Oğuz Çetinoğlu: Röportajın birinci bölümünde Alevilerle alakalı problemleri çok net bir şekilde ortaya koydunuz. İkinci bölümde çözüm tekliflerinizi konuşalım…
Sosyolog Dr. Abdülkadir Sezgin: Alevilerle alâkalı problemler için düşündüğüm çözüm tekliflerini 2 başlık altında toplamak mümkündür. Hukûkî çözümler, Sosyolojik, stratejik ve tasavvufî çözümler.
Çetinoğlu: Hukûkî çözümlerden başlayabilir miyiz?
Dr. Sezgin: Problemler bölümünde sayılan 677 sayılı kanunda son değişiklik 7.2.1990 târihinde, 3612 sayılı kanunun 5. maddesiyle yapılmıştır. Bu kanunla getirilen yasaklar geçici bir süre ile yapıldığı artık bilinmektedir.
677 sayılı kanun kabulünden önce Bakanlar Kurulu’nda görüşülmesi sırasında, Millî Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi (Tanrıöver) ile Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal arasındaki, konuşma dikkate alındığında, yasağın on yıl kadar süreceği planlanmıştı.
Bu kanun, laiklik ilkesi gözönüne alınarak, bütün tarikatların kapandığı gün yürürlükte olan mevzuata benzer yeni, laiklik ilkesi gereği, dinle ilgili kurumları her türlü siyâset ve ticâretin dışında sayarak düzenlenmesi, açılacak tarikatları açmaya tâlip olacak görevlilerinin tamamının tâlip olacakları görevleri hakkıyla ve geleneklerine uygun olarak yapabilmeleri için verilecek eğitimleri ve alt mevzuatın hazırlanmasına da imkân vermek üzere, bir yıldan az ve iki yıldan çok olmamak üzere bir geçiş dönemi verilmesi bütün problemleri çözecektir.
Bunun yapılabilmesi için, öncelikle Diyânet İşleri Başkanlığı’nın siyâsî bir makam olan Bakanlık, Başbakanlık gibi bir makama bağlılığına son verilerek, Bankacılık Düzenleme, Denetleme Kurulu (BDDK) örneği şeklinde kurulacak Genel İdare içinde kamu tüzel kişiliğine sâhip, Yüksek Din Kurumu’na bağlanarak, Diyânet’in yurt içinde ve dışındaki siyâset ve ticâretle ilgisinin kesilerek, ‘millî din kurumu’ statüsü gerçekleştirilmelidir.
Çetinoğlu: Şahsî görüşüm: İktidarlar, Diyanet İşleri Başkanlığı’nı, kontrolleri dışında bırakmak istemezler. Dolayısıyla bu çözüm, olmayacak duaya âmin demek mahiyetindedir. Netice itibâriyle uygulanabilir bir çözüm değildir. Ayrıca; Diyanet İşleri Başkanlığı devletin kontrolü dışında kalırsa, cemaatlerin, tarikatların mücadele alanı hâline gelir ki… çok tehlikeli sonuçlar doğurur. Başka bir çözüm bulunamıyorsa, mevcut sistem, ehven-i şer olarak devam edecek demektir. Ne dersiniz Hocam?
Dr. Sezgin: Dergâh veya tarikatların yönetiminde çoğulcu demokrasi kuralları gereği, 1925 tarihine kadar Cumhuriyet’in mevzuatı olarak da uygulanmış, 1 tüzük ve 8 yönetmelikten oluşan Tekke mevzuatı örneği iyi incelenmeli ve örnek alınmalıdır.
Bu amaçla da Diyanet merkezinde, muhtelif dergâhların üst yöneticilerinden meydana gelecek bir yönetici kurul oluşturulması da kaçınılmaz olmalıdır.
Çetinoğlu: İkinci grup çözüm tekliflerinizde neler var?
Dr. Sezgin: Hem dünya düzenindeki gelişme ve değişmeler, hem ülkemizdeki yeni yapılanmalar hayatın gerçekleridir.
Ülkemizdeki gelişme, değişme ve yeni yapılanmalar bir sosyal gelişme şeklinde düzenli, planlı, programlı olmasa da geri döndürülemeyecek boyuttadır.
Ancak bu yeni yapıda sosyal gelişme, değişmeyi çağın gereklerini de dikkate alarak düzenlemek, şehirlileşmeyi kitle iletişim vasıtaları ve yaygın eğitimle düzenleme imkânları kullanılarak yapılabileceği kanaatini paylaşıyoruz.
