Öncelikle Malazgirt zaferimizin 949’ncu, 30
Ağustos zaferimizin 98’nci yıl dönümünü büyük bir coşkuyla kutluyor; vatan
topraklarımız uğruna hayatlarını seve, seve feda eyleyen tüm şehitlerimizi rahmetle
anıyor, aziz hatıraları önünde saygıyla eğiliyor, tarih sayfalarına böylesine
büyük zaferleri yazan atalarımızı minnetle yâd ediyorum.
Türklerin
İslamiyet’i benimsemesi, Alpaslan Han’ın 1071 Malazgirt Zaferiyle Anadolu
topraklarına ayak basmasıyla başlayan bu bölgedeki yaşam savaşımız, o tarihten
beri vatan bellediğimiz Anadolu coğrafyasında süregelmiş, sürmeye de devam etmektedir…
Unutulmasın ki:
‘’Milletinin tarihini bilmeyenler;
ülkesinin, milletinin geleceği ile ilgili doğru kararlar veremezler. İnsanoğlu
tarihini bildiği ölçüde değer kazanır, sahibi olduğu değerler ölçüsünde değer
üretebilir. Türklerin Muhteşem tarihi,
tarih öncesi devirlerden başlar.’’
Binlerce şehidimizin kanlarıyla sulanan
aziz vatan topraklarımızın bu yaşlı dünyaya yansıyan iz düşümünün görüntüsünde
Alparslan Han ile Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün yeri çok farklıdır.
Alpaslan Han, Anadolu topraklarının
kilidini açan, Gazi Mustafa Kemal Atatürk ise bu topraklarda Türkiye
Cumhuriyeti Devletini kurandır.
Onlar
bu coğrafyada var oluşumuzun liderleri, geleceğimize ışık tutan, en sıkışık
zamanlarımızda bizlere umut kaynağı olan aziz vatan topraklarımızın değişmez
yüzüdürler.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk 98 yıl önce
meclis kürsüsünden yapmış olduğu açıklamada, ‘Bağımsızlık benim karakterimdir diyerek’; bulunduğu coğrafyada son
nefesini vermekte olan bir imparatorluktan, sadece milletine olan güveniyle,
inancıyla bir güneş gibi doğacak Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ilk müjdesini
vermiştir.
Tıpkı ‘’Çanakkale geçilmez’’ dediğinde yanılmadığı gibi; 26 Ağustos
1922’de başlayan Büyük Taarruzda ‘’Ordular
ilk hedefiniz Akdeniz’dir’’ emriyle Yunanı denize dökerken de yanılmayacak,
İzmir Hükümet Konağına şanlı bayrağımız çekilecektir.
6 Ekim 1923’de İşgal güçleri İstanbul’u
terk ederken, tıpkı düşman zırhlılarını Sarayburnu önlerinde ilk gördüğünde
ifade etmiş olduğu gibi; ‘’Geldikleri
gibi giderler’’ söyleminde de haklı çıkacaktır.
Çünkü devletimizin kurucusu Büyük Önder
Gazi Mustafa Kemal Atatürk istiklal savaşımızın o mucizevî başarısında sadece
milletine, Büyük Türk Milletine güvenmişti.
Çünkü o büyük dahi, Türk Milleti için:
‘’Dünya
yüzünde ondan daha büyük, ondan daha eski, ondan daha temiz bir millet yoktur
ve bütün insanlık tarihinde görülmemiştir.’’
Tespitiyle milletimizin dünya tarihine o muhteşem geçmişiyle damgasını
vurduğunu çok iyi biliyordu.
Türk Milleti:
Tarih boyunca diline, dinine, ülküsüne, vatanına,
bayrağına, devletine, milletine, örfüne, geleneğine, izzet-i nefis ve haysiyetine
sahip çıkan, vakurlu ama kibirli olmayan bu üstün nitelikleriyle tarih
sahnesinde yer almıştır.
Büyüklerine saygıyı, küçüklerine sevgi ve hoşgörüyü
daima ön planda tutan, devletine her daim bağlı ve saygılı olan bu büyük
millet; tarih sayfalarında sıralamaya çalıştığım bu üstün nitelikleriyle
tanınmış; dostlarının gıpta ile izlediği, takip ettiği; düşmanlarının ise
merakla, kıskançlıkla, korkuyla izlediği bir millet olmuştur.
İşte bu nitelikleriyledir ki:
Türk Milleti yaşadığı her coğrafyada bu üstün
özellikleriyle iz bırakmış, daha Amerika kıtası keşfedilmemişken; atalarımız
üç kıtada at oynatmış, kılıç sallamıştır.
