Mustafa Karaca, ülkücü olmanın çilesini çekmiş, taş medreselerde
eğitim görerek kemâlâtını artırmış bir vatan evlâdıdır. 13,5 X 21 santim ölçülerinde 128 sayfalık
eseri ile hapishane edebiyatını zenginleştiriyor.
Okuyucunun göz kapaklarına
kederli bir sıcaklık, göz yuvalarını yakan ve ıstırap veren bir ıslaklık ve
boğazda düğümlenen iç çekişlere davetiyeler çıkaran bir eser… İlk yarısından
sonrası saadetlerle ve kısmen de hüzünlerle dolu bir roman havasında…
Temelinde İslâm bulunan
kültürümüzün hasletlerine sâhip insanların dayanışması, sevgi-saygı dolu
hayatı, ‘insanların en hayırlısı
insanlığa hizmet edendir’ hadisine uygun işler yapmak için çırpınışların
okuyucuyu sayfalara bağlayan hikâyeleri… Ülkücülerin vatan sevgisi, millet
aşkı, hiç boşalmayan bir heyecan küpüdür.
Bu gençlik vatan için
kurşunlanmayı, millet için hançerlenmeyi göze alacak şuuru kimden tevarüs
etmiştir? Bu sorunun cevabı ancak ve ancak; ‘Asil ve necip Türk milletinin mayasından…’ cümlesi ile verilebilir.
Ölümün Utandığı An, candan aziz vatanımızda, dış desteklerle
palazlandırılmaya çalışılan çarpık ideolojilerin sebebiyet verdiği iç kanamayı
durdurmak için kendi kanlarını… sâdece kanlarını değil, canlarını feda
edenlerin romanıdır…
Onlar için aynı yere bakıp aynı
şeyleri görmek yeterli değildir. Bir bütünün parçaları olanlar, aynı yere
bakarken aynı şeyleri düşünürler. İyi günde kötü günde birlikte olurlar.
Sevinçleri paylaşıp çoğaltırlar, ıstırapları paylaşıp azaltırlar.
Mustafa Karaca, bu insanların
dünyasını, 12 Eylül 1980 öncesindeki ve sonrasındaki olaylarla anlatıyor.
Herkesin anlayabileceği bir dille…
İdam sehpasına yürümeye dakikalar
kala; yanık ve içli bir sesle okunan Yasin-i Şerifler… Duygulu ve davudi
seslere, asırlık ve küf kokulu duvarlarda bulunan gözyaşı mesabesindeki
rutubetler de eşlik ediyorlar. Dava arkadaşlarının yürekleri dağlanırken
gelinliğini giymiş idam mahkûmu, şakin ve mütevekkildir. Allah’tan gelen safhaya
da cefaya da ‘eyvallah’ diyen inanç abidesi
arkadaşlarına veda eder: ‘Ülkümüzün
çilesi büyük. Davası, çilemizden de büyük. Davayı sizler sahipleneceksiniz.
Gözüm arkada kalmadan gidiyorum. Allah yar ve yardımcınız olsun!’ Metanetle
ilerleyip önündeki sehpaya, zorlu bir mücadelenin galibi olarak madalyasını
almak üzere şeref kürsüsüne çıkar gibi çıkıyor. O zaten idam kararını düğün davetiyesi
olarak kabul etmişti.
Arkadaşı gibi idamını bekleyen
yazarın duyguları da 74. sayfada.
Dayak ve falakanın olmadığı bazı hapishanelerde
üretken akıllar, koğuşları atölye hâline getiriyorlar. Ürettiklerini satıp para
kazanıyorlar ve ailesi fakir olan arkadaşları ile paylaşıyorlar. Dergi
çıkarıyorlar, hikâye ve roman yazıp esarette hürriyeti yaşıyorlar.
Hapiste olup da firar düşünmeyen
olur mu? Olmaz elbet… Mustafa Karaca da firar plânları hazırlıyor. Önce 1,
sonra 2 derken gruptakilerin hepsi aynı planla firara teşebbüs ediyor. Macera romanlarını aratmayacak teşebbüsün
hikâyesi 96. sayfada.