Bizim kültürümüzün Osmanlı uygulamalarında, şehre gelerek veya getirilerek iskân edileceklerle, şehre para kazanmak amacıyla çalışma veya geçici ticâret yapacaklar için de önce özel eğitimler verilerek eğitildiklerine dair ciddî örnekler bulunmaktadır.
Hem bu kültür tarihi tecrübesinden faydalanma, hem de modern ilmî yaygın halk eğitimi şehirlerde uygulamalar yaparken, köyde kalmış ve sayıları azalmış köylülerin de ekonomik ve teknik destekle birlikte yeterli eğitim de vererek, modern tarım ve hayvancılığa geçilebilir.
Mevcut olumsuz yapı, olumlu verilmiş ve modern / çağdaş hâle getirilmiş olabilir.
Bu gayretlerle oluşacak yeni sosyal yapı, maddî kalkınmamızı ciddî şekilde olumlu hâle getireceği gibi, sosyal yapımızda da barışı, sevgiyi ve sosyal refah devletine ulaşmayı da getirebilir.
Bu geçiş sürecinde şehirlere gelmiş veya getirilmiş köylü Kızılbaş / Alevîler için de yol ve erkân meseleleriyle ilgili olarak da Malatya Hacı Bektaş-ı Veli Kültür Merkezi Vakfı uygulamaları bir geçiş dönemi için de olsa, örnek model oluşturabilir.
Çetinoğlu: Bahsettiğiniz model nasıl işliyor?
Dr. Sezgin: İlçe, kasaba ve köylerden Malatya merkezine göç edenlerin Malatya’da kurdukları köy dernekleri, özellikle kış mevsiminde, geleneğe de uyarak, kendi dedeleriyle de irtibat kurarak, yapılacak Cem toplantısının târihini belirleyip, Malatya Hacı Bektaş-ı Veli Kültür Merkezi Vakfı Cemevi’nde, sâdece kendileri ve kendi Dedelerinin katıldığı, gelenekli ve kültürle alakalı merâsimlerini yapmaktadırlar. Köyde kalanların ‘yol hizmetleri’nin de yine eski usule göre köylerinde yapıldığında tereddüt yoktur.
Bu örnek Ankara, İstanbul, İzmir, Bursa, Adana ve başka şehirlerde de yapılabilir. Uygulanabilir bir model olarak yaşamaktadır.
Böyle bir model, problemler bölümünde yazılan bütün mahzurları ortadan kaldıracak, uygulama örneği bulunan bir örnektir.
Yaklaşık 750 yıllık bir kültür değerinin, 5-10 yıllık dernek veya vakıf yönetimlerince değiştirilmesi veya bozulması makul karşılanmamalıdır. ‘Dernek dedesi’ veya ‘vakıf dedesi’ olarak çalışan, yâni mürşitlik postunu işçilikle değişmiş dedelerin de bu duruma itiraz ederek, herkesin ikrar verdiği dedenin irşadına dönmesi gerektiğini seslendirmeleri gerekiyor.
Çetinoğlu: Katılanlar, bilmedikleri bir dedenin yönettiği cemlerden hoşnut olabiliyorlar mı?
Dr. Sezgin: Hangi gerekçe ile olursa olsun şehirlere gelmiş, yerleşmiş, çocuklarının eğitimine önem veren; toplumun geldiği iktisâdî ve sosyo-kültürle alâkalı yapıya uyum sağlamaya çalışanların, hiç tanımadıkları, kim olduklarını bilmedikleri tâliplerle birlikte, yakından tanımadıkları dede ile şeklen yaptıkları bu toplantılardan çok da mutlu olmadıkları yolundaki şikâyetlerinden haberdârım.
Sosyal gelişmenin, şehirlileşmenin gerçekleştiği yerlerde, yolun şehirli; entellektüel kolu olan Bektaşilikten nasip alınması ve her iki kolu birlikte taşımanın da yaşandığı örneklerin bulunduğu bilinmektedir.
Bu noktada da örnek modelin Ankara Beypazarı ilçesi Karaşar kasabası olduğunu ifâde etmeliyim.
Bize göre, tarikat yasakları fazla sürmeyecek, yakın diye ifâde edilecek bir zaman içinde bu yasaktan da kurtulacağız.
İşte o zaman meselenin doğru anlaşılması ve doğru çözümlerle, herkesi kuşatıcı, toplum barışı, millî birlik ve beraberliğin bozulmamasını sağlayacak (senin tarikatın mı, benim tarikatım mı?) yarışı veya kavgasına girmeyen bir yapının oluşturulması arzumuzdur.
Bu noktadan bakıldığında, tasavvufun salt olarak İslam düşüncesine dayanan, bunu düzenleyen, geliştiren ve yaşatan bir zihnî ürün olduğu kabul edilmelidir.
