Oğuz Çetinoğlu: ‘Korona ile mücâdelede ‘Fanatizmaya yer olmamalı, fanatizma’yla mücadele, Cumhuriyet’i ve O’nun inanca bakışını, anlamaktan geçer… Demiştiniz. Bu sözünüzü açıklar mısınız?
Prof. Yarman: Yalnızca bu sözün hakkını vermek, ciltlerle kitap çalışmasına baliğ olacaktır.
Oysa burada; Korona, veya herhangi başka bir olumsuzluk karşısında; veballerini göz ardı etmek üzere, önümüze, kaderi, yazgıyı, Allah’a, hâşâ, günah ciro ede ede, koyanlarla mücâdele ederken; inanan kitleleri yanımızdan uzaklaştırmamaya özen göstermek üzere, Cumhuriyet’in kuruluş tılsımlarına tutunmanın önemini belirtmek, istiyorum.
Bu bağlamda en önce şu hususu hatırlamamız gerekiyor:
Cumhuriyet’in, inanlarla değil, bağnazlıkla sorunu vardır.
Diyanet İşleri Başkanlığı, bir defa -günümüzdeki yönetim unsurları, Kuruluş İlkeleri’nden ne kadar uzaklaşmış olurlarsa olsunlar- bir Cumhuriyet Kurumu’dur. “İnanç hürriyetinin”, “inanç barışının” olduğu kadar, “inançta aklın”, bayraktarlığını üstlenmiş bir Cumhuriyet Kurumu… “Mezhebî taassubun” giderek “hurafenin”, mazallah, kalkanı bir kurum, değil…
Çetinoğlu: Sizce Cumhuriyet Nedir?
Prof. Yarman: Kestirmeden şöyle derim…
-Yönetimde akıldır”, ki, bu düstur TBMM’nin alnında “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir”, diye yazılıdır. Bu aklın olmazsa olmazı, “laikliktir”, yönetimde aklîliktir… Bu bir…
İkincisi, “İnançta akıldır”, ki, bunun, demin işaret ettiğim boyutlarıyla temin ve tâkibi, işte Diyanet İşleri Başkanlığı’nın görev çerçevesini, oluşturur. Bu bağlamda, “laiklik”, “inanç özgürlüğü”, “inanç barışı” olduğu kadar, “inançta aklîliktir”…“Nakilden” önce, bir defa, “aklîliktir”…[“Laik” ve “aklî” sözcüklerinin, kolay aklıda kalması açısından, aynı harflerden oluştuğuna, dikkatinizi çekerim… Rahmetli Prof. Mümtaz Soysal; bir televizyon programında; “laiklik” dedikçe; liseden küçüğü olmama sığınıp, O’nu, “Şunun Türkçesi’ni söylememek, sizin gibi bir hocaların hocasına” yakışıyor mu”J) , diye sıkıştırınca, önce hafiften olsun, öfkelenmiş; sonraysa,“Pekiyi onun yerine, ne diyeceğiz?”, şeklinde bana yönelttiği soruyu, demin dediklerimi anlatarak cevaplandırmakla beraber; ustura gibi zekâsıyla; “Aa, çok haklısın, Laik, l, a i, k, aklî, a, k, l, i, meğer aynı harflerden oluşuyormuş, bu sözcükler, esasen!” deyiverip, meseleyi tatlıya bağlayıvermiştiJ) …]
Bize; her türlü melaneti, “kader”; her türlü edepsiz ihmalin, kusurun, taksirin, sebebiyet verdiği, cinayetten farksız kazalarla vukua gelen ölümleri, “Allah’ın takdiri” gibi, gösteren patolojik zihniyetin müdafileriyle mücadele ederken; onlara, onların anlayacağı dilden, Cumhuriyet Diyaneti’nin Kuruluş İlkeleri’yle cevap vermemekle, çok yanlış yapıyoruz. Hatta o ilkelere, her nasıl oldu ise, sırtımızı dönerek, cevap yetiştirmeye, girişiyoruz… Hatta, “Siyasî İslam” diyebiliyoruz, söz konusu “illetli saptırmayı” dinleyenlerin hayâlinde canlandırabilmek için…
Çetinoğlu: ‘Korono Allah’ın takdiridir’ diyenlerden söz ediyorsunuz…
Prof. Yarman: Evet!
Uhreviyet veya ilâhiyat boyutu bir tarafa, “siyasî olmayan İslam” olmaz. Bu eşyanın tabiatına aykırıdır, bir defa… Aslında, demek istediğimiz şudur:
“Egemene, yalakalaşıp, onunla birlikte, utanmadan, Allah’ı öne sürerek, aldatan, mezhebî taassup…
Çetinoğlu: Tasvibi mümkün olabilecek bir durum değil…
Prof. Yarman: Bu mezhebî taassup, Emeviyye ile beraber şımarmanın doruğuna ulaşmıştır. Aklı iptal eder; “Hesap gününü” unutturup, “uydurma bir kader” icat eder. Fakir fakirse, bu onun kaderidir… Zengin zenginse, bu da onun kaderidir… Allah zengine verecektir, zengin fakire… Bu yutturmacayla beyinleri tütsüler…
Ama ne İslam’ın özüdür, bu… Ne de, o özü öne çekmeye ahdetmiş Cumhuriyet Diyaneti’nin, kuruluş safiyetinin…
Çetinoğlu: Siz ne diyorsunuz?
