Bir TRT Öyküsü ve Liyakat

98

TRT’ye girdiğimiz günleri hatırlıyorum(1975) liyakat ve
uzmanlık denince. Hükümette Süleyman Demirel Başbakan, yardımcıları ise
Necmettin Erbakan ve Alpaslan Türkeş. Yani bir koalisyon hükümeti.

 

TRT Genel Müdürü Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş 8 ay sonra söz
verildiği halde  hükumet gerekli hukuki
düzenlemeleri yapmadığı için istifa etmiş, yerine Prof. Dr. Şaban Karataş
atanmıştı. Prof. Yalçıntaş zamanında çıkarılan yeni kadrolara 40 muhabir ve 40
da prodüktör alınacaktı. Toplam 80 kişi. Fakat iki misli  personel imtihanı kazandığı için son mülakatta
yarısı elenecekti. Yazılı ve sözlü imtihanı başardıktan sonra tamı tamına hep
birlikte bir sene süren kurs açıldı . Kurslara devam ettik. Hem de bazı aylar
İstanbul’da, bazı aylar da Ankara’da olmak üzere dönüşümlü bir kursa tabi tutulmuştuk.
Bu kadar uzun süre daha, bizleri önceki işimizde kimse tutunamazdı. Ya istifa
etmesi lazım, ya da işten çıkarılması gerekti. Genelde herkes istifa ederek
kursa başladı. Gelir girdileri yeterli olmayan gençlerdik. Maaşımız falan
yoktu. Her şeyi kendi bütçemizden karşılamaya çalışıyorduk.

 

Kurs Üstüne Kurs; Hem
de Uzmanlarından

Kurs hocalarımız Ankara’da Devlet Tiyatrosu sanatçıları
başta olmak üzere, Siyasal Bilgiler, 
Hukuk Fakültesi ve DTCF öğretim üyeleriydi. İstanbul’da ise Prof. Dr.
Mehmet Kaplan, Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu, Prof. Dr. Faruk Kadri Timurtaş,
Prof. Dr. Ahmet Selçuk Özçelik, Prof. Dr. Mehmet Genç gibi çok önemli
isimlerdi. Bu kurslardan da geçer not almamız gerekiyordu.

Kurslar tamamlanınca Ankara’da TRT Genel Müdürlüğü’nde son
mülakata girdik. Muhabirlikte Juri Üyeleri Hami Tezkan, Ahmet Güner, Tuncer
Enginertan gibi yine uzmanlık dallarında gazetecilik, hukuk, yöneticilikte
kendilerini ispat etmiş aydınlardı. Bana Ahmet Güner’in sorduğu soruları
hatırlıyorum; hep sol, sosyalizm ve medya üzerineydi. O günlerde İsmail Cem ve
Uğur Dündar’ın yayınladıkları Politika Gazetesinin analizini yapmamı istemişti.
Bu gazeteyi ayrıca okuyup okumadığımı, siyasi görüşümü belki de kontrol edeceklerdi
sanırım. Oysa ben sorumluluğum gereği görüşü ve mesajı ne olursa olsun bütün
gazete, dergi, mecmua ve hatta filmleri yakından takip ediyordum. Bütün bunlar
hem işim ve hem de aydın olmamın, objektif düşüncenin, dönüşümün ve konjonktürün
sorumlu  bir gereğiydi. İnsanlar politik
görüşünü işine yansıtmayabilir, hatta yansıtmamalıdır da.

 

80 arkadaşımız elendi, diğerlerinin ataması yapıldı. Bu defa
teknik olarak TRT çalışanlarından ders almaya başladık.  Işıkçı, 
sesçi, altyazı sorumlusu, spiker, resim seçici, kameraman, reji,
yönetmen, auto-q operatörü hepsi teker teker gelerek uygulamalı ve pratik
dersler verdiler. Özellikle lehçe değil, İstanbul Türkçesi konuşmamız konusunda
dikkatlerimiz çekildi.

