Mayıs'ında Denizli Lisesi'nde öğretmenliğe tâyin edilince Ergenekon Yayınevi'ni gençlere bıraktı. Denizli Lisesi'ndeki görevi sırasında sınıf ve okul gazetelerinin çıkarılmasına öncülük etti, Mevlana ve Âşık Veysel'le ilgili yazdığı senaryoları sahneye koydu, önemli şairlerimizin anma günlerini yaptı. Okula edebî ve kültürel faaliyetler yönünden bir hareket getirdi. Orada iken yazdığı Abdülhak Hâmit Tarhan isimli biyografi çalışması, 1974'te Toker Yayınları'nca basıldı. Ömer Seyfettin'in 'Türklük Mefkûresi' isimli eserini de Osmanlıca'dan yeni yazıya çevirerek 'Türklük Ülküsü' adıyla 1975'te Türk Kültür Yayınları arasında yayımlattı. 1975 Kasımında İstanbul'a Atatürk Eğitim Enstitüsü Müdür Yardımcısı ve Öğretim Görevlisi olarak döndükten sonra, bir taraftan anarşinin at koşturduğu okulda düzeni sağlamaya ve derslere girmeye çalışırken, bir taraftan da edebî çalışmalarına devam etti. Burada görev yaptığı üç yıl içinde 'Ülkücü Şehitlere Şiirler' (1975), 'Ülkücü Hareket'in Şiirleri ve Marşları' (1976) isimli antolojileri, 'Ârif Nihat Asya' (1978) isimli biyografi kitabını, Müslim Ergül ve Osman Nuri Ekiz'le birlikte Eğitim Enstitüleri Türkçe Bölümü 2. sınıf Yeni Türk Edebiyatı (Servet-i Fünûn'dan Cumhuriyet'e kadar) isimli ders kitabını hazırladı ve yayımlattı. Ortadoğu gazetesinde de bazı edebî makaleleri yayınlandı. Bu arada, aralarında S. Ahmet Arvasi'nin de yer aldığı bu okulda görev yapan yirmi arkadaşıyla 'Dokuz Işık' adıyla bir yayınevi kurdu ve bu yayınevi iki yılda on kitap yayımladı. Öner, şimdi geriye dönüp baktığında, her gün anarşik olayların yaşandığı arada öğretmenlerin ve öğrencilerin dövüldüğü ve yaralandığı hatta öldürüldüğü saat 08.00'den 24.00'e kadar devam eden bir mesai sırasınca bu kadar çalışmanın nasıl yapılabildiğine şaşırmakta, bunu gençliğine, dâvâsına olan inancına ve heyecanına bağlamaktadır. 1978 yılı ortalarında, Sinop'a tâyin olduğu ve orada anarşi nedeniyle güvenli bir çalışma ortamı bulamadığından çok sevdiği mesleğinden istifa etmek mecburiyetinde kaldı. Bu yıl içinde mezuniyet tezi olan Yusuf Akçura'nın Türk Yılı (1928)'nda yer alan 'Türkçülük' isimli 128 sahifelik uzun makalesini Osmanlıca'dan yeni yazıya çevrilmesini, sadeleştirmesini, önemli kişi, kurum ve kavramlarla ilgili notları içeren çalışmasını Türkçülük adıyla Türk Kültürü Yayınları arasında yayımlattı. Bu arada, hayatının üçüncü gazetecilik dönemi olan Hergün Gazetesinde Haber Müdürü olarak göreve başladı. Gazetede, bir taraftan bu görevi yürütürken, bir taraftan da haftada üç gün 'Ülkücünün Gündemi' isimli köşede güncel siyasî konularda fıkralar ve önemli olaylarda 1. sahifede imzasız yorumlar yazıyordu. 'Öz Yurdumda Garibim' başlıklı yurtlardan atılan milliyetçi öğrencilerin dramını anlatan röportajı ile 1978 yılında Ülkücü Gazeteciler Cemiyeti'ne 'En İyi Röportaj Yazarı' seçildi. 1979 yılında yine bu gazetede çalışmasını sürdürürken Toker Yayınları'ndan 'Nihal Atsız' isimli biyografik çalışmasını, Su Yayınları'ndan 'Köy Enstitülerinden Eğitim Enstitülerine' isimli araştırma kitabını yayımlattı. 