Türkleri
“Şeytan” resmiyle, temsile kalkmaları bula bula;
Yenilir
yutulur lokma mı, sevgili dostlar Allah aşkına?
Bu ne
densizlik, Türk Milleti’ne karşı aziz canlar?
Bunun altında
yatan hınzırlığı, kim olsa anlar.
Yine de
teşekkür ederiz, Royal Academy of Arts’a.
Çünkü teşhir
etmeleri Türkleri dünyaya, büyük fayda.
Ne kadar
karartmaya çalışsalar da, o şanlı tarihi.
Türkün Güneşi
balçıkla sıvanır mı hiç, sevgili kaari?
Şimdi de sergiyi
şöyle bir gezelim, yüzlerce tarih kalıntısından bazılarının üzerine biraz
eğilelim.
Her şeye rağmen
söndürülmek ne kelime, bir nebze de olsa karartılamıyan, pırıl pırıl parlayan
İslâm – Türk Medeniyetinin ışık saçan huzmeleri altında, bir an olsun durup,
muhteşem mâzimizi yâd edelim:
Ve aynı
ruhla, daha mükemmel yarınlara koşalım.
Aynı iştiyak,
aynı arzuyla, yine dolup taşalım.
Aynı incelik,
aynı ustalık, aynı insanî ruhla;
Daha nice
güzel asırları, hep birlikte aşalım.
İşte gördüğümüz,
yüzlerce sanat eserleri hakkında, kalem oynatabildiklerimizden bazıları:
İnci ve
yakutlarla süslü, İslâm motifli destiler.
Kimbilir,
susuz kalmış nice dudak üstünde estiler.
Sultan ve
şehzadelerin giydiği, kimi lâle desenli kaftanlar.
Utansın,
Osmanlı’da sanat yok diye iftira edip lâf atanlar.
On altıncı
asır işi, göz kamaştırıcı bir seccâde.
Bakınca
anlaşılıyor, hemen değil öyle âlelâde.
On altıncı
asır yapımı, altın gümüş, yakut ve zümrütten el aynası.
“Âyinesi
iştir kişinin lâfa bakılmaz.” sözüne bedel nârin yapısı.
Ceviz tahta
üzerine, bronz ve pirinçle işlenmiş çifte kapı.
On üçüncü
asır Cizre’sinden, tarihe açılan muhteşem kapı.
Türk halı ve
kilimlerinde, en çok rastlanan desen ve motif koç başları.
Anadolu’nun
ilmik ilmik, renk renk, el emeği, göz nuru tapu taşları.
Türk
câmileri, meselâ Ulu Süleymaniye câmisi;
Mânevî
başkent İstanbul’un, taştan oyulmuş tek incisi.
Elbette
kendisi değil ama, resmi var bu sergide.
Sinan’ın
önceki büyük eseri, ustalıkta gide gide.