Böylesine büyük bir milletin vatan bellediği
topraklarda tabiat ananın bu büyük millete kucak açmasının, bu topraklarda
yaşayabilmesinin daima bir bedeli olmuş; Türk Milleti tarihin her döneminde
vatan bellediği toprakların bedelini kanıyla, canıyla ödemiştir.
O nedenle milletimize anamızın ak sütü gibi helal olan
bu son vatan topraklarımızla bizler arasında
kanımızla-canımızla-emeğimizle-alın terimizle hercümerç olmuş bir bağlılık
vardır.
Nasıl ki, Çanakkale Destanının yazıldığı gazi
topraklarımızda 250 bin şehidimiz pahasına, milletimizin nice kahramanlıklarıyla
düşmana diz çökmemiş isek; mazisi insanlık tarihiyle başlayan böylesine büyük
bir milletin vatan sevdası hiçbir zaman eksilmeyecek, hiçbir şer odağı
karşısında da diz çökmeyecektir.
Bu noktada soluklanıp; ardımızda kalan mazisi şanla,
şerefle dolu tarih sayfalarımıza baktığımızda, hep şu gerçekle karşılaşırız:
Türk Milletinin dara düştüğünde, en sıkıntılı, en yalnız
kaldığı dönemlerde; ’düşman vatanın bağrına hançerini dayadığında’, her türlü
ihanet, şer odakları karşısında yaşadığı toprakların kurtuluşu, özgürce yaşam
hakkı, bağımsızlığı için öne çıkan, gözünü kırpmadan tüm bunlara karşı koyan
tek bir güç vardır:
Bu güç; Büyük Türk Milletinin her şeyden önde gelen
‘Önce Vatan’ sevgisidir. Bu büyük
millet; kendisini sarıp, sarmalayan canından aziz bilip vatan bellediği
topraklara, tabiat anaya olan borcunu hep böyle ödemiştir, böyle ödemeye devam
edecektir.
Tıpkı 15 Temmuz 2016’da yaşanan o ihanet gecesinde, bu
borcunu bir kez daha şanla, şerefle ödediği gibi. Vatanın bağrına dayanan o
zehirli FETÖ hançerine kanı, canı pahasına karşı koymuş; şehitler, gaziler
vermiş ama bu alçaklar çetesinin vatan topraklarını ele geçirmesine, iç kargaşa
çıkartmalarına geçit vermemiştir.
Çünkü Vatan; Türk Milletinin yaşam hamurudur. Bu hamur
Türk Milletinin namusudur, şerefidir, onurudur.
Çünkü Vatan; Türk Milletine atalarından emanet, burçlarında
ay yıldızlı bayraklarımızın dalgalandığı gururudur.
Çünkü Vatan; gelecek nesillerimizin istikbali, yaşam
geleceğimizin ele geçirilemeyen, geçirilemeyecek son kalesidir.
Malazgirt Zaferimiz vatan bellediğimiz bu
toprakların can suyu, 30 Ağustos Zaferimiz ise devletimizin kuruluş harcıdır.
Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de yaşanan Korona
salgını nedeniyle bu yıl yapılması planlanan 30 Ağustos Zafer Bayramımızın
kutlama törenleri İç İşleri Bakanlığının ilgili genelgesi ile kısıtlanmış olup,
‘’kalabalık riski- virüs- mesafe’’ nedeniyle meydanlarda yapılmayacaktır.
Ancak, Ayasofya’nın ibadete açıldığı gün yaşanan o
mahşeri kalabalığı, üniversiteye giriş sınavlarında bir araya gelen milyonlarca
öğrencimizi hatırladığımızda, her gün televizyonlara yansıyan sokak, pazar yerleri,
avm’ler, plajlar ve turizm bölgelerinde yaşanan kalabalıkları gördükçe; acaba
buralarda virüs yok muydu, diye düşünmeden edemiyor insan!
Bu nedenle 30 Ağustos’ta elimde Ay yıldızlı Şanlı
Bayrağım, göğsümde Gazi Madalyam, yüreğimde Atatürk sevgisi, aklımda
Cumhuriyetin kazanımları, bayramın coşkusuyla birlikte sokağa çıkacağım.
Elbette ağzımda
maske olacak, sosyal mesafeye de dikkat ederek, virüsle arama mesafe koyacağım.
Ama 30 Ağustos
Zafer Bayramımızın muzaffer komutanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e olan
sevgimin, onun bize emanet etmiş olduğu milli bayramlarımızın kutlanması için
aramıza konulmak istenen hiçbir mesafeyi kabul etmeyeceğim.