Bayramlar millî ve dinî diye ikiye ayrılır, diyeceğim ama değil; millî bayram dediğimiz 29 Ekim, 23 Nisan, 19 Mayıs gibi gün ve haftaları Devlet zaten Kamu kuruluşları vasıtasıyla kutladığı yada kutlarmış gibi yaptığı için Millet namına da farz-ı kifaye gerçekleşmiş sayılıyor. Dolasıyla halkımıza kalan ve şeklen dinî gözüken oysa özünde millî bayramlar olarak idrak edilen Ramazan ve Kurban’dır. Sonuçta sosyolojik açıdan millî dediğimiz bayramlara Devlî (devlete ait), dinî bayramlara da Millî (millete ait) diyebiliriz. Ve milletimiz için “önce vatan” ve/veya “devlet” gelmez, kendisi gelir.
Gelelim bayramları idrak biçimimize: Geleneksellik ve toplumsallık. Aslında bizim dinî saydığımız âdetler de kültürel geleneklerimizden neşet eder lâkin yüzde yüze yakın bir oranda toplumsallaşabilmesi için dinî kutsallık zırhına büründürülür. Teravihin yatsı’dan, bayram namazının sabah namazı’ndan toplumca daha çok muteber görülmesi; Kurban’da hayvan kesimi ritüeline çokça önem veren ana kitleye dâhil olabilmek için borç – harç, kredi gibi ironik yöntemlerle psikolojik olarak çaktırmadan mecbur edilmesi; kabir ve akraba ziyaretleri, çocuklara bayram harçlığı ve misafirlere tatlı ikramı alışkanlıklarının terkedilmemesi; 3-5 gün yada 1 hafta ya köy gezmesi, ya kent güzellemesi veyahut tatil beldeleri kaçamağı halinde illâki bir dinlence yada eğlence üretilmesi hep bunu imler.
Yalnız yukarıda beyan olunan hususât halkımızın biz de dahil yüzde 94’lik kısmı için geçerlidir yani 82 milyonluk kalıcı nüfus. Bir de 5 milyonluk sığınmacı nüfus var ki yaklaşık yüzde 6’ya tekabül ediyor. Bu 6 kişiden de 5’i Suriye’deki savaş şartlarından, 1’i geçim şartlarından ötürü Afganistan-Pakistan ve Ermenistan-İran gibi ülkelerden kaçıp gelenler. Ülkemizdeki konukluklarının 8’nci yılını dolduran Suriyeli göçmenler için Türkiye günlerinin tamamı bile bayram olarak nitelenebilir bir bakış açısına göre. Ama gene de Ramazan ve Kurban Bayramlarında kendi ülkelerine tatile gitme ihtiyacı duyuyorlar; böylece % 94’ün tatil alışkanlığına farklı bir perspektiften de olsa % 5’lik bir kitleyi eklememiz gerekiyor. Diğer % 1’lik Afgan-Pakistan ağırlıklı kitle ise bir yere gidemez; olsa olsa kalabalığın azalmasıyla birlikte geri dönüşüm ve ağır bedenî işlerde ancak kafa dinleyebilirler.
Hâl-i hazırda Suriyeli sığınmacılar için 40 milyar dolar harcamışız; 50 milyon dolar için Askerî Tank Palet Fabrikası’nı yabancılara satıyoruz yada 250 bin dolara sahibinden – ihtiyaçtan hem konut hem vatandaşlık satıyoruz, acaba misafirlerimiz bir 8 yıl daha kalırlarsa ekonomik olarak katlanacağımız bedel nereye varır?
4 milyon Suriyeli muhacirin yaş ortalaması 22,5: Sadece 15 – 45 yaş arasındaki erkeklerinin sayısı 1 milyon 200 bin, Türk okullarına giden çocuklarının sayısı 600 binin üzerinde. Kilis’te yaşayan her 5 kişiden 4’ü Suriyeli; Hatay, Urfa ve Antep’te ise her 4 kişiden 1’i. Yalnız İstanbul’da bile 600-700 bini Suriyeli olmak üzere 1 milyona yakın sığınmacı var.
Lübnan, Ürdün, Irak, Mısır gibi ülkelerdeki Suriyeli sığınmacı sayısı gitgide düşerken bizde doğal nüfus artışıyla paralel olarak artıyor. Adı geçen ülkelerde sadece kamplarda mukim olan mülteciler bizde 81 il ve 950 ilçede ikamet edebilmekte; özel sağlık, sınavsız yerleştirme, hususi iane, maddî destek ve sair hizmetleri karşılıksız alabilmekte. Üstüne üstlük memleketlerinin kimi yerlerine sıla-yı rahim yapıp dönebilmekteler.
Örneğin; ilimizdeki 100 bin sığınmacıdan 60-70 bini Suriyeli ve bunun 4-5 bini Başiskele’de; çoğunluğu da Deyr’ez-Zor’dan gelme. 2-3 yıldır Deyr-i Zor ve Rakka PYD YPG’nin elinde, Türk Ordusu’nun da Fırat’ın Doğusuyla ilgili düşünceleri fiiliyata geçecek gibi görünmüyor. Daha önce IŞİD zulmünden kaçarak gelenler şimdilerde orada Amerikanvari kantonlar oluştuğu halde neden geri dönmüyorlar. İlçemize gelenlerin acaba ne kadarı 1915 Tehciri’nde oraya gönderilenlerin akrabaları?
Dış ülkeler mültecilerden kavga-dövüş, kanunlara uymama vb. sebeplerle kendi ülkelerine uyumsuzluk gösterenleri hemen sınırdışı ederek sayıyı da realize ediyor; biz birçok konuda olduğu gibi bu mevzuda da 2023’ü mü bekliyoruz? 8 yılda nüfusumuz 1’er milyondan 8 milyon artsa ve olsak 90 milyon.
Bu esnada Ortadoğulu kardeşlerimiz 6,5-7 milyon, İran’ı istikrarsızlaştırma operasyonundan geleceklerle birlikte Doğudan gelen 3 milyon da Asyalı hemşehrimiz olduğunda 100’leyeceğiz ve bambaşka gerçeklerle yüzleşeceğiz. Dağılma devrinin kozmopolit Osmanlı’sı gibi..
Ne diyorduk; Bayramlar millî duyguların ve millet olma bilincinin şekillendiği günlerdir.