Oğuz Çetinoğlu: Diller statik (durgun) değil, dinamik (devamlı hareket
hâlinde) bir yapıya sâhiptir. Aynı zamanda yeni kelimelere de ihtiyaç vardır.
Sizinle hareketliliğin sınırını ve yeni kelimelere olan ihtiyacın karşılanması
mes’elesini konuşmak istiyorum. Umûmî mâhiyetteki bir değerlendirmenizle mülâkatımıza
başlayabilir miyiz?
Yesevîzâde Alparslan Yasa: Bütün diller gibi Türkçenin de, her zaman ve giderek
artan ölçüde, yeni mefhûmlar için yeni kelimeler (bilhassa ıstılâhlar)
teşkîline ihtiyâcı olduğu aşikârdır. Mâmâfıh, hakîkî bir ihtiyâçtan
bahsedebilmek için, yeni kelimenin yeni bir mefhûmu karşılamak için teşkîl
edilmiş olması lâzımdır.
Çetinoğlu: Okuyucularımız için ‘ıstılâh’
kelimesini izah eder misiniz?
Yasa: “Istılâh” (“terim” < Fransızca “terme”); ilmî, teknik, meslekî herhangi
bir sâhaya âid bir mefhûmu, o dili konuşanlar arasında yanlış anlamalara ve
ihtilâflara meydan vermiyecek şekilde iyi tesbît ve târîf eden kelimedir.
Çetinoğlu: Teşekkür ederim. Türkçemizde sâdece ihtiyaç hâlinde mi
kelime türetiliyor?
Yasa:
Maâlesef, hayır! Vazıyet tam tersidir: Türkçede, bir asra yaklaşan bir
zamândır, yeni mefhûmlar için kelime türetmekten ziyâde, bir takım ideolojik
sâiklerle, asırlardır Târîhî Türkçenin malı olmuş İslâm Medeniyeti kaynaklı
kelimeleri dilden tasfiye gayreti içinde, mütemâdiyen ve planlı bir şekilde
onların yerine yeni kelimeler ortaya atılmakta ve bunlar resmî dayatmalarla
yaygınlaştırılmaktadır. Istılâhiyât sâhası ise, kasd-ı mahsûsayla ve neredeyse
bütünüyle Fransızca veyâ “Frenkçe”ye terkedilmiştir…
Çetinoğlu: Sözünüzü keseceğim için özür dilerim! ‘Târihî Türkçe’den kastınız nedir?
Yasa: Kısaca,
Osmanlı veyâ İstanbul Türkçesidir. Sâdece “Türkçe” demememizin veyâ “İstanbul
Türkçesi”nden ziyâde “Târihî Türkçe” tâbirini tercîh etmemizin sebebi, 1930’lu
senelerden îtibâren inşâ edilen, Türkçe, Fransızca ve uydurma kelimeler ve
uydurma kaideler halitası sun’î, uydurma bir dil olduğu hâlde mürâîce
“Öztürkçe” tâbir edilen ve 1960 Darbesiyle Resmî Dil yapılan köksüz, zevksiz,
alafranga dille zıdlaşmak, onu reddetmek ve bu Uydurmacanın karşısında târihin
deriliklerine kök salmış, Anadolu Türkçesi düşünüldüğünde bin sene, ona da
temel olan dil düşünüldüğünde binlerce sene gerilere giden bir târihî vetîre
içinde teşekkül etmiş, bu vetîre içinde zenginleşmiş, incelmiş, derinlik
kazanmış, büyük bir kültür dili hâline gelmiş bir Türkçemizin, sağlam mantıklı,
büyük ifâde kudretini hâiz, zarîf bir
dilimizin, hakîkî Türkçemizin mevcûd olduğunu vurgulamaktır.
Çetinoğlu: Teşekkür ederim. Lütfen devam eder misiniz?
Yasa: Yeni
olarak ortaya atılan kelimelerin büyük bir kısmı Uydurma kelimelerdir
(“barbarismes”). Çünkü türetme veyâ teşkîl kaidelerine aykırıdırlar.
Çetinoğlu: Misal göstermeniz mümkün mü?
Yasa: Tabîi…
Meselâ -sAl, -mAn, -Ay, -v gibi
Fransızcadan (ve “Frenkçe”den) devşirme eklerle teşkîl edilen bütün kelimeler
uydurmadır. Öz-el, kamu-sal, uz-man,
öğret-men, düz-ey, yüz-ey, yap-ay, sına-v, tür-ev gibi… Kezâ fiil kökü /
isim kökü ayrımını ve ekin vazîfesini umursamadan teşkîl edilen bütün
kelimeler… Ön-em, toplu-m,
kap-sa-m,sor-u-m-lu, yük-ü-m-lü, öz-gü, il-gi-nç, orta-m, ilh… Fransız
şîvesine uygun uydurmalar: dilbilim,
toplumbilim, artsürem, anlambirim, metinlerarasılık, sözyapım, ilh… Dahası,
Fransızca, “dış-”, “eş-”, “iç-”, “ön-”,
“öz-”, ”tek-”, “yad-” gibi bir takım ön ekler ihdâsıyle dahi taklîd
edilmektedir. Meselâ exportation:
dışsatım, équivalence: eşdeğer, instinct: içgüdü, prévoir: öngörmek, autonomie:
özyönetim, monothéisme: tektanrıcılık, indéterminisme: yadgerekircilik, ilh…
Çetinoğlu: “Türkçede ‘ön ek’
yoktur.” Diyorsunuz…
Yasa:
Yoktur! Türkçe, Fransızca gibi, sondan ve önden eklemeli bir dil değildir;
münhasıran sondan eklemeli bir dildir. Fakat dilimizi Fransızcalaştırmak
kasdıyle, buna tevessül etmişlerdir. Uydurmacayı Resmî Dil yapmaya muvaffak
oldukları için, bugün “öngörmek” ve “öngörü”, “önsöz” “eşdeğer”, “eşzamanlı”
gibi ön ekli uydurmalar, hemen herkesin ağzındadır.
