T.C. tehlikeli bir eşikten döndürülmüştür. Demokratikleşme
diye milli devletimizin yapısı tanınmaz hale getirilebilir; ülkemiz etnik
guruplar kullanılarak çözülebilirdi. Tarihin derinliklerinden gelen Türk
devleti öcü olarak gösterildi; devletsiz, milletsiz, bağımsız fert ütopyası
ortada dolaştırıldı. Terörle hukuk devleti içinde mücadele yerini müzakereye,
Dolmabahçe toplantısına, Oslo görüşmelerine bıraktı. Bir ara Ermeni açılımına
da merak sarmış, açılımlara doyamamıştık. Türkiye-Ermenistan milli maçına
Erivan’a gitmiş, maalesef Asala liderine yakın oturtulmuştuk. Türkiye’de
marjinal bazı bölücü görüşler, sanki çoğunluğun görüşü gibi takdim edilmeye
çalışıldı. Bu marjinal görüşler aslında 15 Temmuz işgal ve darbe teşebbüsüne girişenlerin
görüşlerinden farklı değildi. Yıkım projeleri demokratikleşme diye yutturulmaya
çalışıldı. Aslında hem 15 Temmuza karşı olacaksınız; hem de Türkiye sadece
Türklerin değildir, Türkiye’de başka milletler de vardır diyeceksiniz. Bundan
büyük çelişki olur mu? Türklüğü etnik çağrışım yapıyor diye anayasadan
utanmadan çıkarmaya çalışacaksınız; Türk Dünyası ile ilişkileri nasıl
sürdürecek; onlara ne diyeceksiniz?
Geçmişte
yeni anayasa tezgâhı bir sivil darbe olarak ülkenin önüne çıkarıldı. Yeni
anayasa çalışmaları ülkenin ihtiyaç duyduğu değişiklerden çok ülkeyi tanınmaz
hale getirici çabalardı. Başdanışmanlığa getirilenleri görünce yarın da bundan
farklı olmayacağı anlaşılmaktadır. Türkiye’de 1453’ün, 1071’in ve 1923’ün
tarihi intikamını alabilmek için fırsat kollayanlar da farklı
düşünmemektedirler. Sağın ve solun içinde bulunup bir tasfiye sürecinin
ittifakı içinde birlikte olanlar yine ortaya düşeceklerdir. Anayasa orta
oyununa geçmiş yıllar itibariyle pek yabancı değiliz.
1923’e
reddiye çıkaranlar 1920 ruhunu çağırma peşindedirler. Bunlar Milli Mücadele ve
Cumhuriyetle kavgalıdırlar. Bunlar Atatürk’e ve Türk kimliğine Yunan ve Ermeni
terör örgütleri kadar düşmandırlar. Kindar yetiştirilmişlerdir. Onlara göre,
1920’de birleşmişiz ama 1923’te ayrılmışız. Osmanlı’nın son dönemlerinde
Osmanlıcı ve din birliği tezleri üzerine padişah ve şeyhülislamların mesaj ve
gayretleri acaba karşılık bulabildi mi? Osmanlıyı çöküşten kurtarabildi mi? Egemen
bir devlet ortada kalabildi mi? Herhalde son çare olarak zor şartlar altında
Milli Mücadeleye soyunmak mecburiyetinde kalanların, Atatürk gibi sine-i
millete dönenlerin, İngiliz emrindeki sarayla hiçbir şey yapılamayacağını
görenlerin saraya karşı bir darbe veya ihtilal yaptıkları da ileri sürülemez. Ortada
devlet ve otoritesi kalmamış, İngiliz’e sığıntı bir siyasi bakiye ortaya
çıkmıştı. Bu acı ve üzücü ortamdan ülkeyi kurtarmak için ölümü göze alanlar, Anadolu’ya
paraşütle indirilen yabancı sivil ve askerler değildi. Milli Mücadeleyi ithal
bir millet ve kadro yapmadı. Onlar tabi ki Osmanlı kurumlarından yetişen asker
ve sivillerdi. 1299’da kurulan Osmangazi’nin Osmanlısı bu duruma layık değildi.
1299’da Osmanlı’yı kuran irade ne ise; 1923’te Milli Mücadele ile Cumhuriyeti,
yeni Türk Devletini kuran irade de odur. Osmanlı sonrası T.C. ile Türk’ün
tarihi yürüyüşü sürdürülmektedir. Geliniz 1923’ü içimize sindirelim ve 1920
ruhunu çağırma yanlışlarına ve çelişkilerine düşmeyelim. Açık ve samimi olalım.
Milli Mücadeleye karşı olanlar, İngiliz’e bel bağlayanlar ne 1920’de, ne de
1923’te kurtuluş trenine binmediler.