Büyümenin Neresindeyiz? Şeffaf, Hesap Verebilir ve Rasyonel Olmak

90

Fransa’da doktorasını yaparken başarısından dolayı Paris’te
Türk Bayrağını üniversitesinin gönderine çektiren Türkiye’nin yazarı
Nurettin Topçu şöyle diyor “Büyük adam, eseriyle hayatını birleştiren adamdır.
Biz onda şu vasıfları arıyoruz; önce bütün ömründe aynı kanaatin, aynı imanın
sahibi olan adamdır. Devirlere, zaruretlere, cemiyetlere göre değişmez,
muhitine uymaz, muhiti kendine uydurur, uydurmazsa çarpışır. Cemiyetten
kuvvetlidir, cemiyetin sürükleyicisidir.

Günümüzde böyle örnekler vermek için hemen tarihe uzanır,
yaşadığımız zaman diliminden uzaklaşırız. Ya asr-ı saadetten örnek insan
seçeriz, ya Hazreti Ömer adaletinden veya Fatih Sultan’ın cehtinden,
bilgisinden, şiirinden, Ebussud Efendi’nin fetvalarından misaller verebiliriz. Bunları
verirken örneklemeyi hep kendimizle örtüştürme gayreti içine girilir.
Dolayısıyla iki taraf da ne Nazım’ı geçebildi, ne Akif’in önüne çıkabildi. Hep
miras yedi oldu yönetimler ve yöneticilerle, onların muhatabı olan kitleler.

 

Bin Kere Düşünmek, Bir
Kere Söylemek

Gücü elinde bulunduran siyasi irade bir bakıma kurumların
güvenirliğini zedeledi. Kamuoyu araştırmalarında görülüyor ki %100 güven veren
bir kurumumuz kalmadı. Daha önce üst sıralarda olanlar bile gerilere düştü;
adalet ve yargı gibi. Bunun sebebi de liyakatin yerine sadakatin geçmesi diye
özetleyebiliriz. Öyle ki bu konudaki ithamlar da sertleşti, sivrileşti. Sadece
kendileri yorulmadı bu süreçte, toplumu da, kurumları da yordular. Herkes gördü
ki “güven” verilmedikçe hiçbir şey olmuyor. Her şey tartışılar hale geliyor.
Bugün böyle bir hayat içinde yuvarlanıp gidiyoruz. Bu gelişmelerde kimlerin ne
kadar sorumluluğu var, biz bunların neresindeyiz, acaba düşünebiliyor,
algılayabiliyor muyuz?

 

Türkiye’de ve dünyada adeta hedef haline gelen “Müslüman, İslam,
toplum” bile tartışılır hale geldi. Eğer siz yanmayan kefen ve namaz kıldıran
seccadeye müsaade edip kayıt dışı din adamı tüccarlara imkan ve fırsat verirseniz
olacağı da bu, gelinecek nokta da bu. Keşke din ve siyaset ilişkisi iç içe
girmeseydi. Gücü dağıtmamak adına, din istismarcılığına fırsat verilmeseydi.
Onlara televizyon ekranları teslim edilmeseydi, holdingleşmelerini görmezden
gelmeseydik. Çünkü nesillerin din algısı yara aldı. Tahrip edildi. Hurafeler
öne çıktı. İnsanlarımızın safiyeti ve bilgisizliği hoyratça kullanıldı.
Siyasetçiler dini otorite gibi yükseldi. Diyanet sus pus kaldı. Dindar diye
bilinen kimselerin özel hayatlarında, insan ilişkilerinde sergiledikleri
kabalıklar, görgüsüzlükler, çarpıklıklar, din ile bağdaşmayacak davranışlar,
dini duyguların önüne geçen çıkar hesapları toplumu gerdi. Bu tiplemelerin
cerbezesinden de korkuldu. Bunların yüzünden güzel dinimiz ve güzel
insanlarımız bedel ödüyor. Neticede problemli alanlarımız azarak arttı.

 

Bu da Geçer Ya Hu!

Akp lideri Recep Tayyip Erdoğan bu grupları ve insanları
toplumda en iyi bilenlerden biridir. Cumhurbaşkanı bunların ağzına biber
sürmezse, bir başkası bu konuda değişik ithamlara maruz kalacağından veya bir
başka damga yemekten çekineceğinden mesafe koyuyor. Amerika’da, Almanya’da,
Fransa’da, Güney Kore’de birçok tarikat vardır. Hiç biri devlet içinde örgütlenememiştir.
Hem siyasi kültürün demokratikleşmiş olması, hem sağlam ve güvenilir denetim ve
denge mekanizmaları buna izin vermez. Bizde ise kurallar, hatta anayasa delinebiliyor.
Tarihi vesikalarda da sabittir ki İslami veya gayri İslami dini bütün kanaat
grupları “cemaatler nizamnamesine” göre Osmanlı’da siyaset ve ticaret hariç her
türlü özgürlüğe sahipti.

