Çok uzun zamandır özellikle ülkücü gelenekten gelen bazı dostlarımdan şu ifadeyi çok duyuyorum; “Bu din (İslam) Arapların dini, biz Türklerin dini Orta Asya’dan beri Gök Tanrı dinidir”.
Öncelikle şunu belirtmekte fayda var, insanlar inanmakta veya inanmamakta hürdürler. Her insan istediği şeye inanabilir, hatta Cem Yılmaz’ın tabiriyle isterse krem peynire bile tapabilir. Neye veya hangi dine inanacağına karar vermek her ferdin kendi bileceği bir husustur. Sadece yukarıda ifade ettiğim “Türklerin dini” şeklinde bir ifade kullanmakta mantıki açıdan bir yanlışlık var. Bu yanlışın ne olduğunu adım adım izah etmeye çalışalım.
Evvela, din konusundaki temel mesele bir yaratıcının var olup olmadığıyla alakalıdır. Şayet insan bir yaratıcının varlığına inanmıyorsa (ateist) veya bir yaratıcının var olup olmamasını problem etmiyorsa (agnostik) zaten din konusu en baştan kapanmaktadır. Bir yaratıcının varlığı kabul ediliyorsa bu defa yaratıcıya inanan insanın karşısına iki seçenek çıkmaktadır. İlk seçenek, yaratıcıyı kabul eder ancak yaratıcının bu dünyaya herhangi bir müdahalesinin olmadığı düşüncesiyle hiçbir dinin prensiplerine yaklaşmaz ki biz bunlara “deist” diyoruz. İkinci seçenek ise yaratıcıya ve yaratıcının insanlara bir takım yükümlülükler yüklediğine inanır, yaratıcıyı daha iyi anlamak ve ona manen daha yakın olmak için bir inanç sistemini yani dini kabul eder ki bundan sonra bahsedeceğimiz konular bu kategorideki insanları alakadar etmektedir.
İkincil olarak, varlığına ve insanlara bir takım yükümlülükler yüklediğine inandığınız yaratıcının kim olduğunu anlamak gerekmektedir. Mikro planda; gözle görünmeyen atomları, proton-elektron-nötron gibi atom altı parçacıkları, onların da alt parçacıkları olan leptonlar-kuarklar-nötrinoları, baryonları, mezonları, hadronları, fermionları, bozonları varlığına inandığınız bu yaratıcı yaratmıştır. Bizim gezegenimizi ele aldığımız zaman bitkileri, hayvanları, insanları ve diğer tüm cansız varlıkları bu yaratıcı yaratmıştır. Makro planda, gezegenleri yıldızları, yıldız sistemlerini, galaksileri, nebulaları, kara delikleri bu yaratıcı yaratmıştır. Yine zamanı, mekânı, zaman ve mekânın izafi olmasını, bir varlığın aynı anda birden fazla mekânda olabilmesini (kuantum teorisi) ve yine varlığın bir anda evrenin bir ucundan diğer ucuna gidebilmesini (moleküler transportasyon), insanın evrene dair keşfettiği ve henüz keşfedemediği her şeyi bu yaratıcı mümkün kılmıştır.
Üçüncü olarak; Adına ister “Tanrı”, ister “Gök Tengri”, ister “Rab”, ister “Yehova”, ister “Cenab-ı Allah” deyin; benim yukarıda basitçe anlattığım ama gerçekte son derece kompleks olan bu kadar şeyi yaratan yaratıcı, insanoğlunun Türk-Arap-İngiliz vb. olması gibi boş işlerle uğraşmaz. Türk için ayrı, Arap için ayrı, Yeni Zelandalı Aborjin için ayrı bir din tesis etmez. Eğer varlığına inandığınız yaratıcının bu kadar kompleks bir evren (kainat, kozmos) yarattığını kabul ediyorsanız, onun tesis ettiği dinin evrensel hatta bu dünyayı aşıp bütün evreni kapsayan bir kurallar silsilesi olduğunu da kabul etmek zorundasınız. İşte tüm bu nedenlerden dolayı “Türklerin dini”, “Arapların dini” vs. diye bir din olamaz. Gerçek anlamda “din” evrenseldir, evrensel olmayan sistem “din” olamaz.
Bir inanç sisteminin “din” olabilmesi için o sistemin yaratıcı tarafından vaz edilmiş olması gerekmektedir. İnsanlar tarafından ortaya konulan inanç sistemleri din olarak adlandırılamaz. Yine, sırf bizim binlerce yıl önce yaşayan dedelerimizin bir inanç sistemini kabul etmiş olmaları o inanç sistemini bir “din” haline getirmez ve bizleri de o inanç sistemini kabul etmek zorunda bırakmaz. Kaldı ki, “Türklerin dini Gök Tengri dinidir” diyen kişilerin bahsettikleri dinin sistematiği, felsefesi, özü, ruhu ve metodu hakkında hiçbir bilgi sahibi olmadıkları gerçeğini de belirtmek gerekmektedir.
İslam Arapların Dini midir?