Siz hiç idam mahkûmu iken tahliye
sevincini yaşadınız mı? (s:
106)
Çilekeş bir insan, bir başka
çilekeşin ıstırabını dinleyerek huzur bulur mu? ‘Ölümün
Utandığı An’, bu soruya ‘Elbette ve
bal gibi…’ cevabını veriyor. Çünkü aynı ideale gönül veren insanlar, zaten
başka türlü teselli bulamazlar. (s:
113)
‘Ölümün Utandığı An’, 12 Eylül mazlum ve mağdurlarının çilehanelerine
neden ‘taş medrese’ denildiğinin
mükemmel açıklamasıdır. Bir dava adamının… Hayır! Şuurla seçilmiş bir davanın adamı olan idealistlerin hayat
hikâyesidir.
Kitapta haklı bir davanın yılmaz
savaşçısı olan bir bayanın hikâyesine de yer veriliyor. Çıkarıldığı mahkemede
hâkimler heyetine; ‘Böyle bir mahkemede
savcı veya hâkim olmaktansa, ideali için ağır bir cezaya çarptırılmış mağdur
olmayı tercih ederim’ dercesine vakur edalı, başörtülü bir bayanın hikâyesi
dikkat çekiyor:
Elleri kelepçeliydi. İki polisin arasında,
kahramanları hatırlatır bir şekilde duruyordu. Hâline bakılırsa hiçbir şeye
aldırdığı yoktu. Utanılacak bir hâdiseden dolayı burada değildi. İşkence
yapıldığı için konsey üyelerini protesto etmişti. Etrafındaki bütün fırtınalara
rağmen yeşil başörtüsü ile ayakta kalan bir çınardı.
…….
Kadın savcılıktan çıktı, aydınlık yüzü
hararetle kızarmış ve gözbebekleri öfkeyle büyümüştü. Bu hâliyle yüzü al
şafaktan doğan güneşi hatırlatıyordu. Polislerin, ‘Yukarı çıkılacak bacım’ dedikleri duyuldu. Sorgu hâkiminin odasına
girdiler. Sorgudan çıkarken ince bilekleri yeniden kelepçelenmişti. Polisler ‘Allah kurtarsın bacım’ dedi. Cevap
verdi: ‘Vatan sağ olsun!’
İki ay sonra ilk duruşma için geldi…
Askerlerden daha askerceydi. Sanki o değil de yanındakiler tutukluydu. Haklı davanın
insanları hüküm giyseler de onu mahkûm edenlerden daha hürdürler. Bu hürriyet
içerisinde O’nu görmeye gelen evlâdına gülümseyerek ‘Oğlum!’ diye seslendi. Çocuk da annesini görünce neşeyle gülümseyiverdi.
İkisi arasında bir sevinç köprüsü kuruldu. Jandarmalar çocuğuna davranan kadına
engel olmak istedi. Ama sevgiyi nasıl engelleyebilirlerdi? Birbirlerine
hasretle sarıldılar. ‘Her dediğini yaptım
anneciğim,’ diyen oğlunu tatlı bir öpücük ile sevindirdi. Kış ortasında
çiçek gören kelebek gibi kelepçeli elleriyle oğluna bir defa daha sarıldı,
öptü. Öpüşü kelebeğin çiçekleri öpüşü gibiydi. Ne gözyaşı vardı ne de hüzün. Kadının
dudaklarında sâdece hasretin getirdiği acı bir tebessüm hissediliyordu.
Duruşma salonuna girerken şayet hâkimler
cübbesinden değil de hâl ve tavırlarından, yüz ifadesinden belirlenecek olsa
görenler kadını hâkim sanırdı. Oysa sanık sandalyesinin önündeydi ve ayaktaydı.
Beyaz başörtüsü ile Hakk’ın berraklığını temsil ediyor gibiydi. Ülkü çiçeği
özgür kalmak için fırtınaya direniyordu.
Hâkim, ‘Kızım
senin neyine gerek bu kadın hâlinle konseyi protesto ediyorsun,’ dedi.
Kadın gülümsedi: ‘Büyümekte olan her
haklı davanın savaşçılarına böyle derler mevcut sistemin savunucuları. Ama
bilmezler ki büyük davanın temelinde acılar ve fedakârlık yatar.’