Bu Uydurmalarla
berâber, ayrıca, menşei 19. asır ortalarına kadar çıkan “Güneş-Dil
Sahte-Teorisi(1)” (daha doğrusu stratejisi) ile, Türkçenin kapıları
ardına kadar Fransızca kelimelere açıldığı, bunlar -“Öztürkçe” oldukları
iddiâsıyle- “okul” (<école)
kitaplarına konulduğu, hattâ (“Türkçenin de bir Hind-Avrupa dili olduğu”
iddiâsıyle) cümle kuruluşu dahi -devrik cümlelerle- Fransızcaya benzetilmeye
çalışıldığı için, Türkçe, yapısı, zevki ve kelime hazînesi îtibâriyle büyük
ölçüde Fransızcalaşma vetîresine sokulmuş, -1960 Darbesinin ardından- bu
Fransızcalaşmış, istikrârsızlaşmış, köksüzleşmiş, nesebsizleşmiş “Türkçe”ye,
“Öztürkçe” adı altında, resmî dil statüsü kazandırılmıştır. O târihten beri,
“Türkçe” (yâni resmî dil sıfatıyle Türkçe, yoksa -târîhin derinliklerinden
günümüze- kendi tabiî mecrâsında varlığını ve inkişâfını devâm ettiren Târihî
Türkçe değil), fetret (2) devrini yaşamaktadır.
Çetinoğlu: “Türkçe, ‘Hind-Avrupa dili’ değil.” Diyorsunuz. Hangi grupta
addetmemiz lâzım?
Yasa: Dilciler,
Türkçeyi, menşê bakımından, Moğolca, Mançuca, Tunguzca gibi dillerle berâber Altay
dil âilesine dâhil ediyorlar. Yapı bakımından da, “tek heceli diller (langues monosyllabiques), tasrîfî diller
(langues flexionnelles / bükümlü
diller), iltisâkî diller (langues
agglutinantes / bitişgen diller)” şeklindeki üçlü ayrıma göre, iltisâkî
diller zümresi içinde yer alıyor.
Fakat dilcilerin,
dillerin tasnîfinde belki de pek dikkat etmedikleri bir mîyâr da kültürel
yakınlıktır. Hemen her dil muayyen bir kültür veyâ birçok kültür tarafından
yoğrulmuştur. Aynı kültür veyâ kültürler tarafından yoğrulan diller, aynı dil
âilesinde mütâlâa edilecek kadar birbirlerine yakın olabilirler. Bu zâviyeden,
diller arasında kültürel akrabâlık olabilir. Tercümeyle uğraşanlar bilirler ki
tercüme işleminde en büyük zorluklardan birisi, kültürel unsurların tercümesidir.
Hâlbuki menşê ve yapı bakımından birbirinden çok farklı olan iki dil, ağırlıklı
olarak aynı kültür tarafından yoğrulmuş ise, o dillerle inşâ edilmiş metinlerin
tercümesi, aralarında müşterek olan kültürel unsurlar sebebiyle, uzak kültürlü
dillere nazaran daha kolay olabilir. Bu yaklaşıma göre, meselâ Türkçe, Arapça,
Farsça, Kürtçe gibi diller -kültürel olarak- akrabâ dillerdir.
(1)Güneş
Dil Teorisi: Türkçenin dünya târihindeki ilk dil olduğunu ve diğer bütün
(en azından) büyük kültür dillerinin Türkçeden neş’et ettiğini iddia eden
teori. 1930’lu yıllarda Mustafa Kemal tarafından desteklendi ise de, ilmî
delîllere istinâd etmediği, esâs îtibâriyle siyâsî maksadlı olduğu için diciler
nezdinde kabul görmedi.
(2)fetret: parlak iki dönem
arasındaki zayıflık devresi.
YESEVÎZÂDE ALPARSLAN Yesevîzâde 1967-1973 1978’den Anarşi H.Ü. Yine Hâcettepe Üniversitesinin Fransızca Mütercim-Tercümanlık 2002 senesinden beri, tercüme sâhasıyle, ayrıca mukayeseli Araştırma makalelerinin neşredildiği gazete ve mecmûalar: Hilâl (1967, 1975, 1980), Yeniden Milli Mücâdele (1970-1971), Millî Gazete (1974-1977), Vesîka (1976), Sebil Münteşir kitapları: Perde-Arkasında |