Oğuz Çetinoğlu: Târihte yaşamış çok
meşhur kişilerden hangisi gibi olmak isterdiniz?
Ali Polat: Hangisi gibi olmak isterdim? Ben eğer ikinci sefer dünyaya
gelirsem yine kendim olmak isterdim. Çünkü Allah Teâlâ bana bu beyni vermiş, bu
şekilde davranmamı istemiş, ben ikinci herhangi bir adam olmak istemedim ve
istememiş olacağım, O sebepten ben ikinci bir kişiyi düşünmem. Herkes kendisi
olsun. Şimdi size bir misal vereyim, benim şu an Türkiye’de ekonomik olarak düşündüğüm
insanlar Türkiye’nin bütün milyarderlerinin çoğu benim arkadaşımdır 20-30
senedir. Ben bunlarla arkadaşlık yaparım ama kati surette bunların ne iş
yaptıklarını, ne ettiklerini, ne kadar paralarının olduğunu hiç düşünmem, sâdece
arkadaşlık yaparım ve ama başka bir şey düşünürüm. Sokakta bir fakiri
düşünürüm. Şimdi her gün Taksim Meydanı’na giderken görüyorum: Yaşlı iki adam
var, sokaklardan kâğıt topluyor, götürüp satıyor, 70-75 yaşında, zaman zaman
durur onlarla konuşurum, onların gönüllerini alırım. Çünkü ben onunla, kendimle
değil o adamla iftihar ederim, 70 yaşında adamla, 75 yaşında adamla ki kâğıt
topluyor, iftihar ederim.
Çetinoğlu: Sizi tanımışım
demek ki… Sizden bu cevabı bekliyordum. Çok teşekkür ederim. Hayatta yapmak isteyip
de yapamadığınız üç şey nedir?
Polat: Evet, hayatta yapmak istediğim fakat yapamadığım şey nedir?
Benim kişisel olarak çok zikzaklı bir hayatım olduğuna göre ben iki gün önce
eşimle burada konuşuyordum, akşam balkonda yemek yerken, düşünüyordum ki ben ve
eşimin kat’i surette bizim dünyâdan herhangi bir beklentimiz yoktur,
kalmamıştır. Çünkü bu saate kadar yaşamışız; şerefimizle, namusumuzla yaşamışız
ve iftihar ediyoruz ki kimseye bilerek veya bilmeyerek kötülük yapmamaya
çalışmışız. Benim ne yapmak istediğime
gelince, çok yıllardır, en az 30 senedir, pardon 40 sene önceyi düşünüyordum,
bir şirkette ortaktım, 1992’den sonra 1993’te o şirketin geliri çoğalacaktı ve
biz bir vakıf kurmuştuk, o vakıfta yılda 4 milyon mark para toplanacaktı. O 4
milyon markı ben alacaktım, o günkü Türkiye’de tedâvisi mümkün olmayan
hastaları alacaktım, tedâvisinin mümkün olacağı bir ülkeye götürecektim,
tedâvisini yaptıracaktım. İyileştikten sonra götürüp evlerine koyduğum gün
kendimi mutlu hissedecektim. Fakat ne yazık ki kısmet olmadı. O olmadığı zaman
Ali Polat, küçük imkânlarıyla birlikte 22-23 senedir kendisine göre kendi
kafasına göre toplumun ihtiyacı olan konularda, topluma sâdece verebileceği bir
kitap var, kitap hazırlıyor ve o kitapları parasız olarak veriyor, bir nebze kendini
ikna etmeye çalışıyor. İkincisine gelince, Ali Polat’ın en büyük arzularından
bir tanesi şuydu ki Ali Polat’ın imkânı olsa şehrin dört tarafında, yaşadığı
herhangi şehir olursa şehrin dört tarafında, günde dört tane büyük çadır
kurulsa, üç öğün her çadırda 2 bin 500 kişiye yemek verilse, çünkü biz
başlıyoruz diyoruz ki balık tutmayı öğretelim, balık vermeyi değil ama bazı
insanlar var bunlar güçsüz, çaresiz, yaşlı vesaire, günde şehrin dört tarafında
2 bin 500 kişiye üç öğün yemek verilmesi benim en büyük dileğimdi. Bunu
beceremedim şu ana kadar. Eğer ki o üç öğünde gelsinler insanlar yemek yesinler
ve bunu yapmakla, bunu bir sene, iki sene, üç sene yaptığımız zaman, beş sene
yaptığımız zaman toplumda başka insanlar da sizi görür, onlar da benzerlerini
yapar. Bizim toplum daha sosyal toplum hâline gelmiş olur. Bu sefer bizim
içimizden başkaları çıkar.