Hâkim yutkundu. Oysa salacaktı onu, şikâyet
geri çekilmişti. Ama kadında pişmanlık yoktu, ‘Türküm’ diyen insanların Türklük adına ülkücülere nasıl zulüm
ettiklerini haykırıyordu.
-Bak kızım, senin beyin de solcular
tarafından öldürülmüş.
-Öldürülmedi efendim, şimdi sözde vatanı
kurtaranlar bir zamanlar eğleniyorken o, bu vatan için şehit oldu.
Hâkim ne diyeceğini bilemedi. ‘Neyse, bak bir de çocuğun var’
diyebildi.
Kadın, herkesi hayrete düşürür halde aniden
yükseldi: ‘Benim sizlerin acımasına
ihtiyacım yok. Çünkü sizin acımanız zulümdür. Allah yanımızda, davamız Allah’ın
davası. Er geç zafere ulaşacağız.’
Daha çok şey söylemek istedi ama hâkim dinlemedi.
Büyük bir kızgınlıkla yerinden kalktı ve ara verdiğini söyledi. Karara
çekildiler. Kadın ise sadece oğluna gülümsedi. Hiç korkusu yoktu. Jandarmaların
arasında yürürken çocuğuna; ‘Beni evde
bekle’ dedi. (s: 117-122)
BİLGEOĞUZ YAYINLARI:
Alemdar
Mahallesi Molla Fenarî Sokağı Nu: 35/B Cağaloğlu, İstanbul. Tel: 0.212-527 33
65 Belgegeçer: 0.212-527 33 64 Whatsapp hattı: 0.553-129 86 86 E-posta: bilgekitap@gmail.com
WEB: www.bilgeoguz.com
MUSTAFA KARACA 1954 yılında Hatay ın Reyhanlı ilçesinde 1979 Alperen ve Azade isminde iki evlâdı var. Bir |
KUŞBAKIŞI
HÂLİT ZİYA
UŞAKLIGİL’DEN ÜÇ ROMAN:
KIRIK HAYATLAR, AŞK-I MEMNU, MÂİ VE SİYAH
Halit Ziya Uşaklıgil, (1865-1945) babası
Hacı Halil Efendi gibi, batı kültürüne uygun bir hayat tarzını benimsemişti.
Katolik rahiplerin okulunda, özel dersler aldığı ecnebi hocalarından ve onların
tavsiyesi ile okuduğu kitaplardan büyük ölçüde etkilenmişti. Hayat felsefesini
romanlarına aynen intikal ettirdi. Hakkında; ‘Dünyaya roman yazmak için gelmiş yazar’ dedirtecek ölçüde
başarılıdır. Romanlarını, sosyal mesaj vermek gibi bir hedefi olmaksızın
yazmıştır.
Uşaklıgil’in Mâi ve Siyah ile Aşk-ı Memnu
isimli romanları 1938 ve 1939 yıllarında, müellifi tarafından iki defa sadeleştirilmişti.
Eserleri yayına hazırlayan Selçuk
Karakılıç üçüncü defa sadeleştirmemiş, dipnotlar şeklinde ‘Açıklama ve notlar’ koymuştur.
Uşaklıgil 60 yıllık yazı hayatında 50 eser
yazmıştır:
Romanları: Sefile (1886), Nemide (1889), Bir Ölünün
Defteri (1890), Ferdi ve Şürekası
(1894), Mâi ve Siyah (1895), Aşk-ı Memnu (1925), Kırık Hayatlar (1924), Nesl-i
Ahir (1925), Hikâyeleri: Bir Muhtıranın Son Yaprakları, Bir İzdivacın Tarih-i Muaşakası, Deli, Bu muydu?, Heyhat, Bir Yazın Târihi, Solgun Demet, Bir Hikâye-i
Sevda, Hepsinden Acı, Onu Beklerken, Aşka Dâir, İhtiyar Dost, Kadın Pençesi, İzmir Hikâyeleri. Mensur
Şiirleri: Mezardan Sesler, Sepette Bulunmuş, Mensur Şiirler. Tiyatro
Eserleri: Füruzan, Fare, Kâbus, Hatıra Yazıları: Kırk Yıl (5 Cilt), Saray ve Ötesi (3 Cilt), Bir
Acı Hikâye. Edebiyat Teorisine
İlişkin Eserleri: Hikâye, Belâgat Kitabı. Deneme: Fransız Edebiyatının
Numune ve Tarihi, Hikâye ve Temaşa,
Yunan Edebiyatı, Lâtin Edebiyatı, Alman Tarihi
Edebiyatı, Fransız Tarihi Edebiyatı, Sanata
Dair. Küçük Fıkralar (3 Cilt)
***
Ötüken Neşriyat tarafından yayınlanan 1549.