Hep Osmanlıyı misal veren günümüzdeki siyasiler, yeniden de
öte yepyeni Osmanlıcılık akımının öncüleri olduğunu iddia edenler bunu nedense
görmezden geliyor. Liderlerini 2. Sultan Abdülhamit Han ile örtüştürerek, tehlikeli
bir hataya düşüyor; farkındalar veya değiller Bunlar İttihat ve Terakki’nin
şahsında bir anıt müellif Mehmet Akif Ersoy düşmanlığına kadar götürüyorlar.
Sebebi de Mehmet Akif Ersoy’un İttihat ve Terakki Partisi üyesi olması! Böyle
bir görüşe sıcak bakan bir meclis başkanına hatırlattım; Vatan Şairi Namık
kemal, büyük İslam alimi Bediüzzaman, Osmanlı Cihan Devletinin son zaferine
imza atarak İngilizleri ağır bir yenilgiye uğratan Kutülamare Komundanı Halil
Kut Paşa, Kutsal Emanetlerin muhafızı (ki sonradan bütün bunları Mekke’den
İstanbul’a getiren) Fahrettin Paşa da, o dönemin bütün aydınları İttihatçı idi.
“Bunlara ne diyeceksin?” diye sordum. “Yorum yok” diye cevap verdi. Dolayısıyla
onların da kafaları, kendi öncüleri ve öncülükleri adına karışık.

Günümüzde 45. vefat yıl dönümünde andığımız Nihal Atsız’ın
Türk Ülküsü’nden öğrendiğimiz kadarıyla Gök Sultan dediğimiz ve ülkemizi 33 yıl
yöneten 2. Sultan Abdülhamit Han bu tartışmalar içinde kalınca halife olmasına
rağmen bor içtiği, sarayda opera izlediği, sürekli İngiltere’den getirttiği
hafiye romanlarının etkisinde kalarak fikri özgürlüklere müsaade etmediği,
eleştirilere tahammül edemediğinden dolayı sürekli aydınların tutuklandığı
gerçeği ortaya çıktı. Görüldü ki sevgi bir de bakmışsınız eleştiriyi peşinden getiriyor.
Bununla şöyle bir gerçek ortaya çıkıyor gerektiği kadar sevmek, gerektiği kadar
eleştirmek, gerektiği kadar değerlendirmek.

 

Bir İleri Bir Geri Değil;
Hep İleri Olmalı

Çünkü son birkaç senedir Türkiye’de toplumumuz siyaset ve
zihniyet krizi yaşıyor. Kararlar akla, ilme, ileriye göre değil kanaatlere göre
alınıyor. Komplo teorileriyle kurumsallaşan bir yapıya doğru gidiliyor.
Stratejik bir planlama yok veya varsa da bilinmiyor, uygulanmıyor. Akılcı
davranılmıyor. Oysa bilinen bir hakikat ki yöneticilerin, sorumluluk almış
kişilerin bilgiye sahip olmaları ve istihdamda liyakate sahip bulunmaları
gerekiyor. Başarı ve başarısızlıkların ölçüsü eğitimin kalitesi, teknolojik
yenilenme kapasitesi, kurumların rasyonel çalışması, hukuk düzeninin iyi işlemesi,
toplumun kendi içinde barışık olması, özgürlüklerinin sağlanmasıyla mümkündür.
Bunlarla ancak zihin açıklığıyla gelinebilir. Bunun ölçüsü de Dünya Ekonomik
Formu WEF’in rekabet gücü raporlarıdır.

Türkiye 2014 yılında 64. sıradaydı 2019 yılında ise 71. sıraya
düştü. Dünya Adalet Projesi‘nin Hukuk Devleti sıralamasında ise 2014 yılında
bir üzerinden 0.50 iken, 2020 yılında 0.43’e düştük. Bununla dünyada 107. sırada
olduğumuz görülüyor. Sadece bunlar olsa iyi. Bir örnek daha vermek istiyorum;
Uluslararası Şeffaflık Derneğinin açıklamasına göre, Türkiye 2003’te 133 ülke
arasında 77. sırada iken, 50. sıraya kadar yükselmişti. 2019 yılında ise
ülkemiz 180 ülke arasında maalesef 91. sıraya geriledi! Şeffaflaşma,
özgürlüklerin ve yolsuzlukların azaltılması yönündeki çalışmalar ihmal edilirse
böyle bir fatura ödemek ve dünya sıralamasında gerilere düşmek gibi bir resim
ile karşı karşıya kalınabiliyor.