1979 yılı başlarında gazetenin boşalan Yazı İşleri Müdürlüğü'ne getirildi. Dokuz ay bu görevi sürdürdükten sonra yıl sonunda öğretmenlik görevine dönmek için Millî Eğitim Bakanlığı'na başvurdu. 1980 yılı Mart'ında İstanbul Kız Lisesi'nde depo öğretmeni olarak göreve döndükten sonra Nisan ayına da Şehremini Lisesi'ne tâyin edildi. Sakin Öner 12 Eylül 1980 İhtilâli'den sonra, Şehremini Lisesi'nde Müdür Yardımcısı olarak yeniden idarecilik görevine başladı. Burada okulun Kültür ve Edebiyat Kolu çalışmalarını yürüttü. Doğa isimli bir okul dergisinin yayınlanmasına öncülük etti. Bu arada Eğitim Enstitüsü'nde iken hazırlamaya başladığı Kompozisyon Sanatı (Düzenli Konuşma ve Yazma Sanatı) isimli kitabı tamamladı. Bu kitap, 1981 yılında Veli Yayınları tarafından yayımlandı. Ortaöğretim ve Yüksek Öğretim kurumlarında ders kitabı olarak okutulan bu kitap, Öner tarafından ancak 2005 yılında güncelleştirildi ve genişletildi. Okulun Tiyatro Kolu Başkanlığı'nı da yürüten Öner, 1981 yılında 'Gün Işığı' isimli oyunla Millî Eğitim Vakfı 1. Tiyatro Yarışması'na katıldı ve başarı kazanıldı. Aynı yıl Veli Yayınları'ndan İmla-Noktalama ve Cümle Bilgisi, Örnek Açıklamalarla Atasözleri ve Özdeyişler isimli kitabını yayımlattı. 1992 yılında Prof. İskender Pala ve Rekin Ertem'le birlikte Ortaokul 1., 2. ve 3. sınıflar için Türkçe ve Dil Bilgisi kitaplarını hazırladı. Bu altı kitap Deniz Yayınları tarafından yayımlandı. Beş yıl süre ile okutulan bu kitaplar eğitim camiasında büyük ilgi gördü. 'Millî Eğitimin İçinden' adıyla bir kurum içi halkla ilişkiler dergisi çıkardı. 1997 yılında Vefa Lisesi'nin 100. kuruluş yılı anısına bir anı kitabı hazırladı. Bu kitap Vefa Eğitim Vakfı yayını olarak 'Vefa Lisesi 125. Yıl Anısına' adıyla yayımlandı. 1997 yılı sonlarında seçtiği öğretmenlerle Milli Eğitim Bakanlığı'nın talimatıyla Lise 9., 10. ve 11. sınıfların Edebiyat, Kompozisyon ve Türk Dili kitaplarının yazımını sağladı ve editörlüğünü yapı. 2005 yılında da yeni öğretim programları ve tekniklerine göre hazırlan Lise 9. sınıf Türk Edebiyatı kitabının da editörlüğünü yaptı. Özlü Sözler isimli kitabı da1998 yılında Yuva Yayınları tarafından basıldı. 1998 yılı ortalarında yeniden Vefa Lisesi Müdürlüğü'ne dönen Öner, Kırk yılı aşkın bir süredir yazdığı şiirlerini topladı. Değerli Şairlerimiz Mehmet Zeki Akdağ, Ayhan İnal, Bestami Yazgan ve Yusuf Dursun'un beğenisi üzerine ilk şiir kitabını 2002 yılında 'İlk Dersimiz Sevgi' adıyla yayımladı. Sakin Öner, son olarak Vefa Lisesi'nin 13. kuruş yıldönümü münasebetiyle Edebiyat Öğretmenleri Hayri Ataş ve Hatice Gülcan Topkaya ile birlikte 'Vefa Lisesi 135. Yıl Anısına' isimli kitabı hazırladı. Bu arada 2001 yılından bu yana Yeşil-Beyaz isimli okul dergisinin yayınlanmasına öncülük etti ve bu derginin her sayısında bir yazısı yer aldı. 12 Eylül 1980'den sonraki dönemde başta Güneysu, Türk Edebiyatı, Dil ve Edebiyat olmak üzere çeşitli dergilerde yazıları ve şiirleri yayımlandı.