Prof. Yarman: Bütün şu sayıp döktüğün melanet, Allah’tan sâdır oluyorsa, o zaman “Hesap Günü” niye var? “Mahkeme-i Kübra” neden var? Her şey Allah’tansa; kapatalım mahkemeleri; bırakalım bir kenara, soruşturmaları; adliyelerin kapılarına, kilit vuralım…
Maden göçüğü altında kalanlardan başlayarak, bozuk yemekten zehirlenenler dâhil, her türlü can kurbanımızı, ayrıca, “gıda şehidi” gibi, orijinalitede Oscar ödüllülere taş çıkartacak, “en eksantrik, şehitlik mertebeleriyle” güya ödüllendirip, acılarımızın müsebbiplerini, “Takdir-i ilahî” diyerek aklamaya yeltenenlere karşı, diyeceğimiz, oysa şundan başka bir şey değildir:
–Allah günah yaratmaz!.. Her şey Allah’tansa, o zaman, “Mahkeme-i Kübra” neden var?
Bunları, Diyanet Görevlileri’nin söylemesi gerekir… Söylemiyorlarsa, o zaman biz söyleyeceğiz… En önce de, o görevlilere söyleyeceğiz…
Bunu yapmaz; ortadaki inanç yozlaşmasına, “Siyasî İslam” dersek, ne denli iyi niyetli ve haklı olursak olalım, siyasî anaforlarda, “ılımlı İslam” tezgâhlayan emperyallerin oyununa geliyor ve inanan kitleleri yanımızdan, hiç istemeden de olsa, uzaklaştırıyor oluyoruz; kaybediyoruz…
Bu topraklarda, Fanatizmayla, hurafeyle, bağnazlıkla mücâdele; Cumhuriyet’i ve O’nun inanca bakışını, anlamaktan geçiyor.
Koronayla ve etrafımızı saran her türlü melanetle mücâdele; çünkü en önce “mezhebî taassupla”, bağnazlıkla, inancımızda, görenekte katiyen yeri olmayan, hurafe ile, mücadeleden geçiyor…
Çetinoğlu: ‘Akılcı ve gerçekçi olmak lâzım’ Diyorsunuz. Zâten Kur’ân-ı Kerim’de 200 yerde ‘Aklınızı kullanın…’, ‘Siz hiç akletmez misiniz?’ Diyor. Konuşan da aklını kullanacak, dinleyen de… Peki Efendim, Korona âfeti ne zaman biter?
Prof. Yarman: Allah akıl fikir, başta da Cumhuriyet idraki ve iz’an nasip etsin… Orayı geçiyorum… Ama birincilere dönük olarak bu durumda, şu gözlemimi, eklemem gerekir: Bir “hoca kardeş”, şöyle diyordu (“kardeş” diyorum, çünkü bizim mahallede büyümüş, şu ki, kimse bizden daha fazla bu toprakların ve göreneklerimizin çocuğu olduğunu iddia etmesin, mahçup ederiz, devam ediyorum, Hoca kardeş, mealen şöyle diyordu):
–Müslümanlar arasındaki “mezhep savaşları” hayırlıdır, çünkü Müslümanların yeri zaten cennettir. Bugün Dünya’da gâvurlar, bize göre çok müreffeh bir hayat yaşıyorlar. Hatta Müslümanlar çoğu yerde, çoğu kez, çile üstüne çile çekiyorlar. Olsun, çünkü gâvurlar kâfirdir ve cehennemde haşre kadar yanacaklardır. Müslümanların yeri ise, cennettir. Ama Müslümanların da günahları vardır.“Mezhep savaşlarıyla”, işte Allah, onları, Dünyamızda cezalandırıp, doğrudan cennete almaktadır.
Ey Diyanet görevlileri, duyuyor musunuz? Mezhep savaşları; Müslümanları, günahlarından arındırıyor ve hangi cenahtan olurlarsa olsunlar, mezhep cengâverlerini, bu dünyadan öteki dünyaya göç etmeleriyle beraber, ekspres vasıtayla, cennete taşıyor…
Yaşasın J) … Koşun, mezhep savaşlarına odun, taşıyın… Erdiniz… Cennete, bir iki…
Şakası bile ürpertici… Üfürüğe bakın…
Yazık, vallahi… Günah!..
Böylesi kafalar, bir de Atatürk Cumhuriyeti’nde, düpedüz,“mezhep savaşı kışkırtıcılığı” yapıyorlar… Bunu zaten körükleyen emperyallerin ekmeğine, bilerek bilmeyerek, yağ sürüyorlar…
Bugün ülkemizin en büyük problemi; çok açık söyleyeceğim; hâşâ, İslam, veya birçoğumuzun “dincileri” yaftalamak üzere, ama yerinde olmayan bir terkiple telaffuz ettikleri “Siyasî İslam” değildir (demin anlattım)… “Aklı” iptal eden, neyin nesi olduğu katiyen belli olmayan, Kuran’da, görenekte yeri asla bulunmayan, sözde nakilleri, sorgusuz sualsiz, mesnetsiz, desteksiz, hatta atıfsız (kaynaksız) ileri sürebilen, “zifiri bir mezhebî taassuptur”…