Bununla da bitmiyor özgür birey, açık toplum ve hukuk
devleti kavramları hayati ehemmiyet arz ediyor. Gücü ve iktidarı tahkim etmek
yerine demokratik kurumları güçlendirmeliyiz. Çünkü son birkaç senede
Türkiye’nin kurumsal kapasitesi, toplumsal ve siyasal enerjisi ve ekonomik gücü
gözle görülebilecek kadar zayıfladı. Kurallar ve kurumlar ilkesine yani modern
hukuk devleti standardına dönmek ve yönelmek zorundayız. Kul ve kamu hakkını
hep önde tutmalıyız. İnatlaşmaktan vaz geçilmeliyiz. Daha iyisi bulunduğunda
değişimlere gönüller ve siyasetler açık olmalıdır.

 

Unutmayanlar

Bugün Sokrat’ı hatırlamayan yok. Atina’da yargılanırken
insana endeksli doğruluktan, hukuktan ve haktan vazgeçmedi. İdama mahkûm oldu.
Onu idama mahkum eden hâkim ve o dönemin yöneticisi veya kralı kimdi? Hiç
kimsenin aklına bile gelmiyor, bilinmez oldu gitti. Oysa Sokrat’ın Savunması
hala basılıyor, alakayla okunuyor, hakkında bilimsel araştırmalar yapılıyor.

Bir de doğudan örnek vermek gerekirse Gandi de olabilir,
Nehru da ve Cinnah da olabilir. Ama bir başkası var ki; Türkiye’de “Ölümsüz
Müdafaa” adıyla neşredilen eserin sahibi ve idamı istenilen savunmanın
kahramanı. Bu savunmayı yapan Türk’ün İstiklal Savaşı’na evdeki ziynetlerini
göndererek katkı veren, gerçekleşen Bağımsız Türkiye Cumhuriyeti tecrübesiyle
Pakistan’a istiklalini kazandıran (1947) inanmış insanların temsilcilerinden Mevlana
Ebul Kelam Azad veya Ahmet adıyla bilinen büyük alim. İngiliz sömürgesi
altındaki Hindistan’da Londralı hakimlere karşı ölümü hiçe sayarak ülkesinin
istiklalini savunuyor, katliamların durdurulmasını, emperyalizmin
nihayetlenmesi istiyor. Ölümün hiçlik olmadığını biliyor ve gerektiğinde bu
canın feda edilmesinin farkında. Bu savunma önce Ömer Rıza Doğrul tarafından
Osmanlı Türkçesine, sonra Dr. Bekir Turgut tarafından günümüz Türkçesine
tercüme edilerek neşredildi. Hala da yeni baskıları yapılıyor.

Unutulmaması icap edenler unutulmuyor işte. Aradan onca
zaman geçse de.

 

En Saygın İslami Araştırmalar
Merkezi Nerede?

Her şeye ve bütün bunlara rağmen Türkiye bölgesinde ve İslam
coğrafyasında örnek bir ülke. Ama onca açılan İlahiyat Fakültesi ve İmam Hatip
Okullarına rağmen dünyanın en tanınmış, itibarlı, referans gösterilen, tercih
edilen İslami bilimler merkezleri Türkiye’de değil, Müslüman devletlerde hiç değil.
Oturup ciddi ciddi düşünmemiz gerekmiyor mu? Peki nerede? Ciddi İslami ilim çalışmaları
öncelikle İngiltere (Oxford ve Cambridge) ile Amerika (Chicago ve New York )
Birleşik Devletlerinde. Üstelik daha geçen hafta İstanbul Marmara
Üniversitesi’nde dini bütünselliğin takviyesine yönelik statükocu girişimin saldırılarıyla
Prof. Dr. Mustafa Öztürk’ün tartışılabilecek görüşlerinden dolayı kellisinin
istenmesi ve istifaya zorlanması ilim kanallarını tıkadı. Batının engizisyon
mahkemelerini hatırlattı. Fotoğrafımız ortada; dolayısıyla İslami ilim merkezi
de hiçbir İslam coğrafyasında değil. Buna bizim kadar en az YÖK’ün üzülmesi
gerekirken pek de önemsemedi bile. Başkanı ve bütün üyeleri nasılsa rahatlar, maaşlarını
alıyorlar, protokolde de en üstteler!

Bütün bu yaşadıklarımız büyümemizin ve gelişmemizin de
çıtasını gösteriyor. Mutlu muyuz? Hayır. Peki çözümü? Demokrasi, hukuk devleti,
ilim, şeffaflık, insan haklarına riayet, hesap verebilirlik, liyakat, fikir ve
inanç hürriyeti, kamu ve kul hakkını gözetmekle ortaya çıkıyor. Yeri
doldurulmazsa miras yediciliğimiz devam edecek, bunlar ısıtılıp ısıtılıp
gündeme gelecek ve Nurettin Topçuları daha çok arayacak, örnek vermeye devam
edeceğiz.