kitap olan Aşk-ı Memnû (Yasak Aşk)
12 X 19,5 santim ölçülerinde 469 sayfadır. Uşaklıgil’in en başarılı romanıdır.
Romanın çok kalabalık bir kadrosu vardır. Dramatik gerilimde iç çatışmalar başarılı
bir şekilde sayfalara aktarılmıştır. Romanda Nihal ve Bihter’in birbirine
paralel olarak gelişen hikâyesi anlatılmıştır.
Romanın kahramanları, aşktan başka dertleri
olmayan, varlıklı, hazır yiyen, Batılı hayat tarzına düşkün kişilerdir.
Firdevs Hanım, eğlenceye düşkün, genç ve
güzel görünme heveslisi, lüks yaşamayı seven bir annedir. Eşinin ölümünden
sonra Peyker ve Bihter adlarındaki iki kızıyla yaşamaktadır.
Romanın diğer kahramanı Adnan Bey varlıklı,
kültürlü, kibar bir beyefendidir ve duldur. Bir gün Firdevs Hanım, iki kızı ile
sandal gezintisi yaparken Adnan Bey tesadüfen sandalıyla yakınlarından geçerken
Bihter’i görür ve çok beğenir. Firdevs Hanımdan küçük kızını ister. Anne ve
kızı, lüks içinde ve rahat bir hayat yaşamak düşüncesiyle aralarındaki yaş
farkına rağmen bu teklifi kabul ederler. Önceleri iyi ve güzel olan hayatları
renk değiştirir. Adnan Bey, yaşlanması sebebiyle Bihter’in gezmek, eğlenmek
gibi ihtiyaçlarını tam karşılayamaz. Adnan Bey’in yalısında onlarla birlikte
kalan kardeşi Behlül çok çapkın biridir. Bu delikanlı, yengesi olan Bihter’le
ilgilenmeye başlar. Az zamanda Bihter’le Behlül arasında yasak aşk başlar, sık
sık birlikte olmaktadırlar. Bunu fark eden Firdevs Hanım Behlül’ü Bihter’den
kıskanmaktadır. Bu yüzden Adnan Bey’in kızı Nihal ile Behlül’ü evlendirme
fikrini ortaya atar. Bu fikri zaten Bihter’den sıkılmaya başlayan Behlül kabul
eder. Nihal, Behlül ile Bihter arasındaki ilişkiyi daha önceden fark etmiştir;
ancak nişanlanmayı kabul eder. Olaylar, başladığı gibi devam etmez, sürprizler,
intiharlar, ölümler, istenmeyen durumlar peş peşe gelir…
***
Ötüken Neşriyat’ın 1550. yayını olan aynı
ölçülerdeki, 472 sayfalık Kırık Hayatlar
isimli roman o dönemin usullerine
göre önce tefrika hâlinde yayınlandıktan sonra 1924 yılında kitap kitap olarak
okuyucuya sunuldu.
Romanda yanlış anlaşılan batılılaşma, bozulan
dağılan, kırılan hayatlar ve çeşitli aile trajedileri anlatılmaktadır. Romandan
çıkarılan hüküm: Tatsız bir neticeye varan ilişkilerin tek sorumlusu yoktur.
Tek bir sebebi de… Üzüntülerin dramların kırılmış hayatları sebepleri
derinlerdedir ve pek çoktur.
***
Yayınevinin 1551. Kitabı olan Mâi ve Siyah Uşaklıgil’in İstanbul’a
yerleştikten sonra Servet-i Fünûn döneminde yazdığı ilk romandır. Romanın ana
karakteri, Servet-i Fünûn neslinin sembolü olan Ahmet Cemil’dir. O’nun şahsında
Servet-i Fünûn kuşağı anlatılmaktadır.