Çetinoğlu: Peki huzur ve
saadeti nerede ararsınız?
Polat: Huzur ve saadeti Ali Polat kendisiyle birlikte çevresinde
olan adamların huzurlu ve saadetli olmasını sağlamakta arar. 26-27 yaşındaydım,
bir firmam vardı, orada 14 kişi çalışıyordu. Ben o zaman kısmet olmuştu, bu iş
o zaman benim İstanbul’da olmamla birlikte normal işim de Tahran’da bir firmam
vardı, 14 kişiye de ev almak arzusuyla çünkü Ali Polat çocukluğunda zaman zaman
düşünmüştü ki 6 metrekarelik benim bir odam olsa, bir de bir gazocağım olsa,
üzerinde de bir tane tencerem olsa dünyânın en mutlu insanı olmuş olacağım.
Dolayısıyla Ali Polat mutluluğu kendisiyle birlikte çevresinde aramaktadır. Yâni
çevresindeki insanları, ev sâhibi yapabilse çünkü ev olduktan sonra herkesin
namusu, şerefi görünmez hâle geliyor evin içerisinde yavan ekmekle, suyla da
geçinebilir.
Gençliğimde şöyle düşünürdüm: Kapıdan
eve giriyorum, bunlar hayaldi ama düşündüğüm şeylerdi, kapıdan içeriye
giriyorum bakıyorum ki benim iki yaşında çocuğum ateş içinde yanıyor ve benim
cebimde beş kuruş para yoktur, o zaman bunu çok konuşurdum. Derdim ki eğer öyle
bir durumda kalsam, kapıdan dışarıya çıkarım, ilk gördüğüm adamın ceplerini
soyarım zorla, çocuğumu götürür tedâvi ettiririm. Daha sonra başıma ne
gelecekse gelsin. Bunların olmaması için, ihtiyaç sâhiplerine ücretsiz tedâvi
imkânı sağlayan yerler düşünürdüm.
Çetinoğlu: Bu da beklediğim
bir cevaptı. Tekrar teşekkür ederim. Dünyâya ve yaşadığımız günlere gelelim. Avrupa
Birliği’nin geleceğini nasıl görüyorsunuz?
Polat: Gençliğimde düşünürdüm ki bu Avrupalıların toprakları bizden
az. Her şeyleri bizden az, bizden çok mutlular. Niçin? Bu ‘niçin’ sorusuna cevap
bulamazdım kendi kendime ve o öyle devam ederdi. Ta ki ben gittim 30-35 yaşında
bir rulman firmasının distribütörlüğü aldım. Ben buradayken İran’da
distribütörlüğünü yaptım, o rulman firması da Alman firmasıydı. Gittim onlarla
çalıştım, onlardan disiplini, çalışmayı öğrendim. Garajlara gittim, çalışanları
gördüm; bizim 10 saatte yaptığımızı bir saatte yaptıklarını gördüm. Bu şekilde
halk için yapılmış bir şey göremedim. Ama Portekizlilere baktığımız zaman,
İspanyollara baktığımız zaman, şimdi biz 150 senedir Amerikalılara baktığımız
zaman bunlar sâdece egoistlik ve kendilerini zenginleştirmek için dünyâ
insanlarına gayri insanî hareketler yapıyorlar. 24 senedir ki dünyâda buğday
fazlalığı oluyor ama onu fakir insanlara vermiyorlar. Dolayısıyla ben dünyâ
insanlarında herhangi bir hatâ görmemekle birlikte ama Avrupa Birliği’ne falana
çok pozitif bakan bir insan değilim. Sâdece ilmî olarak onlara bakıyorum.