Bu zihnî ve kültür yapısının uygulama alanı olan tarikatların da ‘yaygın halk eğitimi kurumu’ olduğunda şüphe yoktur.
Tarikatların kapatılmasından günümüze kadar geçen 90 yıl içinde okumuş insan sayısı artmış olmakla birlikte, eğitimsiz bir toplumun ortaya çıktığını, örnek model olması gereken liderlerimizin de ayırımlı, kavgacı, sadece şahsî veya grup menfaatini önde tutan insanlar olduklarını kabul etmeliyiz.
Fiilen serbest, hukuken yasak ve meşruiyetleri ve eğitimleri tartışmalı tarikatlarla da siyâset ve ticâret ortaklığı dışında yapılanların ciddî bir etkisinin olmadığında da şüphemiz yok.
Çetinoğlu: Tarikatların hedefi nedir?
Dr. Sezgin: Yaygın eğitim kurumu olarak tarikatların bir tek maksadı vardır: ‘insan-ı kâmil‘ yetiştirmek…
İnsan-ı kâmil, günümüz deyimi ile hamlıktan kurtulmuş ‘olgun adam‘ demektir. İşi, mesleği, sanatı, iktisadi seviyesi veya statüsü ne olursa olsun, olgun adam…
Bu toplumu çağın önüne geçirecek olanlar, ekonomide, sanayide, çağdaş teknolojilerde insan-ı kâmillîk eğitimi alanlardır. Onlar, bıkmadan, yorulmadan, usanmadan, darılıp, kırılmadan, kimseyi ötekileştirmeden insanı da hayvanı da, otu da, ormanı da ‘Yaratan’ın eseri olarak gören ve seven insan tipiyle bizi yeniden biz yapacak bir güçtür.
Onun için de tarikatların yasaklarını kaldıracak kanunla, mevcut tarikat ve tarikatçıların eğitimleri, yasak dönemden serbestliğe geçerken konulacak geçiş sürecinin iki yıldan az, üç yıldan çok olmamasına da dikkat edilmesi gerekecektir.
Târihî, kültüre ve geleneğe dayalı yol ve erkânın, oluşacak kurullar, kurumlar ve kurallarla idâre edileceği dikkate alınarak, her tarikatın merkezi otorite ve mürşitlerinin de katkısı ile çoğulcu demokrasi kuralıyla düzenlenecek mevzuatla güle oynaya bir yasaktan daha kurtulmayı ümit ediyorum.
Çetinoğlu: İnşallah…
Problemler konuştuklarımızdan ibâret değil. Yaşadığımız Müslümanlık, yaşadığımız topraklara mührünü kazımış ecdadımızın inanıp yaşadığı Müslümanlığa ne kadar benziyor?
Dr. Sezgin: ???
Çetinoğlu: İslâmî meseleler çok konuşuluyor, çok tartışılıyor. Neticesi hakkında bir değerlendirme yapar mısınız?
Dr. Sezgin: ‘Türkiye dindarlaşmıyor aksine dinden uzaklaşıyor‘ diyebilirim.
Çetinoğlu: Neye dayanarak?
Dr. Sezgin: Yapılan anket neticelerine dayanarak… Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde genç bir öğretim üyesinin, 2790 aileyle yaptığı bir çalışması var. Bu çalışmaya göre Türkiye’de ailelerin % 87’si yeni kuşakların din konusuna ilgisinin azaldığını, Batılı değerlerden etkilendiklerini söylüyor.
Çetinoğlu: Joker kavramlar üretildi. Kafa karışıklığı oluşturuldu. İnsanlarımız indirilmiş İslam üzerinden değil, uydurulmuş İslam üzerinden güya bilgilendiriliyor. ‘Müslümanlık bu ise, ben Müslüman değilim‘ diyenler var. Bu ifâde, felâketlere yol açacak bir değerlendirmedir.
İnsanlar, Müslümanlıkla bağlantısını, diğer Müslümanlara göre değil, Kur’an-ı Kerim ve hadislere, içtihat, icmâ ve kıyas hükümlerine göre tanzim etmeli. İslâmiyet’te herkes, kendi yaptığından sorumludur. Beynelmilel hukuktaki, ‘suçların şahsîliği‘ prensibinin kaynağı budur. Bu hususu, bütün Müslümanların bilmesi, bilmeyenlere başta Diyânet İşleri Başkanlığı olmak üzere bütün ilâhiyatçıların, konferanslar, sesli / görüntülü, sesli ve yazılı basın aracılığı ile duyurması gerekir.