Bütün bunlara rağmen babası Sabri Özcan San Adalet
Partisi’nden Gümüşhane Milletvekili olan Ercan San gelerek hepimizi topladı ve “Biran
evvel istifa edin, eski işlerinizin başına dönün, hiç olmazsa onu kaybetmeyin,
burada zor geçinirsiniz, istenmiyorsunuz” diyebilmişti!

Hasan Celal Güzel Ekolünden
İstifa Örneği

Direnebilmiş ve hukuki haklarımızı savunabilmiştik. Ancak
bazı arkadaşlarımız bir müddet sonra daha üst görevler olarak gördüğü genel
müdürlük, daire başkanlığı, müessese müdürlüğü gibi görevlere atanarak TRT’yi
bıraktılar. TRT Haber Merkezinde bana ve arkadaşlarıma üvey evlat muamelesi bile
değil hiç görmezden geldiler ve umursamadılar. Ama tatil günleri verdiğimiz ev
veya otel yahut sosyal tesis adresinde miyiz, yoksa Ankara ili hudutları dışına
mı çıkmışız kontrol ettiriyorlardı! Bir açık bulup kurumdan tard etmek
istiyorlardı. Öyle ki Muhabir Salih Kurt adındaki evli bir arkadaşımız çoluk
çocuğunu özleyerek Adana’ya gitmiş ve adresinde bulunmamıştı. İşte bunun için
kıyametler koparmışlardı.

 

Direndik, çalıştık ve başardık

Ben sağcı genel müdürlerden değil ama bir diplomat olan,
kesinlikle milliyetçi ve muhafazakar bir çizgide bulunmayan TRT Genel Müdürü
Cem Duna’dan takdir ve başarı belgesi almayı başarmıştım. Çünkü görevimi iyi
yapıyordum, işimin ustasıydım. Bu konuda tevazu göstermiyordum.

 

O günlerde üst bürokrasi de hangi görüşten olursa olsun genelde
öyleydi. Başbakan Tansu Çiller zamanında(2001) TRT Genel Müdürü Kerim Aydın
Erdem ikinci defa yeniden aday oldu. Işıkçı grubun baskısıyla rahmetli Türkiye
Gazetesi Başyazarı Yalçın Özer de üç aday arasında idi. Ancak Hasan Celal Güzel
ekolünden Akın İzmirlioğlu ipi göğüsledi ve tek aday olarak ismi RTÜK’ten
başbakanlığa gönderildi. Başbakan Tansu Çiller kendisini kabul ve tebrik etti,
sonra bir istifa dilekçesi vermesini istedi. Çünkü Tayfun Akgüner’den
almışlardı. Sebebi ise TRT Genel Müdürü kim olursa olsun ilk haber hep Başbakan
Çiller olmalıydı. Kadrolar O’nun gönderdiği isimlerden oluşmalıydı. Akın
İzmirlioğlu da istenilen istifa dilekçesini  etik bulmadı, devlet ve kamu düzeni açısından
Anayasa’ya ve hukuka aykırı olduğunu belirterek istifa etti.

 

Bugünkü TRT’ye Gelince;
Vah TRT ah TRT

Gelelim günümüze, 20 yılı geride bırakalım;

Yakın Türk Tarihi için bir milat olan Atatürk’ü Anma,
Gençlik ve Spor Bayramımızın 101. Yıldönümünü  TRT “ 19 Mayıs Cumhuriyet Bayramı kutlu olsun”
diye verdi! Kırmızılar giymiş spiker kızımız da bunu okudu. İş yapılan yerde
elbette hata olur. Ancak bu hata belli bir kademede yakalanır ve düzeltilir.
TRT’de bu haber ve görüntü yayına girene kadar en azından onlarca kademeden
geçer. Mutlaka biri yakalar. Hatta stüdyoda bile resim seçici, reji, yönetmen,
altyazı sorumlusu, kameraman, auto-q operatörü bile bunu görebilirdi.  Öyle anlaşılıyordu onca kademeden geçmesine rağmen
 bu hata kamu yayıncılığının önemli bir
organı olan TRT’de görülmedi veya umursanmadı.

