İşte Kur’an Yolu Bu!

77

– 1 –

     Kur’an’ın kalbi
demek olan “Ey insan!” anlamına gelen, Hz. Muhammed ve onun şahsında tüm
insanlara bir hitap, bir sesleniş olan Yâsîn sûresine kulak verelim:

     “(Kur’an) ataları
uyarılmamış, bu yüzden kendileri de gaflet içinde kalmış bir toplumu uyarman
için indirilmiştir.” (Yâsîn: 6)

     “Onlara (Antakya
olduğu söylenen) şu şehir halkını (Romalıları) misal getir. Hani onlara (mânen
dirilsinler diye Hz. İsa tarafından gönderilen ve onun havarilerinden olan)
elçiler gelmişti.” (Yâsîn. 13)

     “İşte o zaman biz
onlara (Yuhanna ile Pavlus’u yani bir değil) iki elçi (birden) göndermiştik.
(Elçiler bir elçinin tebliğ öncesi yapması gereken her şeyi yapmalarına rağmen)
onları yalanladılar. Bunun üzerine üçüncü bir 
elçi (olarak Şem’unussafa’yı) gönderdik. Onlar (yumuşak bir dille) ‘Biz
size gönderilmiş Allah elçileriyiz!’ dediler.” (Yâsîn: 14)

     “Elçilere dediler
ki: Siz de ancak bizim gibi birer insansınız. Rahmân, herhangi bir şey
indirmedi. Siz ancak yalan söylüyorsunuz.” (Yâsîn: 15)

     “Bizim vazifemiz
(görevimiz), açık bir şekilde Allah’ın buyruklarını size tebliğ etmekten başka
bir şey değildir, dediler.” (Yâsîn: 17)

     Dikkat edersek
sadece tebliğ etmek, duyurmak, haber vermekten bahsediyorlar. Baskı
yapmıyorlar. “İlle de inanmalısınız!” demiyorlar. “Siz bilirsiniz, bizden
söylemesi, kabul edip etmemek size kalmış!” diyorlar. Yani akla kapı açıp,
ihtiyarı / isteği, kabulü onlara bırakıyorlar.

     “(Bunun üzerine
onlar:) Doğrusu siz bize uğursuz geldiniz. Eğer bu işten vazgeçmezseniz,
ant  olsun sizi taşlarız. Ve bizden size
mutlaka fena bir kötülük dokunur, dediler.” (Yâsîn: 18)

     “(Tartışmaların
dozu sürekli artıyordu. İnkârcılar tam şiddete başvuracakken) şehrin öbür
ucundan (vicdan sahibi, imanlı bir yiğit) bir adam (olan Habibi Neccar) koşarak
(nefes nefese)  geldi. (Her şeyi göze
alarak) Ey kavmim! Dedi. Bu elçilere uyunuz!” (Yâsîn: 20)

     Gelen adamın ilk
hitap tarzına dikkat edersek; kendisini hitap edilenlerden ayrı tutmuyor,
kendisini onların dışında görmüyor. İnançsızlıklarından dolayı onları
aşağılamıyor. Kendisinin de onlardan biri olduğunu evvelemirde / öncelikle
nazara veriyor. Yani demek istiyor ki, ben mensup ve bağlı olduğum toplumun bir
ferdiyim. Sizler de benim içinde bulunduğum toplumun birer ferdi / bireyisiniz.

     Yani bizler insan
olarak hepimiz birbirimizin kardeşiyiz. Kardeşliğimizin ebediyyen sürmesini
istiyor, bu yüzden elçilere benim gibi uymanızı canı gönülden arzu ediyorum.
İnsan olarak kardeşliğimiz, inanç kardeşliğine de dönüşsün. Dönüşsün ki,
ebediyyen beraberliğimiz devam etsin / sürsün. Çünkü hepimiz bir bütünün
parçalarıyız. Parçaya gelen üzüntü, gam, keder hepimizi üzer. Hele de süresiz
kalınacak bir yer olan Allah’ın ateşten otağı, beni dilhun eder / içim kan
ağlar. Beni de manevi ateşler içine atar.

     Halkın, bu tebliğe
karşı çıkışından ötürü perişan olan ve acılar içinde kıvranan adam:

     “Sizden herhangi
bir ücret istemeyen bu kimselere tâbi olun (uyun). Çünkü onlar hidayete
(doğruya, doğru yola) ermiş kimselerdir.” (Yâsîn: 21)

     Bu beklemedikleri
teklif ve öneri karşısında şehir halkı; koşarak gelen adamın samimi / içten
nasihat, öğüt, ikaz / ve uyarılarına yine büyük bir tepki gösterir. Koşarak
gelen adamın; bu tepkisi / bu karşı çıkışı; halkın davranışına; onları itham
etmek, suçlamak, tehdit etmek, kızmak şeklinde olmadı. Onları rencide etmeden,
incitmeden; sanki onların hatalarını kendisi yapıyor, işliyormuş gibi, bizzat
kendisini suçlamak oldu!