Onların yapmak istediği gibi ben niçin yapmıyorum diye üzülüyorum. Ben dediğim
de ülkemi kast ediyorum. Ben niçin yapmıyorum diye üzülüyorum. Son beş on gün
içerisinde bir konu önüme çıkmış, onun üzerinde düşünüyorum: Biz ilim
adamlarına Avrupa’da dahi laboratuvarda çalışan adamlara 2-3 bin Euro maaş
veriyorlar, bizde 3 bin lira 5 bin lira maaş veriyorlar. Vahşi olup ayağına top alıp o vahşilikle
birbirini döven insanlara da milyonlar kadar para veriliyor. Bu o kadar benim
içimi sızlatıyor ki o kadar olabilir. Avrupa Birliği bunları 4-500 sene önce
buhar gücünün bulunmasıyla öne geçtiler. Avrupa Birliği kalabilir, dağılabilir
ama şu an benim ülkemde insanlar oturup konuşuyorlar: Benim ülkemde 3-5 milyar,
10 milyar, 20 milyar, 30 milyar fazla para yok ki bizim vatandaşlarımıza
verilsin. Onların var ve veriyorlar. Dolayısıyla Avrupa Birliği’nde Avrupa’da
zavallı olmuş ülkeler var mesela Portekiz zavallı olmuş ülkedir. Her halükârda
karınlarını doyururlar. Avrupa Birliği’nden veya dünyâdan tek almamız gereken
ders bu ki biz onları kıskanarak değil gıpta ederek onlar gibi olmak lâzım
sâdece. Bunun için de biz akla, mantığa, şuura değer vermemiz lâzım sâdece. Bunu yapabileceğimiz güne kadar, biz
kendimizi düşünmemiz lâzım sâdece. Avrupa Birliği’nde ne olacağını da kendileri
%50 düşünmüş olacaktır.
Çetinoğlu: Bir insanın lider
olabilmesi için hangi vasıflara sâhip olması gerekir?
Polat: Liderlik ayrı bir vasıftır. İnsan lider olmayı ister. Gönül
arzu eder ki lider bilgili birisi olsun. Bunu Kur’ân-ı Kerîm şöyle söylüyor: ‘Sizin rehberleriniz bilgili insanlardan
olsunlar.’ Biz o bilgiyi falan kenara koymuşuz. Almanya’da Merkel, Doğu
Almanya’nın çocuğudur. Şimdi bu kadar zamandır Almanya’yı idâre ediyor, tek
düşünmediği şey maddiyattır kendisi için ve çevresi için. Acaba biz neden
düşünüyoruz? Biz neden maddiyat toplamaya ihtiyaç duyuyoruz? Biz neden
maddiyata bu kadar tapıyoruz? Halbuki biraz târihe baktığımızda göreceğiz ki
bir zamanlar dünyâda İdi Amin vardı, bir zamanlar dünyâda İran şâhı vardı, bir
zamanlar dünyâda Saddam Hüseyin vardı. Ben Irak’ta Saddam’ın kendisine ve
bakanlarına 37 şehirde bir şehircik yarattığını gördüm. Toplum böyle bir şeyi
kabul ediyorsa, toplum bilinci sıfırdır.
Çetinoğlu: Peki, asla
vazgeçemeyeceğiniz üç şey nedir?
Polat: Hak, hukuk, adalet.
Çetinoğlu: Millet kavramının
içerisinde konuştuğumuz dilin önemi hakkındaki düşüncelerinizi lütfeder
misiniz?