 

Çünkü TRT yönetimi daha önce kurumun çalışan bütün
duayenlerini taciz ederek ya emekli etti veya başka kurumlara atamasını yaptı.
Yerine de genelde teoloji- ilahiyat eğitimi yapmış gençleri tayin etti. Bunların
hiç biri üstelik ne liyakat sahibi ve ne uzmanlığı olan, herhangi bir kurstan
ve eğitimden geçmiş kimseler değildi. TRT Merkez Bankası kadar olmasa da hem ek
göstergesi yüksek ve hem de maaşı fazla olan bir kurumdu TRT. Cazibesi fazladır.
“İslam’da ruhban sınıfı yoktur” demek sadece bu ve böylesi uygulamalarla lafta
kaldı, her kamu kuruluşunun çoğu neredeyse aynı durumdadır. Yazık az bile
kalıyor, bu kurama çok yazık ediliyor, devlete çok yazık ediliyor doğrusu.

 

Bir İmam Hangi Şartları
Kapsamalı?

Osmanlıcılığı Göksultan 2. Sultan Abdülhamit’in şahsında
simge ederek kendilerini öne çıkaran bu zihniyete Osmanlı Tarihinin yükseliş
döneminde bir örnek vermek isterim. Kanuni Sultan Süleyman Mimar Sinan’a, Süleymaniye
Camii’ni yaptırıp(1558) açılışa hazırlanırken bu selatin camiye imam aradılar.
Şartları şöyleydi Kanuni’nin, şiirlere attığı imzasıyla Muhibbi’nin.

 

1.İmam Arapça, Farsça, Latince ve Osmanlı Türkçesini iyi
bilecek.

2.Kuran-ı Kerim, İncil ve Tevrat’ı mukayeseli olarak  değerlendirebilecek.

3.İlahi Yasada ve içtihatlarda nitelikli bir ilim adamı gibi
birikimi olacak.

4.Fizik, matematik, kimya, astronomi gibi bilim dallarında
standardı yüksek olacak.

5.Atcılık, okçuluk, yüzme sporlarını iyi bilecek, savaş
sanatına yabancı olmayacak ve kanunların uygulanmasında tecrübesizlik
çekmeyecek.

6.Yakışıklı olacak, şık giyinecek ve güzel görünecek.

 

Gözlerimi Kaparım Vazifemi
Yaparım” Öyle mi
.

Günümüz kamu görevlilerinin hangisinde böyle bir şart var
acaba? Oysa bugün kamuda görev alan imam-hatip ve ilahiyat mezunlarının en
geniş anlamda insan; dünya, akıl, hukuk, bilim, kültür, sanat gibi varlık
alanlarının din ile ilişkisini kurgulayabilmeli değil mi? Bunların ilişki
yöntemini ve usulünü bilmeli değil mi?.

Usul aynı zamanda din ile kültürü, adet ile ibadeti,
evrensel olan ile kültürel olanı, sabit olan ile değişken olanı birbirinden
ayırarak dinin rahmetini bütün zamanlara ve mekanlara doğru taşımanın, doğru
anlamanın, doğru anlatmanın adı değil midir? Nerede böyle insanlar ve kamu
görevlileri? Tam aksine “Gözlerimi kaparım vazifemi yaparım” olmuyor mu bu
uygulama? Akıl ve düşünce Allah’ın insana bahşettiği en büyük ihsandır. Bunun
kıymetini iyi bilmek gerekiyor. Bilim ihmal edilmemeli. “Her şeyi bilim
açıklar. Felsefe düşündürür ve din ise anlamlandırır.” Ahlakı çöküntüde, vurdum
duymazlıkta ve başarısızlıkta tek sorumlu insandır. İstifa da insan içindir.

 

Sanırım bugün bir kere değil, defalarca , hatta binlerce
düşünmek ve gelişmeleri iyi algılamanın vaktidir. Liyatsizlik ve uzmanlık
olmayınca başarı gelmiyor işte. Atın önüne et, itin önüne de ot atınca ikisi de
istifade edemiyor. Oysa yer değiştirilse at ve it de beslenecek, memnun kalacaklar
bu ikramdan.