Mâi, hayali; siyah gerçeği temsil eder. Roman,
gerçeğin galip gelişi ile son bulur.
Romanın süslü ve sanatlı bir anlatımı
vardır.
Türk edebiyatı tarihinde ‘batılı standartlara uygun ilk büyük roman’
olarak değerlendirilir.
ÖTÜKEN NEŞRİYAT A. Ş.
İstiklal
Caddesi, Ankara Han Nu: 63/3 Beyoğlu 34433 İstanbul Telefon: 0.212- 251 03 50
Belgegeçer:
0.212-251 00 12 e-Posta: otuken@otuken.com.tr www.otuken.com.tr
BU YIL
ROMANINI YAZIYORSUN
Roman yazmak önce kabiliyetle desteklenen
istek ve kararlılık meselesi olsa gerek. Bu ikisi varsa, çok okumak, yazmak,
yeniden yazmak ve yeniden yazmak için, azimle desteklenen sabır…
Bunlar da varsa, Walter Mosley tarafından yazılan, Oğuz Tecimen tarafından dilimize çevrilen kitap, büyük faydalar
sağlayacaktır.
13, X 19 santm ölçülerinde, 102 sayfalık
rehber kitapta; detaylarda kaybolmadan bilinmesi gereken temel meselelerin
çıkış yolları veriliyor. Romanını nasıl yazacağına dair programın ana hatları
çiziliyor.
Tanınmış Amerikalı yazar Walter Mosley
bugüne kadar elliye yakın kitaba imza attı, pek çok mükâfat kazandı. Otuz yıllık tecrübesinin ürünü olan Bu Yıl Romanını Yazıyorsun isimli
eserinde anlatıcı sesi, olay örgüsü, karakter gelişimi ve romanın iskeleti ile
öteki unsurlarının yanı sıra, yazma alışkanlığını sağlamlaştırmaya ve bir
romanın yazılış sürecine dair pek çok meselenin cevabı var.
Başlangıçta belirtilen şartlara sâhip olan
herkes roman yazabilir. Oğuz Tecimen’in tercüme ettiği kitabı okumakla işi
kolaylaşır, zamandan tasarruf eder.
NOTOS KİTAP:
İnönü Caddesi, Târık Zafer Tunaya Sokağı. Nu:
11/6 Beyoğlu. İstanbul. Telefon: 0.212-243 49 07
Belgegeçer:
0.212-252 38 05 e-posta: info@notoskitap.com // www.notoskitap.com
OTOPSİM
Daha ziyâde aile hikâyeleriyle tanınan Jean-Louis Fournier bu romanında otopsi
masasına kendisini yatırıyor: Aşkları, eşi, iş hayatı ve unutamadığı
hâtırâlarını anlatıyor. Bu işi tatlı bir ironi ile yapıyor.
Eserden birkaç satır:
‘Hey!
Buraya bakın! Mösyö Fournier öldü. Fakat hissetmeye, hatırlamaya ve anlatmaya
devam ediyor. Cesedi otopsi masasında… Hâlâ yakışıklı. Üstelik mizah
anlayışından da hiçbir şey kaybetmemiş.’
Aysel
Bora’nın
dilimize çevirdiği roman, 13,5 X 21 santim ölçülerinde, 128 sayadır.
YAPI KREDİ KÜLTÜR SANAT YAYINCILIK:
İstiklal
Caddesi Nu: 161-161/A Beyoğlu 34433 İstanbul. Telefon: 0.212-252 47 00
Belgegeçer:
0.212-293 07 23 www.ykykultur.com e-posta: ykypazarlama@ykykultur.com
KISA
KISA… KISA KISA…
1-BİTPAZARI: Nilay Dalyan /
Tekir Kitap.
2-HAYATA DÖN: Gülseren
Budayıcıoğlu / Remzi Kitabevi.
3-MADALYONUN İÇİ: Gülseren
Budayıcıoğlu / Remzi Kitapevi + Doğan Kitap.
4-SUYA
YAZILAN: Fazıl Say / Romancı Yayınları.
5-JÖN
TÜRKLER: Feroz Ahmed-Tansel Demirel / Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.