Polat: Millet tamamen ayrı bir şeydir. Yâni bir şahıs var,
halk var, halklar var ve millet var. Millet kavramını elde edebilmek için yâni
bulunduğum coğrafyanın insanlarını kendine en yakın görebilmektir. Burada dil
çok önemlidir. Ama dilin çok önemi de olmayabilir. Hindistan’da bugün 3 bin dil
konuşuluyor. Bugün Amerika’da, milyonlarca Amerikalı var ki tek bir kelime
İngilizce bilmiyor, İspanyolca konuşuyorlar. Burada demek ki dil önemlidir ama
dilden daha önemli millî şuurdur. Milletin yaşayabilmesidir, yâni şimdi lütfen
düşünün, siz de ben de biz 60’lı 70’li yılları yaşamış insanlarız, biz
kibritleri gazocağında yakıp yanına koyup ikinci sefer faydalanmak için kullanan
insanlarız, o gün bizim millî duygularımızla bugün insanlara baktığımızda
duygusuz insanlar görüyoruz. Sâdece bencil, zavallı falan. Dolayısıyla önce
millet olmak sâdece. Millet olduğu zaman ayrı bir konudur. Millet yâni bir
İngiliz milletini hiçbir zaman milletini satmıyor ama burada size 2004
senesinde ‘Eşek ve Biz’ isimli kitabımda
yazdığım notlardan birisini geçmek isterim. O zaman 16 sene önce Ali Polat
yazıyor ki dünyâ müzelerine gidip baktığımızda görüyoruz ki dünyâda ne kadar
müze varsa bizim eserlerimiz orada vardır. Acaba ne zaman olacak ki ve aynı
zamanda da görüyoruz ki yâni bunları, bizim milletimiz, halkımız, insanlarımız
bunları bizim bir yerden bulmuş götürmüş oralarda parayla değiştirmiş. Yâni
daha doğrusu çalmış.
Çetinoğlu: Çalmış ve satmış.
Polat: Evet. Acaba ne zaman olacak ki dünyâ insanlarından,
Danimarka’dan, Almanya’dan, İngiltere’den de oranın müzelerinden bir parçalar
çalsınlar, getirsinler bizim ülkemizde satsınlar. Bunu dediğim zaman insanlar
tebessüm ediyor. Onlar yapmazlar. Peki niye yapmazlar? Çünkü orada millet
mefhumu var. Biz acaba bugün millet miyiz, halk mıyız? Özellikle şimdi burada
millette başka bir ideoloji olmaması lâzım. Millet ideolojisi lâzım sâdece.
Milletin ideolojisi öne sürülmesi lâzım sâdece. Biz burada şimdi ne yazık ki
1950’den sonra millet ideolojisinin yanında ikinci bir ideolojiyi de dile
getiriyoruz.
Çetinoğlu: Nedir?
Polat: İkinci ideoloji dile getirdiğimiz zaman onu getirip bugünkü
günlere geliyoruz. Dolayısıyla biz acaba ne kadar millet olmuşuz? Bu kendisi
içinde bir sorudur şimdi. Biz Türkiye’de acaba ne kadar millet olmuşuz?
Çetinoğlu: Millet olup
olmadığımız konusunda tereddüdünüz var mı?
Polat: Eskiden yoktu, şimdi var.
-‘Şimdi
var’ diyorsunuz. Onu ayrıca konuşmamız gerekecek. İş adamı sıfatınız
yanında bir de kültür adamı sıfatınız var. Kültürünüz hangi kaynaktan
besleniyor?
Polat: Benim kültürüm insandan besleniyor. Benim açlığımdan
besleniyor. Eğer bir gün yeni bir kelime duymamışsam, yeni bir şey
öğrenmemişsem, yeni bir şeylere ulaşmamışsam, kendimi o gün mutsuz sayıyorum.
Dolayısıyla zenginleşmenin yolu
kültürde açlıktan geçiyor, ben kültüre, medeniyete, ilime ve iktisada her zaman
aç kaldım, o açlıkla bir yerlere varmaya çalıştım.
Çetinoğlu: Soruyu bir de şöyle
sorayım: Her insanın bir inancı vardır. İnançla kültür bağlantısını ele alırsak
ne ortaya çıkar?
Polat: İnanç da
kültür de ortaya vicdanı getiriyor. Şahsî vicdan ve toplum vicdanı. Eğer,
bunlar da tabii ki epidemiktir.
Türkiye’de olan vicdan ayrıdır, Amerika’da olan vicdan ayrıdır,
Danimarka’da olan vicdan ayrıdır. O topluma göre oluşuyor. Toplumlara göre ama
benim şahsî görüşüm kültür ve din, din dediğimiz zaman din bir kanundan başka
bir şey değildir. Kültür ise kanundan türemiştir, kanundan meydana gelmiştir.
ALİ |