     “Kızım sana
söylüyorum. Gelinim sen anla!” kabîlinden; tebliğin, hakikat ve gerçeği
bildirmenin, doğru yola çekmenin, en güzel usul ve metodunu bizlere duyurup
gösteriyor.

     Muhteşem bir
tebliğ / bir duyuru, bir haber veriş düstur ve metodu.

     15 asır / 15
yüzyıl önce cereyan etmiş / meydana gelmiş olan bu eğitim, öğretim, ikaz /
uyarı tarzı, ne kadar yapıcı ve etkili.

     “Düşmanı yok
etmenin en güzel yolu, onu kendine dost kılmaktır.“

                                                                        
– 2 –

     Böylece hem düşman
yok olur. Hem de bir dost kazanmış oluruz. Bu insanca davranış; en güzel kazanma
usul ve metodudur.

     Çünkü “Bir düşman
çok, bin dost azdır.” Bir düşmanın yapacağı kötülüğü, bin dost önleyemez. Zira
herkesten habersiz ve gizli olarak yapılacak ve haberleri olmayacak fenalığı;
dostların sayı çokluğu önleyemez.

     Şehrin öbür
ucundan koşarak gelen adam (Habibi Neccar); toplumun hatasını, sanki kendisi
yapmış gibi, onların şahsında kendini suçluyor, kendini itham ediyor!

     İnsanı, ne güzel
kazanım yolu. Kendi safımıza çekiş metodu. Kısaca insana, insanca yol gösteriş
tarzı. Ne diyordu o güzel adam:

     “Bana ne olmuş ki,
beni Yaratana ibadet (kulluk) etmeyecek mişim? Halbuki, hepiniz O’na
döndürüleceksiniz.” (Yâsîn: 22)

     “O’ndan başka
ilâhlar (Tanrılar) mı edineyim? O çok esirgeyici Allah, eğer bana bir
zarar  dilerse onların (putların) şefaati
bana hiçbir fayda vermez, beni kurtaramazlar.” (Yâsîn: 23)

     “İşte (asıl) o
zaman ben apaçık bir sapıklığın içine gömülmüş olurum.” (Yâsîn: 24)

     “Şüphesiz ben,
Rabbinize inandım, beni dinleyin.” (Yâsîn: 25)

     Halk, bu sözleri
dinlemeyip o zâtı taş yağmuruna tuttular! Şehit ettiler! Fakat tam öleceği
esnada ona:

     “Gir cennete!
Denildi. ‘Keşke, dedi. Kavmim, Rabbimin beni bağışladığını ve beni ikrama
mazhar olanlardan (ikram edilenlerden) kıldığını bilseydi!’ ” (Yâsîn: 26, 27)

     Dikkat edersek, bu
durumda bile, şehrin öbür tarafından gelen adam, halkı suçlamıyor, onlara ta’n
etmiyor / onları kınamıyor, tahkirde bulunmuyor, onlara belâ okumuyor. Onların
hiçbir şeye lâyık olmadıklarını söylemiyor. Cezaya çarptırılmalarını istemiyor.
Sadece üzülüyor ve keşke gerçekleri görebilseydiler diye hayıflanıyor.

     “Demek kavmini
unutuvermemiş, kin ve intikam duygusu da beslememiş, düşmanlarına bile merhamet
eden evliya ruhu ile istemişti ki, kendisinin erdiği mutluluğu bilseler de,
cinayetlerine, küfürlerine tevbe edip iman ve ibadet yolunu tutsalar, Allah
yolunda fedailik etseler. Bununla beraber bu temenni, haklı bir öğünme
mânâsından (da) uzak değildir.” (Elmalılı M. Hamdi Yazır)

     Tıpkı Hz.
Muhammed’in Taif dönüşü kışkırtılmış çocukların taş yağmuru altında ayakları
kan revan içindeyken bile, kavmi için “Bilmiyorlar!” diyerek onlar hakkında
belâ istememesi gibi.

     Ayrıca, bugün
kendisini anlamayanların çocukları içinden, kendisini anlayanların
çıkabileceğini  düşünerek, kavmin başına
belâ ve musibet gelmesini istemiyor.

      Ne büyük bir
şefkat, nasıl bir hikmet, hizmet, metot ve usûl anlayışı.

 

                   
İşte insanı kurtaracak, Kur’an Yolu bu!

                    Yol
göstericilerin, en büyük Ulvî Kutbu.

Önceki İçerikElimizden Alınan Gurur Abidelerimiz
Sonraki İçerikDeğerli Devlet Adamı Rahmetli Alparslan Türkeş’in Ardından…
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.