Kavram kargaşaları önlenmelidir. Aynı fakültenin mezunu, ayrı fakültede profesör olan iki ilâhiyatçı, aynı kavrama farklı mânâlar yükleyebiliyorlar. Farklılık dalgaları, halk tabakasına ulaştığında çatışmalara sebebiyet veriyor. Hanefi’nin de Alevî’nin de Müslüman olduğunu âliminden câhiline kadar herkese anlatmak gerekir. Alevi kardeşlerimizin bir bölümü, ‘Alevilik Müslümanlığın ne indedir ne de dışında‘ gibi mânâsız şeyler söylememeli, Sünniler de alevi kardeşlerini anlamaya çalışmalı. Hıristiyanlardan, Mûsevilerden esirgenmeyen hoşgörü ve saygılı Alevilerden esirgemek bölücülüktür. Bölücülük de suçtur. Bunu sâde bir vatandaş değil, yetkililer, sorumlular söylemeli.
Kavramlar doğru bilinirse, târifler doğru yapılırsa, felâket önlenebilir. Muhtemel en büyük çatışmanın mezhep çatışması olduğu söyleniyor. İslâmiyet’te kaç mezhep var?
Dr. Sezgin: Sünnilik ve Şiilik mezhep değildir. Mezhepler grubunun şemsiye ismidir.
Şii mezhepler veya Şia’nın Mezhepleri: 1-Caferilik, 2-Zeydilik, 3-İsmaililik olarak 3 ana gruptur. Bunların alt grupları vardır.
Sünni Mezhepler: 1-Hanefî, 2-Şafîi, 3-Hanbelî, 4-Malikî olarak 4 tânedir.
Çetinoğlu: Sorularımı peş-peşe sıralayacağım kısa cevaplar lütfeder misiniz?
-Dünyanın her hangi bir yerinde basılmış, bildiğimiz Kur’an’dan ayrı veya farklı bir Kur’ân metni var mı?
Dr. Sezgin: Yoktur.
Çetinoğlu: Her iki guruba mensup Müslümanlardan Kur’ân- Kerîm’e itiraz eden var mıdır?
Dr. Sezgin: Yoktur.
Çetinoğlu: Kur’an’daki emirlere, yasaklara ve ibâdetlere itiraz eden var mıdır?
Dr. Sezgin: Yoktur.
Çetinoğlu: Helâllere yahut haramlara itiraz eden var mıdır?
Dr. Sezgin: Yoktur.
Çetinoğlu: Farzlara itiraz eden var mıdır?
Dr. Sezgin: Yoktur.
Çetinoğlu: Peki, mâdem bu konularda farklı kabulümüz yok, o zaman birbirimizden farkımız nedir?
Dr. Sezgin: Farkımız siyaset, ideoloji…
Çetinoğlu: Yani farklılıklarımız dinle ilgisi olmayan dünyevilik ve dünya menfaati…
Dr. Sezgin: Aynen öyle…
Çetinoğlu: Demek ki tahriklere kapılmazsak, birlik ve berâberlik içerisinde olursak, fitnenin zararlarından kurtulacağız. Aklımızı kullanarak…
Dr. Sezgin: ‘Bizim için önemli olan mezhep değil, dindir. Dinimiz de İslam’dır.
