“…sana
şöyle bir soru daha sorayım; söylediklerin atlar için de geçerli mi? Yalnızca
bir adam dışında herkes onların iyiliğine mi çalışıyor? Bunun tam tersi doğru
değil mi? Bir ya da yalnızca birkaç adam onların iyiliği için çalışır; seyisler
atları eğitir, binicileri ise sakatlar. At olsun, başka bir hayvan olsun,
söylediklerim doğru değil mi, Meletus? Elbette ki doğru. Sen ya da Anytus ne
söylerseniz söyleyin bunun bir önemi yok. İddia ettiğiniz gibi bir kişi dışında
dünyanın geri kalanı gençlerin iyiliğini isteseydi gençliğin durumu fevkalade
olurdu. Ve sen, Meletus, gençleri zerre kadar umursamadığını bize gösterdin. Bu
umursamazlık her halinden belli oluyor.” (1)
Sokrates, sonunda ölüme mahkûm
edildiği yargılamada “gençleri yozlaştırdığı” iddialarına yukarıdaki sözlerle
cevap veriyordu. Meletus’un şahsında aslında bütün Atinalılara yönelttiği
“gençleri umursamama” ithamı aradan bin yıllar geçmiş olmasına rağmen hala
canlı olan evrensel bir realitedir.
Benim çocukluğum ve gençliğim var
olan bütün ideolojilerin temsilcilerinin ağzından “gençlik elden gidiyor,
gençliğe sahip çıkmalıyız” sözlerini işitmekle geçti. Başta siyasal İslamcılar
olmak üzere, bu sözü o kadar içten ve o kadar ateşli bir şekilde dile
getiriyorlardı ki dinlediğinizde o ideologların hayatlarını gençliği kurtarmaya
adadıklarına inanabilirdiniz.
Mezarında Ters Dönen Karl Marx!
Allah’ın bir insana bahşedeceği en
büyük nimet “düz insan olmak” nimeti olsa gerek. Çünkü düz insan olmak sizi
tarifi imkânsız şekilde apolitik biri haline getiriyor. Hayata ve olaylara
ideolojilerin at gözlüğüyle bakma sığlığından uzak kalıyorsunuz. İnsanları
dünya görüşleriyle değil temel insani değerlere sahip olup olmamalarıyla
değerlendiriyorsunuz. Bu da her ideolojiden samimi arkadaşlarınız olmasını ve o
arkadaşlıklar sayesinde o ideolojik yapıları tanımanızı sağlıyor.
Asıl konuya dönecek olursak,
“gençliğe sahip çıkma” iddiasıyla ortaya çıkan bütün ideolojilerin tıpkı
Sokrates’in yaptığı at benzetmesinde olduğu gibi gençliği eğitilecek değil de
üzerine binilecek bir at olarak gördüklerini söylemek yanlış olmaz. Böylece
ideolojiler gençliği yani atları eğiten seyis olmayı değil, onların sırtına
binerek sakatlayan jokey olma yolunu seçmektedirler.
İster devrimci marjinal sol gruplar
için, ister ülkücüler için, ister siyasal İslamcılar ve/veya tarikat/cemaat
yapıları için gençlik sadece ve sadece bir insan kaynakları (Human Resources)
faaliyeti konusu ve bedelsiz bir işgücü nimeti olmayı ifade eder. Genç insan,
hayatı tanımadığı, henüz yeterince “kazık yiyerek” tecrübe sahibi de olmadığı
ve hayata dair bir şeyleri değiştirme azim ve hayaliyle dolu olduğu için
manipüle edilmeye en müsait hedef kitleyi teşkil eder. Gençlere pankart
yaptırır pankart taşıttırırsınız, broşür bastırır kapı kapı dolaşıp broşür
dağıttırırsınız, parti, vakıf veya dernek binasını temizlettirirsiniz, çay
demletip çay servisi yaptırır ve bulaşıkları yıkattırırsınız, afiş
astırırsınız, stant kurdurup orada bekletirsiniz, masa-sandalye ve sair eşyayı
taşıtırsınız. Velhasıl çalışmaktan canlarını çıkartırsınız ama onların gıkı
çıkmaz bilakis yaptıkları bu işlerden keyif alırlar.
Ülkü ocaklarında da durum böyledir,
MGV mekanlarında da.. Marjinal sol grupların dernek ve/veya partilerinde de
aynıdır. Karl Marx, o marjinal sol grupların gençlerin emeğini nasıl
sömürdüklerini görseydi, adamcağız mezarında ters dönerdi!
İyi de Niye?
Peki, Türk gençliği efendice (!)
okulunu okuyup, olaylara hiç karışmadan (!) tahsil hayatını tamamlamak varken
bu ideolojik grupların içine neden dâhil olur? Bu sorunun sosyolojik ve
psikolojik olarak çok geniş ve uzun bir cevabı olmakla birlikte meselenin
temelinde şöyle bir cevap yatmaktadır; Çünkü Türk gençliği devletinin tarih
boyunca vatandaşının hayatını kolaylaştırmak yerine hep hayatı zorlaştırıcı iş
ve işlemler yaptığını görüp bir şekilde bunu değiştirme arzusuyla bu yollara
sapar!
Düşünün ki, hani neredeyse “gençliğe
sahip çıkmalıyız” sözünün telif hakkını alacak kadar bu sözü sahiplenen siyasal
İslamcı bir iktidarın zamanında bile nepotizm (adam kayırma), hizipçilik, hak
ve adalet duygusunun ortadan kalkması, yolsuzlukların alıp başını gitmesi,
işsizliğin rekor seviyede artması, üniversite mezunları bir yana iki yüksek
lisans bitiren insanların bile iş bulmakta zorlanması vb. olumsuzlukları gören
Türk gençliğinin hayata ve geleceğe umutla bakmasının imkânsız olduğunu
söylemeye gerek yoktur.
2 Mart 2019 tarihinde yayınlanan “Bu
Şartlarda Köle Bile Alamazsınız” adlı yazımızın sonuç kısmını burada bir kez
daha tekrar etmekte yarar var çünkü o günden bu güne hiçbir şey değişmedi.
“Bu ülkenin gençleri on yıllar süren
bir tahsil hayatından sonra işsizlikle yüzleşmemeliler. Bu ülkenin gençleri
KPSS’de birinci olup mülakatlarda elenmemeliler. Bu ülkenin gençleri iş
bulamadıkları veya atanamadıkları için intihara sürüklenmemeliler. Bu ülkenin
gençleri, “okusam da hiçbir şey değişmeyecek” düşüncesine
kapılmamalılar.
Aksi
halde geriye, yıkılmış köprüler, bozulmuş yollar, susuz çeşmeler, viraneler,
harabeler ve yüzlerindeki ışığı kaybetmiş yaşayan ölüler kalır.” (2)
Türk gençliğinin sorumluluğunu
sırtında taşıması gerekenler bir zahmet o sorumluluğun gereğini artık yerine
getirsinler, hiç olmazsa Türk gençliğini azıcık olsun umursamaya başlasınlar.
Gençliği umursamayıp onların sırtına binenler de lütfedip insinler çünkü o
terazi o sıkleti çekmiyor artık!
(1)
Platon, Sokrates’in Savunması, Çev: Emre Alagöz, Panama Yayıncılık, Ankara,
2015, s. 27-28.
(2) http://www.kocaeliaydinlarocagi.org.tr/Yazilar/YaziDetay/9469