Bu yazının başlığını oluşturan sözdeki ikinci büyük yanlış da İslam dininin ırki bir kategoride değerlendirilmesidir. Ben bir dini bilimler uzmanı değilim ancak inandığım dinin kitabını hem orijinalini hem de Türkçe mealini birkaç kez hatmetmiş “amatör” bir dindar olarak bu konuda birkaç kelam etme hakkımın olduğunu düşünüyorum.
Evet Hz. Peygamber Araplar arasında bir Arap olarak dünyaya geldi. Doğal olarak getirdiği mesaj da Arapça olarak geldi ve O da Arapça olarak tebliğ etti. Ancak bu husus tek başına İslam’ı Arapların dini haline getirmez. Hz. Peygamber Türk, Çinli, Makedon yahut Latin olarak da dünyaya gelebilir, Kur’an saydığımız bu dillerden herhangi birinde de nazil olabilirdi. Hz. Peygamber’in mensup olduğu ırk veya Kur’an’ın nazil olduğu dil tek başına İslam dinini bir millete mensup bir din haline getirmez. İslam’ın evrensel özelliğini de ortadan kaldırmaz. Şimdi bu iddiamızın şahsi görüşümüz değil, bizzat Kur’an’ın kendi ifadesi olduğunu ayetlerle göstermeye çalışalım.
“De ki: Ey insanlar! Size Rabbinizden Hak (Kur’an) gelmiştir. Artık kim doğru yola gelirse, ancak kendisi için gelecektir. Kim de saparsa, o da ancak kendi aleyhine sapacaktır. Ben sizin üzerinize vekil değilim.” (Yunus-108) Ayette açıkça “Ey insanlar!” diye hitap edilerek muhatabın Araplar veya sadece Müslümanlar değil bütün insanlar olduğu açıkça ifade edilmektedir.
Yine aynı surenin 57. ayetinde “Ey insanlar! Size Rabbinizden bir öğüt, gönüllerdekine bir şifa, müminler için bir hidayet ve rahmet gelmiştir.” buyrularak muhatabın bütün insanlar olduğu bir kez daha ifade edilmiş ve dinin evrenselliğine açıkça vurgu yapılmıştır.
Enbiya suresi 107. ayette “Biz seni âlemlere ancak rahmet olarak gönderdik.” denilmektedir. Bu ve emsali ayetlerdeki “âlemler” (âlemîn) ifadesine özellikle dikkat etmek gerekmektedir. Çünkü buradaki “âlemler” (âlemîn) ifadesi İslam’ın sadece bu dünyadaki insanlarla değil, yani sadece bizim gezegenimizle ve hatta galaksimizle değil başka gezegen-galaksi ve belki de evrenlerle alakalı olduğuna vurgu yapılmaktadır. Bu ve benzeri ayetlerde geçen bu “âlemler” (âlemîn) ifadesi sadece 1500 sene önce gelen bir kitap için değil günümüz teknolojisi için bile fazla iddialıdır. 1500 sene önce Arap yarımadasında yaşayan ümmi bir insanın bu kadar iddialı olması üzerinde düşünmek gerekmektedir.
“Ey cin ve insan toplulukları! Göklerin ve yerin çerçevesinden çıkıp gitmeye gücünüz yetiyorsa geçin. Ancak büyük bir güçle çıkıp gidebilirsiniz.” (Rahman-33) ayeti ise bir üst paragrafta açıklamaya çalıştığımız İslam’ın yalnızca bu dünyayı muhatap almadığı iddiasını açıkça desteklemektedir. “Göklerin ve yerin çevresinden” yapılan bir seyahatten bahsederek açıkça hem insanların uzay yolculuğu yapabilecek güç ve imkâna sahip olduğuna hem de yine İslam’ın sadece dünya gezegeni ile sınırlı olmadığını, bilakis galaksiler ötesi devasa bir mekâna hitap ettiğini ifade etmektedir.
“Muhakkak ki, Rabbinin nezdinde bir gün sizin saymakta olduklarınızdan bin yıl gibidir.” (Hac-47) ve “Melekler ve Rûh (Cebrail), oraya, miktarı (dünya senesi ile) ellibin yıl olan bir günde yükselip çıkar.” (Mearic-4) ayetleriyle de zamanın izafiliğine (Rölativite) vurgu yapıldığı gibi İslam’ın sadece insanlığı ve bu dünyayı değil, bütün bir evreni (kozmos) muhatap aldığı ifade edilmektedir.
Her insanın inanma ve inanmama özgürlüğüne sahip olduğunu ve yine inanacaksa da istediği dine veya felsefi akıma inanabileceğini bir kez daha vurgulayalım. Kimse İslam’a inanmak zorunda değil. Fakat bununla birlikte, bundan 1500 sene önce o çağda yaşayan insanların hele ki Araplar gibi cahil ve vahşi bir topluluğun anlayış seviyesinin üzerinde konulardan bahseden, ifadeleriyle bütün insanlığı ve hatta insanlığın da ötesinde evreni muhatap alan bir dinin “Arapların dini” şeklinde adlandırılması en nazik tabirle cahilce bir yaklaşım olacağı gibi hem İslam dinine hem de bu dini gönderen yaratıcıya da hakaret anlamını taşıyacaktır. O nedenle bazı konularda söz söylerken daha dikkatli olmak gerekmektedir.