Çetinoğlu: Teşekkür ederim Hocam! Azerbaycan’da bulundunuz. Orada Şiîler de var Sünniler de… Fakat hiç kimse hiç kimseye ‘sen şusun, ben buyum‘ demiyor. Bizde neden aynı durum olmasın ki? Röportajımızı, Sizin de adını sık sık andığınız Âşık Veysel ile bitirelim:
Allah birdir Peygamber Hak
Rabbül âlemindir mutlak
Senlik benlik nedir bırak
Söyleyim geldi sırası
Kürt’ü Türk’ü ne Çerkez’i
Hep Ademin oğlu kızı
Beraberce şehit gazi
Yanlış var mı ve neresi
Kuran’a bak İncil’e bak
Dört kitabın dördü de hak
Hakir görüp ırk ayırmak
Hakikatte yüz karası
Binbir ismin birinden tut
Senlik benlik nedir sil at
Tuttuğun yola doğru git
Yoldan çıkıp olma asi
Yezit nedir, ne kızılbaş
Değil miyiz hep bir kardaş
Bizi yakar bizim ataş
Söndürmektir tek çaresi
Kişi ne çeker dilinden
Hem belinden, hem elinden
Hayır ve şer emelinden
Hakikat bunun burası
Şu âlemi yaratan bir
Odur külli şeye kâdir
Alevi Sünnilik nedir
Menfaattir varvarası
Cümle canlı hep topraktan
Var olmuştur emir Haktan
Rahmet dile sen Allah’tan
Tükenmez rahmet deryası
Veysel sapma sağa sola
Sen Allah’tan birlik dile
İkilikten gelir bela
Dava insanlık davası…
Dr. ABDÜLKADIR SEZGİN 1948 Yılında Yozgat’ta doğdu. İlköğrenimini Yozgat’ta, orta öğrenimini Yozgat, Ankara ve İstanbul’da tamamladı. 1971 yılında İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü’nü bitirdi. 1970 yılında İstanbul Şehzade Camii Hatibi olarak başladığı memuriyet hayatında, Müftülük, Vaizlik, İl Müftü Yardımcılığı, Din Bilgisi ve Ahlak Öğretmenliği, Diyânet Yayınevi Müdürlüğü, Başkanlık Merkezinde Uzmanlık, Şube Müdürlüğü, Müfettiş Yardımcılığı, Müfettişlik ve Başmüfettişlik yaptı Kasım 2011 de emekli oldu. İstanbul – Eminönü Din Görevlileri Cemiyeti Başkanlığı yaptı. Cumhuriyetin 50. yılında Müftü olarak bulunduğu Tekirdağ Malkara ilçesinde ‘Cumhuriyet Camii’ adıyla bir cami yaptırdı. Trakya bölgesinde ilçede ilk İmam – Hatip Lisesini bu ilçede açtırdı. Yunanistan, AB ve ABD’nin Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması taleplerine karşı, alternatif olarak, eğitim dili Türkçe ve Türk soylu Hıristiyanlar ve diğerlerine hitabedecek şekilde, 1977 yılında; ‘İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde Hıristiyanlık bölümü açılması projesi’ni geliştirdi ve YÖK tarafından 1999 yılında proje ‘Diğer Dinler Bölümü’ adıyla kabul edilerek, açılmaya karar verildi. İstanbul Üniversitesi ve İlahiyat Fakültesi yönetimlerinin ilgisiz ve isteksizliği sebebiyle öğrenci alınmadı ve 2005 yılında öğrencisizlikten kapandı. Yaklaşık 300 camii bulunan Caferi Türklerin din adamı ihtiyaçlarını karşılamak üzere, Iğdır veya Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde de bir Caferi Bölümü açılmasına dair projenin kabulü için çalışmaları cemaatın ve Diyânet’in muhalefeti sebebiyle açılamadı. 1978 yılında, Seyyid Ahmed Arvasi başkanlığında beş kişi tarafından kurulan Türk Gençlik Vakfı kurucuları arasında yer aldı, hâlen bu vakfın Mütevelli Heyeti üyesidir. 1987-1991 yılları arasında Prof. Dr. Şaban Karataş başkanlığındaki Ankara Aydınlar Ocağı Yönetim Kurulu üyeliğinde bulundu. 1992-1995 yılları arasında Azerbaycan’ın başkenti Bakü’de Din Hizmetleri Müşaviri olarak görev yaptı. Bakü Devlet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nin açılmasını sağladı ve iki öğretim yılı ‘İlimler Namzedi’ (Doçent) unvanı ile Öğretim üyeliği yaptı. Azerbaycan’da İmam – Hatip Lisesi’ne benzeyen beş adet ‘İlahiyat Temayüllü Lise’nin açılışını sağladı. Gazi Üniversitesi Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Merkezi’nin 1988-2007 yılları arasında Bilim Kurulu Üyesi olarak görev yaptı. Hâlen aynı merkezin danışmanı, İlim Kurulu Üyesi ve ilmî hakem olarak ilişkisi devam ediyor. Emniyet Genel Müdürlüğü hizmet içi eğitim programlarına 1996-2001 yılları arasında beş yıl konferansçı ve öğretim üyesi sıfatıyla katıldı. Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Târihi Enstitüsü’nde, ‘Cumhuriyet Döneminde Dinî Hayatın Meselelerinin Târihî Kökenleri’ tezi ile Yüksek lisans yaparak ‘Bilim Uzmanı’ oldu. On ilde, yaklaşık on bin Alevî denek üzerinde araştırma yaptı ve yaklaşık iki bin Alevî köyü gezdi. İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde ‘Türkiye’de Alevîlik – Bektaşîlik Üzerine Sosyolojik Bir Araştırma ‘ konulu tezi ile de ‘Bilim doktoru ‘ oldu. Yayımlanmış ilmî içerikli 12 kitabı ve yüzden fazla makalesi bulunmaktadır. Evli, 3 evlât ve 5 torun sâhibidir. |